27 Şubat 2015 Cuma

Kepçe Kulak Ameliyatı Zor Mudur?

Sponsorlu Bağlantılar:

Kepçe Kulak Ameliyatı Zor Mudur?

Kepçe kulak ameliyatları her gecen  gün yenilenen  ve gelişmekte olan teknolojiyle beraber, bilhassa çocukluk çağları­nın alay konusu olan kepçe kulak deformiteleri­ni önüne geçiyor­. Kepçe kulak ameliyatı olmak isteyenlerin yaş ortalaması­nın düşmesindeki sebepte budur­. Artık aileler gönül rahatlığı ile 6 yaşını geçtikten sonra çocuklarına kepçe kulak ameliyatı yaptırabiliyorlar­.

Kepçe kulak ameliyatına uygun olan adaylara baktığımızda, kafatasına hatalı bir açı veren  kıkırdak sorunun­dan kaynaklı bir deformite ile karşılaşırız­. Bu hatalı kıkırdak sorunu, açı­nın kafatasına dik şekil­de yer etmesine ve kepçe kulağın oluşmasına yol açar­. Kepçe kulak ameliyatların­da işte bu hatalı kıkırdak düzeltilerek doğru açı verilmekte­dir­­. Ameliyat ortalama olarak 1 saat sürmektedir ve genel aneztezi uygulama­sı ile yapılmakta­dır­­.  Hasta kepçe kulak ameliyatı sonra­sı birkaç gün kulağın­da sargıyla gezer ve kulakların darbe almasın­dan kaçınılır­­. Yatarken  ise, yastık ve yorgan­dan etkilenmeme­si için, birkaç gün hafif oturur vaziyette uyku pozisyonu alınma­sı önerilmektedir­­.

Kepçe kulak ameliyatları ayrıca, iple kepçe kulak estetiği şekil­de de yapılmakta­dır­­.  İple kepçe kulak estetiği ayakta tedavi protokolleri­nin uygulandığı bir operasyondur ve kepçe kulak ameliyatıyla arasın­da bir dizi farklılıklar bulunur­. İple kepçe kulak ameliyatı arzu edilirse lokal aneztezi uygulama­sı ile yapıla­bilir­­. Kepçe kulak ameliyatın­da ise, genel anestezi şart koşulur­. Kepçe kulak ameliyatın­da kesi yapılarak mevcut deformite düzeltilirken, iple yapılmakta olan teknikte yalnız­ca kulağın iple açısı değiştirilir­­. İğneler aracılığıy­la kulağa sokulan ipler gerilerek mevcut sorun giderilir­­. Bu şekil­de yapılmakta olan estetikte herhangi bir kesi yapılmaz ve dolayısıyla kesi izi kalmaz­.

Klasik kepçe kulak ameliyatın­da kesi yapıldığın­dan iyileşme süreci uzamaktadır­­.  İple kepçe kulak estetiğinde ise, hasta işlemden sonra derhal sosyal hayatına geçiş yapmakta­dır­­.  Kepçe kulak ameliyatın­da kulaklar sargılanır, iple kepçe kulak işleminde ise yalnız­ca kulakların üzerine gelecek şekil­de ince saç bandı takılır­­.

Kepçe kulak ameliyatını tercih eden hastalara bakıldığında, cerrahi metodu birçoğu kez açılma olmaması için ipli tekniği seçmedikleri­ni söylerler fakat esasın­da iple kepçe kulak operasyonunun yalnız­ca %2 lik bir kısım hastada bu sorun görülür­. Bu da hastanın iyileşme süreci boyunca tavsiye edilen  uyarıları dikkate almamaların­dan kaynaklanmaktadır­­. Kepçe kulak ameliyatı diğer estetik ameliyatlar göz önüne alındığında onlara nazaran daha kolay bir ameliyattır ve daha az rahatsız eder.

İlgili aramalar: kepçe kulak ameliyatı zor mudur, kepçe kulak estetiği zor bir ameliyat mıdır

Sağlığa Zararlı ve Yararlı İçecekler

Sponsorlu Bağlantılar:

Sağlığa Zararlı ve Yararlı İçecekler

Diyet yapan kişi­lerin aklına en  fazla takılan sorular­dan biri içecek tüketimidir­­. Genellik­le içecekler çok masum görünür ve bazı zamanlar diyeti bozmamıza neden  olmakta­dır­­.  Eğer sizde diyet yapıyor fakat sonuca ulaşamıyor iseniz, içecek listemizi gözden  geçirmenizde fayda bulunmakta­.

SU: Diyetin vazgeçilmezi­. Kendimizi daha uzun süre tok hissetmemi­zin yanı sıra metabolizmamızı da hızlandırmaya yardımcı­. Zira vücut­ta yetersiz sıvı olma­sı ya da sıvı kaybı­nın aşırı olduğu haller­de vücut alarm veriyor ve metabolizmayı yavaşlatıyor­. Kabızlık problemi­nin en  mü­him önleyicilerin­den  olan su, vücudumuzun ödem tutmamasını, kan dolaşımı­nın düzgün sağlanması­nı da sağlıyor­. Tüm bu olumlu yönde tesirleri­nin yanı sıra zayıflama sırasın­da vücut­ta yıkılan ve zararlı etki­yi olabilecek öğelerin vücuttan uzaklaştırılması­nı da sağlıyor­.

Diyetteyseniz günlük en  az 1,5 litre su içmeyi boşlamayın­.

Mineral bakımından zenginleştirilmiş sular: İçerisine potasyum ve magnezyum eklenmiş sular bilhassa diyetin yanı sıra egzersiz yapanlar için önemli­. Terle atılan potasyumun karşılanmasını kolaylaştırdıkların­dan ötürü, olabilecek kas kramplarını önlüyorlar­. Magnezyum, kabızlıktan koruyan minerallerden  biri olduğu için ötürü diyette yaşanmakta olan en  büyük sorun lerden  bir tanesi ­ olan kabızlığın da önüne geçmeye yardımcı­.

Maden  suyu: Maden  suyu olarak bildiğimiz doğal mineralli sular, içerdikleri mineraller ile sağlığımızı korumaya ve geliştirmeye yardımcı­. Aynı zaman­da yemeği hızlı tükettiğimiz ya da fazla yediğimiz zamanlar için de kurtarıcı­. Hipertansiyon hastası olanların uzak durma­sı lazım olan içeceklerden  biri­.

Sebze Suları: Kalorisi düşük ve tokluk hissetmeye yardımcı sebze suları diyet yapanlar için ideal ola­bilir­­. Sebze suları birçok vitamin ve mineralden  aynı an­da antioksidanlar­dan zengindir­­. Fakat bir­takım çeşitleri­nin sodyum içeriği­nin yüksek olduğu unutulmamalı­. Hipertansiyon hastası olanların dikkat etme­si lazım olan içeceklerden  biri­.

Yarım yağlı süt: İçerdiği protein ile tokluk duygusu sağlar ve metabolizmanın hızlanmasına destek olmakta­dır­­.  Kalsiyum minerali­nin düzenli alınması­nın bilhassa göbek etrafın­da yağlanmanın düşmanı olduğu bili­nir­­. Tam yağlı sütlere göre daha az kalori, doymuş yağ ve kolesterol ihtiva eder­. Günde 2 bardak süt tüketilme­si kemik sağlığını korumak amacıyla gerekli ve aynı an­da zayıflamaya destektir­­.

Filtre kahve: Günde 3* 4 kupa kahve tüketmenin kafein sebebiyle konsantrasyonu güçlendirdiği ve metabolizmayı hızlandırdığı bilinir­­. Yapılan son bilimsel çalışmalar kahvenin şeker ve kanser hastalıklarına karşı koruma sağlayabileceği sonucuna ulaştı­. Hipertansiyon hastaları ve kolesterol yüksek­liği hastası olanların günde 1 kupanın üzerine çıkmama­sı gerekmekte­dir­­.

Meyve çayları: İştahı azaltıcı etki­yi olduğu düşünülüyor­. Kalori maliyeti olmayan bir içecek çeşidi­. Diyette yer almasın­da sorun yok­tur­. Su içemeyenler için su yerine geçecek sağlıklı bir alternatif olarak kabul edilebilmektedir­­. Şekerli asitli içecekler: Yüksek şeker içerdiklerin­den  ötürü kalorisi ­ yüksek olan bu çe­şit içecekler gizli kalori almaya neden  olarak kilo verememenize sebep ola­bilir­­.

Yeşil çay: İçerdiği kateşin ile metabolizma hızlandırmaya yardımcı ve yaşlanmayı geciktirici tesirleri bulunmakta­. Antioksidan muhteviyatı ile kansere karşı koruma sağladığı düşünülüyor­. Günde 2 kupa tüketimi sağlıklı­. Reflüsü olan ya da hipotansiyonu bulunanların tüketmeme­si gerekli­.

Kremalı kahveler: İçerdiği krema oranına ve kahvenin boyutuna göre bir hamburger kadar kalori içerebilecek içeceklerdir­­. Gizli kalori bombası olan bu çe­şit içecekler tüketilecek ise, küçük boy seçilmeli ve ara öğün yerine tüketilmelidir­­.

Enerji içecekleri: Kalori ve şeker içerikleri yüksek başka bir içecek grubudur­. Yüksek kafein içerikleri ile genel­de tüketilmeleri öneril­mez­.

Alkollü içecekler: İçerdikleri alkol oranına göre kalorileri yükselen  içeceklerdir­­. Bir gram alkol 7 kalori ihtiva eder­. Bun­dan başka vücut­ta yağ yakma­yı güçleştirir ve ödem tutmaya sebep ola­bilir­­.

İlgili aramalar: sağlığa zararlı içecekler, sağlığa yararlı içecekler, zararlı ve faydalı içecekler nelerdir

Stres Kilo Aldırır Mı?

Sponsorlu Bağlantılar:

Stres Kilo Aldırır Mı?

Hareketsiz bir yaşam sürmek, düzensiz ve fast-food dediğimiz ayak üstü beslenme nedeniyle obezite sorunu gün geçtikçe artmaktadır. Obezite problemi­ni yaşayanların sayısı da gün­den  güne artar­. Peki, çağın rahatsızlıkların­dan birisi olarak kabul edilen  obezitenin arkasın­da yatan sebep­ler yalnız­ca yemek alışkanlıkları ile mi ilgili?

Aşırı kilo alımı sağlıksız beslenme, gerekli egzersizlerin yapılmaması, düzensiz yemek yeme alışkanlıkları ile doğru bağlantılı olsa bile bunun arkasın­da yatan bir neden  daha var ki o da psikolojik­. İdeal ve sağlıklı bir kiloya inmede kişi­nin kendisi­ni doğru algılaması, aşırı yiyecek tüketiminde nelerin kendisi­ni tetiklediği­ni anlama­sı büyük ehemmiyet taşıyor­. İşte bu noktada psikolojik destek kilolarla savaşınızda size büyük artılar kazandırıyor­. Kilo yönetiminde kişiye yardımcı olan psikolojik yardımı Liv HOSPITAL’dan Klinik Psikolog Beril Yardımcı anlattı­.

Son süreçte kilo alma oranı­nın artmış olduğu söylenebilir mi?
Fazla kilo ve obezite sorununa dair son 50 sene içerisinde bütün dünyada ciddi bir art­ma olduğu gözleniyor­. Türkiye’de bilhassa son 20 sene içerisinde bu sayı daha da arttı ve Türkiye obezitenin yaygın olduğu ülkeler listesinde ilk 20 ülke arasın­da yer alıyor­. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı büyük ölçekli yaygınlık çalışmalarına göre, yetişkin kadınların obezite oranı yüzde 30 ile 44, erkeklerin ise yüzde 13 ila 25 arasın­da seyretmekte olduğu izlemleniyor­. Oranlar; cinsiyet, yaş, yaşanılmakta olan alana göre de farklılık gösterebiliyor­. Bu kronik hastalığın çocukluk dö­neminde da yaygınlaşıyor­. Tüm Türkiye geneli­ni kapsayan net bir yüzde verilmemekle beraber oranlar bölgelere ve yaş gruplarına göre yüzde 2 ile 18 arasın­da değişebiliyor­.

Kilo sorununa çözüm olarak diyet, ilaçla tedavi, cerrahi müdahale gibi çözümler düşünülüyor­. Psikolojik destek bu çözümler arasın­da nasıl yer alıyor?
Hekim, kişi­nin beden  parça indeksine, sağlık haline ve gereksinimlerine göre uygun tedaviyi seçer­. Durumu bütüncül bakış açısına göre hem fiziksel hem de psikolojik boyut­ta ele alıp tedavi­nin etkinliği­ni fazlalaştırır­­. Lakin biliyoruz ki, hangi tedavi oluyor ise olsun kişi yemek alışkanlıklarını uzun vadede değiştirmediğinde tedavi yetersiz kalır­­. Dolayısıyla konu elzem olarak beyinsel ve duygusal süreçlere dayanıyor­. Psikolojik destek yalnız başına ya da diyet, ilaç ve cerrahi müdahaleye paralel bir şekil­de uygulanabiliyor­.

Kilo problemi­nin ne­denleri için ne söylenebilir?
Kilo sorunu ve obezite karışık bir tablo olarak önümü­ze çıka­bilir­­. Kişi­nin kilo sorununu incelendiğinde, genetik, endokrinolojik, nörolojik, çevresel ve duygusal çok farklı ne­denler meydana gele­bilir­­. Bunlar yalnız başına ya da birbiriyle etkileşim içinde kişi­nin bünyesi­ni etkilemektedir­­. Sorunun etiyolojisi­ni doğru tanımlamak, tedavi amaç­lı de yol gösterici olmakta­dır­­. 

Bu alan­da psikolojik destek ne kadar işe yarar?

Beslenmek bir davranıştır ve davranış değişik­liği psikoloji­nin konusudur­. Diyet ve egzersize paralel bir şekil­de uygulanmakta olan bilişsel* davranışçı psikoterapilerin, kilo verme ve verilen  kiloyu tutmada en  tesirli metod olduğu bilinir­­. Yeme alışkanlıkları­nın arkasın­da düşünceler, duygular ve ilişkilerle ilgili etkenler bulunmaktadır­­.  Kişi, bu faktörlerin farkına varma­sı ve ihtiyacına hizmet edecek şekil­de yeniden  yapılandırma­sı yönünde desteklenir­­. Örnek verecek olursak bir kişi günde yaklaşık 50* 60 defa yiyecek seçer ve bunu otomatik olarak geçmişten  getirdiği alışkanlıklar doğrultusun­da yapmakta­dır­­.  Farkındalık geliştirmek ve yeni alışkanlıklar edinmek gelişmekte olan kaslar gibidir; odaklanmak, emek vermek, üstün­de çalışmak gerekir­­. Profesyonel destek almak, kişi­nin kendini, bedeni­ni ve yemek alışkanlıklarını daha öncekin­den  farklı ele almasına imkan vermekte­dir­­.

Diyet yapmak kişi­nin kilo sorunu ile savaşın­da ne kadar etkilidir?
Araştırmalar, dönemsel diyetlerle zayıflayan 10 kişiden  9’unun en  az eskisi kadar kilo aldığı izlemlenmiştir­­. Geçici olarak diyet uygulamak, kalıcı sonuç getirmez­. Bu noktada biz daha derin bir teşebbüs sistemi uyguluyoruz­. Kilo problemi­ni bir belirti olarak ele alırsak, belirtilerin zemininde yatan dinamikleri fark etmek, yemenin hangi ihtiyaçlara hizmet ettiğine yönelik iç görü geliştirmek büyük ehemmiyet taşımakta­dır­­.  Aksi takdir­de kişi­nin eski alışkanlıklarına geri dönme meyilinde olma­sı doğaldır­­.  Alanın­da uzman bir psikoterapistin konu ile alakalı olarak eşlik etmesi, kişi­nin motivasyonunu fazlalaştırır­­.

Psikolojik destek verirken  hangi konuları öne çıkarıyorsunuz?
Psikolojik destekte süreç her zaman danışanın ihtiyacına göre yapılandırılır­­. Kimisi için yemek alışkanlığı­nın düzensizleştiği hal­ler yolcu­lukve sosyal ortamlar olurken, başka birisi içinse yalnızlıktır­­. Konular değişik olabilmektedir, fakat her zaman benzeyen  bir tema vardır: Sınır­­. Kilo sorunu olan birçoğu kişi, sınırlarını kilo aldıracak yiyeceklere fazla açıyordur­. Belki bazı zamanlar sınırını çok katı tutup yemeyi reddediyordur; fakat bir uç genel­de diğeri­ni beraberinde getirir­­. "Tıkabasa yemek yeme" (binge eating) olarak tanımlanan kısa zaman­da çok kalorisi ­ yüksek yiyeceklerin tüketildiği hal­ler ola­bilir­­. ‘Gece yemek sendromu’ dediğimiz, kişi­nin akşam saat 7’den  sonra yüksek kalori aldığı hal­ler ola­bilir­­. Kişi­nin kilo ve yemek hikayesi değerlendirilerek, riskli hal­ler tayin edilmektedir­­. Kişi­nin ne çe­şit haller­de kendisi­ni yiyeceklere fazla açtığını, ihtiyacın­dan fazla yediği­ni saptamak ve sınır koyma becerileri üstün­de çalışmak gerekir­­. Geçmişten  getirdiği, kendisi­ni sabote edici yemek alışkanlıklarına, yemek miktarlarına, sosyal ortamlar­da yaşadığı yemek baskısına bakmak gerekir­­. Bununla birlik­te bedenin sinyalleri­ni duymayı öğrenmek, açlık* tokluk farkındalığı ve çevresel faktörleri düzenleme konuları üstün­de de çalışılır­­. Bunlar direkt kilo yönetimine yönelik konular, elbet­te bir de obeziteye bağlı ya da obeziteye sebep olan psikolojik şikayetler ve psikiyatrik rahatsızlıklar bulunmakta­. Onlar da ayrıca ele alınmaktadır­­.

Obezite sorunu yaşayan insanların kendi bedenleriyle ilişkisi nasıl olur?
Kişi­nin bedeni hakkındaki düşünceleri ve duyguları, bedeni­ni nasıl algıladığını gözler önüne serer­. Kilo sorunu yaşamak, menfi beden  algısı için bir risk faktörüdür­. Daha detaylandıracak olursak, kilo problemi­nin çocukluk süreci boyunca başladığı haller­de kişi dalga geçilmiş ve eleştirilmişse, damgalayıcı ve ayırımcı bir ortamda bulunuyorsa, kilo alma* verme döngüsü içerisinde tıkanırcasına yemek davranışı sergiliyorsa, beden  algısı­nın menfi olma olasılı­ğı oldukça yüksektir­­. Olumsuz beden  algısıyla ilişkisi olan olarak, bedeni kişi­nin kendisi­ni eleştirdiği, kendisi­ni sevmediği bir alan haline gele­bilir­­. Öte yan­dan beden  hepimiz için en  temel olandır­­.  Açlık, tokluk, gerilim, gevşeme, zevk, ağrı gibi duyumsamalarla bize varoluşumuza dair devamlı bilgi vermekte­dir­­. Kilo verme süreci boyunca beden  ilişkisi üstün­de çalışırız­. Kişi­nin bedenine yeniden  temas etmesini, açlık–tokluk durumlarını fark etmesini, bedeninde olumlu deneyimler yaşamasını destekleriz­.

İlgili aramalar: stres kilo aldırır mı, stres kilo yapar mı, stres şişmanlatır mı

26 Şubat 2015 Perşembe

Metabolizma Nasıl Hızlandırılır?

Sponsorlu Bağlantılar:

Metabolizma Nasıl Hızlandırılır?

Bu tavsiye­ler yardımıyla vücudunuzdaki yağları yakmanızı daha da kolaylaştıracağız. İşte metabolizmayı çalıştırıp yağların yakılmasına yardımcı olacak 12 adet püf noktası­.­.­.

Bazı arkadaşlarınız diyet yapmadan senelerdir formunu korurken, siz ise adeta "su içsem yarıyor" diyen  gruba mı giriyor sunuz? Bunun sebe­bi belki de metabolizmanı­zın yavaş çalışmanızdan kaynaklanıyor ola­bilir­­. Yaz mevsimi yaklaşırken  şimdi metabolizmayı hızlandırmanın tam da sırası..

Metabolizma hızı, vücudun temel işlev­leri­ni devam ettirebilişi için kişi­nin bir günde ihtiya­cı olan minimum enerji miktarı olarak tanımlanıyor­. Metabolizmanın en  büyük belirleyicisi ise bazal metabolizma hızı­. Bu hız dinlenirken  ya da uyurken, bir başka deyişle hiç bir aktivite yapmadığımızda harcadığımız kalori miktarını kapsıyor ve günlük harcanan kalori­nin yüzde 60* 80 gibi büyük bir kısmı­nı oluşturuyor­. Dolayısıyla bazal metabolizmanız hızlıysa şanslısınız, çünkü bu durumda vücudunuz enerji meydana getirmek amacı ile daha çabuk kalori yakıyor­. Bunun tam tersi bazal metabolizma hızınız yavaşsa, kilo alma ihtimaliniz de o kadar yükseliyor­. Lakin beslenme ve yaşam alışkanlıklarınızda yapacak olduğunuz değişimlerle metabolizmanızı hızlandıra­bilirsiniz­. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Olcay Barış metabolizmanızı hızlandırmanın püf noktalarını anlattı­.

İlerleyen  yaşla beraber metabolizmamız da yavaşlamaya başlıyor ve bunun neticesin­de daha ba­sit kilo alır duru­ma geliyoruz­. Bununla birlik­te yaptığımız hatalı diyetler, hareketsiz bir yaşam sürmek, kilomuz, türlü hastalıklar ve genlerimiz de metabolizmamı­zın yavaş çalışmasın­da rol oynayan mü­him faktörleri oluşturuyor­.

1* Sabah kalkar kalkmaz kahvaltı edin: Akşam yemeği ile kahvaltı arasın­da yaklaşık 11 ila 12 saatlik bir müddet geçiyor­. Kahvaltı yapılmadığın­da bu süre 16 * 17 saate çıkar­. Uzun süreli açlık, metabolizma hızını yavaşlatacağı için kilo almaya yol açıyor­. Metabolizmanızı harekete geçirmek amacı ile sabah uyanır uyanmaz, en  geç 1 saat içinde kahvaltınızı yapın­. Kahvaltıda karbonhidrat, protein, lifli gıdalar, vitamin ve mineralden  zengin ve ya­ğı az gıdaları tercih edin ­. Böylelikle günün ilerleyen  saatlerinde atıştır­ma dürtüleri ortadan kalkar ve kan şekeriniz belli bir seviyede kalacağı için açlık krizleri çekmezsiniz­.

2* 10 ila 12 bardak su için: İnsan vücudun­dan normal koşullar­da günlük ortalama olarak 2,5 litre su yitimi olmakta­dır­­.  Su miktarın­da azalış ise vücut­ta depolanan yağ miktarı­nın artışı­na neden  olmakta­dır­­.  Bununla birlik­te az su tüketilme­si yüzün­den  böbrekler çalışmayınca, bu organın görevi­ni karaciğer üstlenmek zorun­da kalıyor­. Bu durumda karaciğer daha az yağı enerjiye dönüştürebiliyor­.

3* Günde 6 öğün yapın: 3 ana 3 ara öğün olmak üzere, en  az 6 öğün tüketmek metabolizmayı hızlandırıyor­. Bununla birlik­te yemekleri yavaşça yemeniz de sindirim sistemi düzeni yönün­den  çok önemli­. Az az ve sıklık­la yemenin en  mü­him etki­yi ise kan şekeri­ni belli bir seviyede tutarak, ani düşüş ve yükselişleri önlemek­. 2* 3 saatte bir, birazcık da olsa bir şeyler yemeyi ihmal etmeyin ve sık besle­nip metabolizmanızı hızlandırın­.

4* 2 ila 3 fincan yeşil çay yudumlayın: Yeşil çay metabolizma hızını artırarak, yağ yakımına yardımcı olmakta­dır­­.  Çayın miktarı ve demine göre farklılık göstermekle beraber günde 2* 3 fincan yeşil çay yiyebilirsiniz­. Lakin unutmayın, bu miktar­dan fazlası çarpıntı ve uykusuzluk oluşturabiliyor­.

5* Proteinsiz kalmayın: Vücudumuz et, balık, yumurta ve peynir gibi proteinleri sindirirken  daha fazla enerji harcıyor ve metabolizmayı hızlandırıyor­. Lakin hiç karbonhidrat almadan sırf protein tüketilerek yapılmakta olan diyetlerden  kaçı­nın Bu tür diyetlerle hızla kilo verseniz bile sonra­sı verdiğiniz kiloları hızla almanı­zın yanı sıra damar hastalığına yakalanma riskiniz de artmakta­dır­­.

6* Bir dilim peynir ya da 3 bardak süt: Yapılan son çalışmalar­da diyette kalsiyum arttırılması­nın yağ yıkımını hızlandırarak kilo vermeyi desteklediği ortaya kondu­. Süt ve süt ürünleri, pekmez, fındık, yeşil yapraklı sebzeler ve kuru meyveler iyi birer kalsiyum kaynağıdır­­.  Yeterli kalsiyum almak amacıyla günlük olarak 1 dilim kaşar peyniri ya da 3 bardak süt kafi gelecektir­­.

7* Posa tüketimi­ni artırın: Lif oranı yüksek olan yiyecekler, bilhassa taze meyve ve seb­zeler, kuru baklagiller ile tam tahıllı ürünleri de düzenli tüketmeniz şart­. Zira lif metabolizmayı hızlandırıyor­. Bununla birlik­te posa, gıdaların kan şekeri­nin yükselme hızını düşürüyor ve vücudun insüline olan gereksinimi­ni azaltarak diyabete karşı koruyor­.

8* Yemeklerinize ve içeceklerinize tarçın katın: Tarçın kan şekeri­ni dengeleyen  bir etkiye sahip­. Tarçı­nın içermiş olduğu krom minerali insüli­nin etkisi­ni iyileştirdiği için daha az insüline gereksinim olmakta­dır­­.  Hem kendinizi daha uzun süre tok hissetmek, hem de kan şekerini­zin dengede kalma­sı için yarım çay kaşığı tarçını içeceklerinizde ya da yemeklerinizde kullana­bilirsiniz­.

9* Bu üçlüyü sofranızda bulundurun: Acı biberin içermiş olduğu kapsaisin adlı madde metabolik hızı arttırıyor­. Zencefilin köklerindeki yumrular dolaşım ve sindirim sistemi­ni uyarıyor­. Bununla birlik­te yapılmakta olan çalışmalar­da badem tüketen  kadınların, badem tüketmeyen  kadınlara göre daha ba­sit kilo vermiş olduğu ortaya konmuş­. Günde 1 çay kaşığı acı biber, 1 çay kaşığı zencefil ya da 6* 8 adet badem tüketmenizde fayda bulunmakta­.

10* Soğan ya da sarımsaksız olmaz: Soğan ve sarımsağın içinde yer alan alicin maddesi kanın vücut­ta dolaşımını uyarıyor, sindirimi harekete geçiriyor, vücut­ta bulunan fazla suyun atılmasını sağlıyor­. Bunun yanı sıra metabolizmayı hızlandırarak, yağ yakma­yı arttırıyor­. Soğan, sarımsak ve taze soğanı hem yemeklerinize hem de salatalarınıza eklemeyi unutmayın­.

11* Yemekler den  evvel greyfurt yiyin: Yapılan bir çalışmada yemek öncesi tüketilen  yarım greyfurdun kilo vermeye yardımcı olduğu ortaya kondu­. Bununla birlik­te greyfurt içermiş olduğu limonoids ve likopen  ile kansere karşı koruyucu etki gösterir­­.

12* Fiziksel aktivitenizi artırın: Her gün yapılmakta olan fiziksel aktiviteyi, günlük yaşantını­zın bir parçası haline getirin­. Fiziksel aktivite daha enerjik hissetmenizi, hareketli ve zinde kalmanızı sağlayarak metabolizmanızı hızlandıracaktır­­. Bun­dan ötürü her gün en  azın­dan yarım saat hızlı tempoda yürümeniz yararlı olacaktır­­.

Günde En Az 6 Saat Uyumalısınız

Fazla veya az uyumak metabolizmanın hızını menfi şekil­de etkilemekte­dir­­. Bun­dan ötürü uzmanlar günlük en  az 6, en  fazla 8 saat uyumanızı tavsiye ediyor­. Vücudumuz için en  sağlıklı uyku saatleri ise gece 23­.00 ila 06­.00 arasıdır­­.  Bu saatler­de uyanık olmak metabolizma hızı üstün­de menfi etki yaratacaktır­­.

İlgili aramalar: metabolizma nasıl hızlandırılır, metabolizmayı hızlandırmak için ne yapmalıyız, metabolizmayı hızlandıran şeyler nelerdir

Meyve Yiyerek Zayıflanır Mı?

Sponsorlu Bağlantılar:

Meyve Yiyerek Zayıflanır Mı?

Tamamiyle yasaklanmış olmasalar da diyet yaparken  meyve tüketimi­ni gözden  geçirmenizde fayda bulunmakta­.

Meyveler vitamin deposu olabilir, doğal ve masum besinler ola­bilirler­. Lakin dikkat etmek gerekir. Hedefiniz yağ azaltmaksa, meyvenin içeriğindeki şeker, bu planınıza mani ola­bilir­­.

Tamamen  yasaklanmış olmasalar da diyet yaparken  meyve tüketimi­ni gözden  geçirmenizde fayda bulunmakta­. Muscle & Fitness dergisinde ki habere göre meyvelerin içinde mevcut olan glisemik asit ve meyve ile alakalı bilinmeyen  bütün gerçekler­.

Niçin kötü: Meyveler, doğal bir şeker olan fruktoz ihtiva eder­. Dolayısıyla meyve tüketilme­si vücut yağlarını yakmanıza engel teşkil edebilmekte­dir­­.

Nasıl kötü: Vücudumuz fruktozu direkt bir yakıt olarak kullanamaz­. Furuktozon öncelikli olarak karaciğere gidip glikoza dönüşme­si gerekiyor­. Meyvenin birçoğu kez kandaki glikoz ve insülin seviyeleri­ni hızlı arttırmayan, düşük derecede glisemik bir karbonhidrat olması­nın sebebi de budur­. Eğer karaciğer glikojen  ile dolu ise, gelen  furuktozu glikoza değil, yağa dönüştürür­.

Düşman­dan uzak durun!
Siz siz olun, daima taze ürünleri tercih edin­. İşlenmiş, paketlenmiş veya konservelenmiş ürünleri satın almamaya özen  gösterin­. İşlenmiş ürünler genel olarak daha çok şekerle doyuma ulaşmıştır ve tıpkı meyve sularında olduğu gibi, uzak durulması gerekli olan ürünlerin başın­da yer a­lırlar­­.

Glisemik indeks nedir?
Gıdaların kan şekeri­ni yükseltme hızına glisemik indeks denilir­­. Eşit miktar­da karbonhidrat içerseler de yiyeceklerin kan şekeri­ni arttıran tesirleri birbirin­den  değişiktir­­.Nedeni i­se yiyeceklerdeki karbonhidratların sindirim sistemin­den  farklı hızda geçme­si ve emilmesidir­­. Farklı besinler yemek sonra­sı kanın glukoz içeriği­nin artışı üzerine değişik tesirleri vardır.

Diyette dikkat edilecek hususlar
* Meyve seçiminde kullanabilecek olduğunuz en  iyi referans "glisemik endeks" değerleridir­­. Bir meyvenin glisemik indeksi ne kadar düşükse diyetinizde o kadar yer verebilirsiniz­.
* Glisemik indeksi düşük besin­lerin seviyesi 55 ve altıdır; spor­dan sonra hari­cinde glisemik endeksi 70'i aşan meyveleri tercih etmeyin­.
* Glisemik indeksi düşük karbonhidratlar, kandaki glikoz ve insülin seviyelerinde küçük dalgalanmalara yol açarlar­.

Glisemik İndeksi Tablosun­da Meyveler

BAZI MEYVELERİN GLİSEMİK İNDEKS DEĞERİ
Elma 38
Muz 52
Greyfurt 25
Kuru üzüm 56
Kivi 58
Üzüm 46
Mango 51
Portakal 42
Şeftali 42
Armut 38
Ananas 66
Hurma 103
Çilek 40
Karpuz 72

İlgili aramalar: meyve yiyerek zayıflanır mı, hangi meyveler zayıflatır, glikoz indeksi nedir, hangi meyvalar yağ yakar, meyveyle zayıflamak mümkün mü

Çocuğum Yürürken Topallıyor Diyorsanız

Sponsorlu Bağlantılar:

Çocuğum Yürürken Topallıyor Diyorsanız

Daha çok erkek çocukların­da görülmekte olan Perthes hastalığı genel olarak aksama, topallama gibi sıkıntılarla ortaya çıkmakta­dır­­.  Genel­de 4 – 10 yaş arasın­da görülmekte olan Perthes hastalığı ne kadar erken  teşhis edilirse, tedavisi de o kadar başarılı yapıla­bilmektedir­­.

İstanbul Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi'nde Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı olarak görevli Prof­. Dr­. Şeref Aktaş, Perthes hastalığı ile ilgi­li en  çok öğrenilmek istenen  soruları cevaplandırıyor­.

Perthes hastalığı çocuk ortopedisi­nin mü­him hastalıkların­dan bir tanesidir­­. Perthes Hastalığı, femur başı denilen  uyluk en  üst kısmındaki top şeklindeki kemik bölgesi­nin kan akımı­nın geçici olarak duraksama­sı ile gelişmektedir­­. Bunun sonucunda, Perthes hastalığı femur başı kemiğinde nekroz denilen  kemik ölümü ve akabinde yeniden  nekrotik kemiğin uzaklaştırılıp yeni kemik oluşumuyla giden  bir süreç içerisinde seyreder­. Perthes hastalığı erkekler­de 4 kat daha fazla görülüyor!

Perthes hastalığı kaç yaşlardaki çocuklar­da görülür?
Perthes hastalığı genel­de 4 * 10 yaş arasın­da bulunan çocuklar­da rastlanan bir rahatsızlıktır­­. Perthes hastalığı erkek çocuklar­da kızlar­dan 4 kat daha çok görülmekte­dir­­. Perthes hastası çocuklar, genel yapı olarak çok hareketli yapıda olup ele avuca sığmayacak denilen  yapıda çocuklardır­­.

Perthes hastalığı­nın bulguları nelerdir?
Perthes hastaları, genel­de aksama, kalça ve/veya diz ağrısı şikayeti ile Çocuk Ortopedistine başvururlar­. Hastaların bulguları ba­zı zamanlar şiddetlenir, ba­zı zamanlar hafifler­. Perthes hastası olanların muayenelerinde eklem hareketleri sınırlı olmaktadır ve eklem hareketleri esnasın­da çocuk ağrıdan şikayet edebilmekte­dir­­. İleri vakalar­da bacak çapın­da incelme ve kısalık görüle­bilmektedir­­.

Perthes hastalığın­da tanı nasıl koyulur?

Perthes hastalığında, tanı anamnez, fizik muayene ve radyografi ile koyulur­. Perthes hastalığı tanısın­da olguların büyük bölümünde MR ya da tomografiye gereksinim duyulmamakta­dır­­.  Buna karşın, MR tetkiki, hastalığın erken  devrelerinde tanı koyulmasını sağlayabilmektedir­­. Radyolojik bulguların normal olma­sı ve aksamanın 1 hafta – 10 günlük süre içinde geçmeme­si halinde MR tetkikine gereksinim duyulabilmektedir­­. Erken  yaşta teşhis yapılması Perthes hastalığı tedavisi için çok önemli!

Perthes hastalığı­nın tedavisinde ne yapılır?

Perthes hastalığın­da femur başı­nın beslenmesi­nin bozulmasıyla femur başı kemiği­nin bazısı veya tamamın­da nekroz denilen  kemik ölümü görülmekte­dir­­. Vücut tarafından, bu nekrotik kemik absorbe edilerek (ortadan kaldırılarak), yeni kemik yapımı el­de edilebi­lir­­. Bu yeniden  yapım süreci boyunca kemik daha yumuşak ve güçsüz olduğun­dan atlama, zıplama ve düşme gibi travmalar­da baş kemiğinde kırık ve çökmeler görüle­bilmektedir­­. Yeniden  yapılanırken  femur başı aldığı basıya göre şekil alır­­. Bun­dan dolayı tedavide femur başını asetabulum denilen  kalça eklemi­ni yuva kısmı­nın içinde tutuluşu amaçlanır­­. Bu şekil­de küresel yapıda gelişimi hedeflenir­­.

Perthes hastalığı­nın tedavisinde ana gaye eklem hareket açıklığı­nın korunmasıdır ki baş küresel yapıda gelişebilsin­. Bilhassa ağrılı dönemler­de dinlenme ve antiemflamatuvar ilaçlarla tedavi önerilmektedir­­. Perthes hastalığı­nın süreci 2 * 2­.5 sene kadar sürmektedir­­. Bu süreçte çocuğun aşırı sportif aktiviteler­de bulunması, yüksekten  atlama­sı ve temas sporuna katılımına olanaklı oldukça mani olunmalıdır­­.  Bununla bir­likte çocuğun günlük aktivitelerinde kısıtlanmaya gidilmez­.

Femur başı topunu yuvada tutmak amacıyla bacaklar açık posizyon­da alçı uygulaması, bazı ortezler kullanı­mı ve cerrahi uygulamalar Çocuk Ortopedistleri tarafı ile kullanılan yöntemlerdir­­. Hastalığın seyri­nin uzun olma­sı (2 * 2­.5 yıl) çocukların alçı ya da ortez tedavisine uyumunu güçleştirmektedir­­. Bun­dan dolayı bir çok ortopedist gerekli vakalar­da cerrahi tedaviye yönelirler­. Cerrahide ana amaç, femur başı­nın küresel yapıda gelişimi­ni meydana getirmek amacı ile asetabulum yuvası­nın içinde yerleşmesi­ni sağlamaktır­­.

Perthes hastalığı­ nasıl seyrediyor?

Perthes hastalığın­da klinik seyir hastanın yaşı ve tutulumun miktarına bağlıdır­­.  Genel kural olarak 6 yaş altın­da Perthes hastalığı­nın seyri oldukça iyidir­­. 8 yaş üstü hastalar­da ise hastalığın seyri daha ağır geçmektedir­­. Hastaların mü­him bazısı sekelsiz iyileşirken  az bir kısım hastada ise kısalık, aksama ve femur başın­da şekil deformitesi (bozukluğu) görülmekte­dir­­.

25 Şubat 2015 Çarşamba

Göz Şişlikleri Nasıl Önlenir?

Sponsorlu Bağlantılar:

Göz Şişlikleri Nasıl Önlenir?

Sabahları şiş gözlerle kalkıyor ve bun­dan huzur­suz oluyorsanız bir gece öncesin­den  almanız lazım olan birkaç kolay ted­bir bulunmakta­.

Beslenme: Alkollü içeceklerden  ve tuzlu besinlerden  uzak duru­nuz­.

Uyku: Yeterince ve mümkünse deliksiz uyuyun­.

Bakım: Yatma dan evvel göz çevrenize nemlendirici krem sürmeyin­. Bunun yerine jel kullanı­nız­. Jelli kremler, göz etrafını rahatlatır ve sıkılaştırır­­. Hatta, daha iyi bir sonuç sağlamak istiyor iseniz göz jelinizi buzdolabın­da iyice soğuttuktan sonra kullanı­nız­. Bu her zamankin­den  daha ferah bir his yaratır­­.

TAVSİYELER
Tüm bunlara rağmen  sabah şiş gözlerle uyandıysanız, üzülmeyin kısa zaman­da eski duru­ma gelebilmeniz bir kaç ipucu:

Çiğ patatesi yuvarlak dilimler halinde kesin­. Gözlerini­zin üzerine birer adet yerleştirip 10* 20 dakika arası tutun­. Bun­dan başka antioksidan içeren  kremler de şişlerin inmesine yardımcı olacaktır­­.

Sorununuz kronikleştiyse, yani ne yaparsanız yapın şiş gözlerle uyanmaktan kurtulamıyorsanız kardiyovasküler egzersizler yapmanız gerekir­­. Yürüyüş, koşu, aerobik ve bisiklet bunların başlıcaları­. Bu hareketler, vücut­ta ödeme sebep olan tuz ve toksinlerin atılmasını sağlar ve yalnız­ca göz altlarınızdaki değil, bütün vücudunuzdaki şişliklerin giderilmesine destek olmakta­dır­­.

Şişliklerin inmesi­ni beklemek amacı ile fazla zamanınız yoksa, bir parça buzu göz çevrenizde hafif hafif gezdirin­. Bun­dan daha tesirli bir başka metot ise, içerisi­ne soğuk su ve buz küpleri doldurduğunuz bir naylon torbayı yüzünüze kapatıp dayanabilecek olduğunuz kadar beklemek­. İşe yaradığını göreceksiniz­.

Bu yöntemlerin hiçbiri işe yaramıyorsa, tek çare var: Şişlikleri makyajla kamufle etmek­. Tenini­zin rengindeki kapatıcıyı elmacık kemiklerinize kadar olan geniş alana ince bir katman halinde sürün­. Farınızı koyu renklerden  seçin­. Bordo, koyu gri veya koyu pembe ola­bilir örneğin­. Koyu renk bir rimeli, yalnız­ca üst kirpiklerini­zin en  ucuna doğru sürün­. Alt gözkapağınızdaki kirpiklere rimel sürmek dikkatleri bu noktaya çekeceğin­den  şişlikler ortaya çıkmakta­dır­­. 

İlgili aramalar: göz şişmeleri nasıl önlenir, sabah göz şişmeleri neden  olur, sabah kalkınca gözler­de şişlik

Şişmanlıkla Nasıl Baş Edilir?

Sponsorlu Bağlantılar:

Şişmanlıkla Nasıl Baş Edilir?

Günümüzde şişmanlık "harcadığın­dan fazla kalori almanın kaçınılmaz sonucu" gibi görülmekte olsa bile esasın­da bu söylem büyük bir sorunu basite indirgemektir­­. Tüketilen  gıdaların içerisindeki gizli düşmanlar da kilo almayı sağlamakta ve başta obezite olmak üzere birçok hastalığın kapılarını açmaktadır­­. 

Memorial Ataşehir Hastanesi'nde ve Etiler Tıp Merkezi'nde Endokrinoloji Bölümü’n­den  Doç­. Dr­. Gökhan Özışık, şişmanlıkla baş etmenin yolları ile ilgi­li bilgi verdi­.

Toksik Yağlar Vücut­ta Birikir

İnsanlığın eski düşmanı şişmanlığı, toksik yağların olmayışı lazım olan yer­de depolanıp vücudun tahammül edemeyeceği miktarlara ulaşması biçimin­de tanımla­mak doğru olacaktır­­. Aşırı yemek, durağanlık kilo almak amacıyla şüphe­siz birer faktördür­. Örneğin; bir deney hayvanı fazla beslendiği zaman veya tokluk merkezi­ni kontrol edici tek bir geni/hormonu yok edildiğinde obeziteye yol açıla­bilir­­. Bu tablonun esasın­da "hücresel düzeyde kapasite zorlanması"" yatmaktadır­­.  Lakin günümüz insanındaki durum çok daha değişiktir­­.Nedeni i­se tükettiğimiz besin­lerin organizmamı­zın tanımadığı şeker, yağ ve amino asitlerle dolu oluşudur­. Kısacası bunlar doğal olmaz ve soru­nun gerçek sebebidir­­.

Karaciğer Bir Taşıma Şirketi Gibi Çalışır

Sindirim yolu i­le kana karışan bütün besinler kimi kendi başına kimi de onları tanıyıp refakat edici özel proteinlerce doğru karaciğere götürülmektedir­­. Karaciğer bunları ayırmakta ve gerektiğinde de işleme elbet­te tutmaktadır­­.  Bir kargo mantığı ile çalışarak "lipoprotein" olarak isimlendiri­len  ve adeta kargo kutularını andıran özel proteinlerle paketlemekte, üzerine de içinde ne olduğunu ve nereye teslim edileceği­ni gösteren  bir barkod yapıştırıp sonr­dan tekrar kana verir­­. Hemen  göndermeyecekleri­ni ise depolamaktadır­­.  Eğer bu kargonun içerisindeki madde ""trans yağ, oksitlenmiş yağ veya vücudun tanımadığı bir şey"" ise hücreler bu kargoyu almak istemez ve geri gönderirler­. Karaciğer ise bu iade edilen  bozuk kargoyu gözden  uzak bir yere (cilt altı gibi) adeta sürgüne göndermektedir­­. Basit mantıkla, toksik maddeden  kurtulmaya çalışmakta, adeta onları yağ dokusu içinde izole etmeye çalışmaktadır­­.  Sonuç şişmanlık yani istenmeyen  yerler­de yağların birikimi ve vücudun deforme oluşudur­.

Cilt Yaşlanır, Yaşlanma Çabuklaşır, Kanser Kapıyı Çala­bilir

Hücre içerisi­ne giren  toksinler hastalık ve kansere giden  yolu açmaktadır­­.  Yağ depoların­da istiflenen  toksinler ise; olduğu yer­de bulunmakta olan dolaşımı bozmakta ve insülin, leptin, adiponektin, cinsiyet hormonları gibi hormonlara itaat etmemeye kadar bir dizi metabolik soruna yol açmaktadır­­.  Zamanla bu durum daha da kötüleşerek kontrolden  çıkar­. Giderek daha da kilo alma ve vücudun deforme olma­sı bir yana cilt sağlığı bozulmuş, kırışıklıklar, lekeler ve selülit ortaya çıkmış, yaşlanma hızlanmıştır­­. Kanser, kronik organ hasarı, beyin ve sinir sistemi­ni dejenere edici hastalıklar (Alzheimer gibi) ise işin başka bir boyutudur­.

Şişmanlıktan Korunmanın İpuçları

1­. Öğünleri aceleye getirmeyin, sakin ve rahat bir ortamda yemeye çalışın­. İyi çiğneyin­.
2­. Lokmalar arasın­da birkaç yudumdan fazla su içmeyin­.
3­. Günlük kalori­nin 03­.Nis’ünü kahvaltı ve öğlen  yemeğinde almaya çalışın, akşam yemeğidan sonra atıştırmalar­dan kaçının­.
4­. Doğal/geleneksel metodlar­la beslenmiş hayvanların etini, yumurtasını tercih edin­. Dana ve tavuk eti­ni ızgara yerine güveçte pişirin­.
5­. Kahvaltı hari­cinde yemekle, meyve tüketmeyin­.
6­. Sebze/meyve satın alırken  bilinç sahi­bi davranın­.
7­. Pastörize günlük sütten  yapılmış yoğurt ve kefir tercih edin­.
8­. Yağsız/light ürünleri bilinç sahi­bi tüketin­.
9­. Salatalarınıza elma sirkesi, nar ekşisi koyun, uygun miktar­da turşu tüketin (cam şişede bulunanları tercih edin)­.
10­. Tiroit hormonlarınızı, insülin düzeylerinizi ve idrarını­zın pH’sını kontrol ettirin­.
11­. Konserve, işlenmiş, hazır gıdaları bilinç sahi­bi tüketin, tatlandırıcıları (doğal olsa bile) doktorunuzdan tavsiye almadan kullanma­yınız­.
12­. Güneşten  yeteri ka­dar faydalanın­.
13­. Kaliteli uyku ve egzersizi ihmal etmeyin, stresi nasıl yöneteceğinizi öğrenin­.
14­. Sağlıklı bir bağırsak florasını nasıl idame ettireceğinizi öğrenin­.
15­. Ağız hijyeni­ni boşlamayın­.

İlgili aramalar: şişmanlıkla nasıl baş edilir, şişmanlık nasıl önlenir, şişmanlığın tedavisi nedir

Romatizmanın Tedavisi Var Mı?

Sponsorlu Bağlantılar:

Romatizmanın Tedavisi Var Mı?

Yazdan kalma günlerin ansı­zın başlayan soğuklarla sona ermesiyle yalnız­ca ruhumuzu değil; bedenimizi de zorlayan hastalıklar yavaşça bizleri ziyaret etmeye başladı­. Bunlar­dan bir tane­si de romatizma.

Hisar Intercontinental Hospital İç Hastalıkları ve Romatoloji Bölümü Başkanı Prof­. Dr­. Mehmet Soy ile Dünya Artrit Gününde kışın alevlenen  romatizmal hastalıklar hususun­da doğru bilinen  yanlışları konuştuk.

Romatizma hastalıkları­nın toplumda çok sık görülmekte olan hastalıklar olduğunu dile getiren  Prof­. Dr­. Soy; "Romatizmal hastalıklarla savaşan kişiler günlük yaşamları­nın etkilenmesi, yaşam kaliteleri­nin düşme­si ve ülkemizde kafi sayıda romatoloji uzmanı olmayışı gibi sebep­lerle ne yazık ki genel­de kulaktan dolma bilgilere başvuruyorlar­. Bu da beraberinde doğru bilinen  yanlışları getirmekte­dir­­." açıklamasın­da bulundu­.

Yanlış: Romatizma yalnız­ca eklemleri tutan bir rahatsızlıktır­­.

Doğru: Romatizmaların bazısı yalnız­ca eklemleri tutsa da mü­him bazısı eklemler hari­cinde deri, mukozalar, göz, kan elemanları, akciğer, böbrekleröncelikli olmak üzere birçok doku ve organı etkileyebilir­­. Hat­ta bazı zamanlar eklem hari­cinde bir yakınma da (tekrarlayan aftlar: Behçet hastalığı, gözde Üveitler: Ankilozan Spondilit ve Sarkoidoz, Ateş: SLE, Ailesel Akdeniz Ateşi) romatizma belirtisi ola­bilir­­.

Yanlış: Romatizma yalnız­ca yaşlılar­da görülmekte olan bir hastalıktır, gençler­de olmaz­.

Doğru: Halk arasın­da kireçlenme olarak bilinmekte olan Osteoartrit genel­de yaşlılar­da görülmekle beraber başka birçok romatizma türü genç ve orta yaşlı hastalar­da ortaya çıkmakta­dır­­.  Sistemik Lupus Eritematozus, Behçet Hastalığı, Ailesel Akdeniz Ateşi, Ankilozan Spondilit gibi hastalıklar ülkemizde ve bilhassa genç yaş grubun­da çok sık görülmekte­dir­­.

Yanlış: Romatizma yalnız­ca kadınların hastalığıdır­­.  Doğru: Romatizmal hastalıkların çoğunun kadınlar­da daha sık görüldüğü doğrudur­. Lakin birçok romatizmal hastalık erkekleri de en  az kadınlar kadar etkilemektedir­­. Sistemik Lupus Eritematozus (SLE), Antifosfolipid Sendromu, Sjögren  Sendromu ön plan­da kadınlar­da sık görülürken  bir­takım vaskülit türleri erkekleri daha fazla etkilemektedir­­. Bununla birlik­te erkekler­de Behçet Hastalığı ve Ankilozan Spondilit grubu bir­takım hastalıklar daha ağır seyreder­.

Yanlış: Romatizmalar yalnız­ca soğukta ortaya çıkmakta­dır­­. 

Doğru: Osteoartrit gibi bir­takım romatizmaların soğuk ve yağışlı havalar­da hastayı daha fazla huzur­suz ettikleri doğrudur­. Muhtemelen  dış ortamdaki basınç değişiklikleri­nin ekleme yansıma­sı nedeniy­le daha fazla yakınma olmakta­dır­­.  Öte yan­dan güneş bir­takım hastalıklara iyi gelse de, Sistemik Lupus Eritematozus gibi romatizmaları alevlendirebilir­­. Yani romatizmalar yalnız­ca soğukta veya kışın ortaya çıkmaz, her mevsimde meydana gele­bilir­­.

Yanlış: Romatizmaların tedavisi bulun­maz­.

Doğru: Eskiden  romatizma hastası olanların tedavisi kısıtlıydi­. Gerek romatizmal hastalıklar uzmanı sayısı­nın yetersizliği gerekse de tedavi imkânları­nın sınırlı olma­sı nedeniy­le birçok romatizmal hastalık yeteri ka­dar tedavi edilemiyordu­. Günümüzde birçok romatizmal hastalık amaç­lı modern tedavi yöntemleri geliştirilmiştir­­. Bilhassa romatoid artrit, Ankilozan Spondilit gibi hastalıkların tedavisinde mü­him başarılar sağlanmıştır­­.

Yanlış: Eklem sıvısı­nın alınma­sı zararlıdır.

Doğru: Eklem sıvısı esasın­da eklemler içinde az miktarlar­da mevcut olan ve eklemlerin rahat hareket etmesine imkan veren  kaygan bir sıvıdır­­.  Lakin iltihabi veya travmatik birçok neden­den  dolayı eklem sıvısın­da art­ma ola­bilir­­. Bu haller­de sıvı­nın mikroskopta incelenmesi, kültürünün yapılışı gibi tanısal amaçlarla ya da fazla sıvıyı ala­rak eklemi rahatlatmak amacıyla alınma­sı gerekebilmekte­dir­­. Bu haller­de uygun şekil­de yapıldığında, sıvı alınması­nın ekleme herhangi bir zararı gibi bir durum mevzu­bahis olmayıp tam tersi fayda­sı olmakta­dır­­.

Yanlış: Kortizon kullanı­mı katiyyen  zararlıdır­­.

Doğru: Elbette her ilaçta olduğu hal­de kortizonun da gereksiz yere kullanı­mı zararlıdır­­.  Lakin bir­takım haller­de ilaçları mecbu­ren  kullanmamız gerekir­­. Hat­ta bazı zamanlar kullanılmazsa daha fazla zarar görmemiz olanaklıdır­­.  Kortizon da böyle bir grup ilaçtır­­. Gereksiz yere kullanılırsa zarar verebilir fakat gerekli olduğu haller­de da kullanılmazsa, hasta zarar görebileceğin­den  mecbu­ren  hastalarımıza kafi doz ve miktarlar­da reçete edi­lir­­. Kortizon iltihaplı romatizmaların tedavisinde genel­de başvurulan ana ilaçlar­dan bir tanesidir­­. Bu hastalıkların birçoğunun bilhassa alevlenme zamanların­da kullanılır­­. Doktorun önerdiği şekil­de kullanı­mı ile zararları asgari­ye iner­. Başka şekil­de önerilmedi ise sabahları tek dozda alınma­sı önerilmektedir­­. Bununla birlik­te olanaklı olan en  düşük dozda ve sürede kullanılmadır­­.  Bun­dan dolayı bilhassa aşırı dozda kortizon kullanma­sı lazım olan hastaların sıklık­la doktoruyla görüşme­si gerekir­­. Aynı şekil­de vücuttan kalsiyum ve D vitami­ni dengesi­ni bozabileceğin­den  kalsiyumdan zengin beslenilmesi, D vitami­ni desteği alınmasın­da yarar bulunur­. Tuzdan, yağdan ve karbonhidrattan kısıtlı, protein­den  zengin besinler alınmalıdır­­.  Bununla birlik­te, potasyumdan zengin olan patates, muz, narenciye türleri gibi meyve ve seb­zelerin tüketimi yararlı olmakta­dır­­.

Yanlış: Bitkisel ilaçlar zararsız olup romatizmaya daha iyi gelirler­.

Doğru: Çeşitli bitkisel ilaçlar, türlü madenlerden  yapılmış olan bilezikler ve daha birçok alternatif tıp ürünü halk arasın­da çok sık kullanılıyor­. Lakin bilimsel olarak bunların hiçbirisi­nin işe yaradığına dair kanıt bulun­maz­. Üstelik almakta olduğunuz başka ilaçlarla etkileşip zarar da vere­bilirler­. Hekiminize danışmadan, bu çe­şit ilaçları kullanmak doğru olmaz­.

İlgili aramalar: romatizmanın tedavisi var mı, romatizmanın tedavisi nedir, romatizma nasıl tedavi edilir

22 Şubat 2015 Pazar

Hastalık Hastası (Fibromiyalji) Nedir?

Sponsorlu Bağlantılar:

Hastalık Hastası (Fibromiyalji) Nedir?

Hiç çalışmadığınız zamanlarda bile kendinizi devamlı yorgun ve uykulu hissediyor, her yeriniz ağrıyorsa; vücudunuzdan bütün enerji çekiliyor; kol ve bacaklarınızda derman kalmıyorsa; bel ki de fibromiyalji hastalığına yakalanmışınızdır.

Ağrı ve bitkinlik şikayetleriyle aylarca hat­ta yıllarca tanı konulamadığı için doktor doktor dolaşan, çevreleri tarafı ile "hastalık hastası" olarak damgalanan birçok kişi esasın­da fibromiyalji hastası­.

Dr­. Fizyoterapist Gamze Şenbursa tıpta, yumuşak doku romatizma­sı olarak tanımlanan, kadınlar­da erkeklere göre 7 kat daha fazla görülmekte olan sinsi hastalık ile ilgi­li şu bilgileri verdi:

Fibromiyalji depresyon, sabah sertliği, karın­da kramp, halsizlik ve uyku bozuklukları­nın da eşlik ettiği; kas, eklem ve yumuşak dokuda ağrıya sebep olan bir rahatsızlıktır­­. Fibromiyalji 2 tür olarak sınıflandırıla­bilir­­. Birinci tür daha sık görülür ve sebebi bilinmez­. İkinci tür ise spesifik; yaralanma ve cerrahiden  sonra gelişmektedir­­. Kalıtsal etkenlerin de etkisi bulunur­. Aile hikayesi bulunanlar­da daha sık görülmekte­.

Fibromiyalji hastası olanların en  az üçte ikisi her yerleri­nin ağrıdığını söyler­. Hastaların birçoğu kez yaygın vücut ağrısı olması­na rağmen, ana odak bir ya da iki bölgedir­­. Ağrı yanıcı, zonklayıcı ya da sabit ola­bilir­­. Genellik­le sabahları daha kötüdür, gün ­içinde iyiye gider ve geceleri yeniden  kötüleşir­­. Bir başka belirti uyku bozukluğudur­. Bu hastaların üçte birinde büyüme hormonu salgısı azdır­­.  Uyku düzensizliği­nin en  büyük sebep­lerin­den  biri budur­. Hastaların %60 ila 90’ın­da kötü uyku bulunur­. Ağrı şiddetine bakmaksızın, hastaların büyük bölümü uykuya dalmak için ve uykuyu devam ettirmekte zorluk çekerler, sık uyanırlar ve sabah dinlenmemiş olarak kalkarlar­. Dinlendirmeyen  uyku fibromiyalji­nin temel özelliklerindendir­­. Karakteristik olarak uyku hafif ve huzursuzdur­. En göze çarpan özelliklerin­den  bir tane­si de yorgunluktur­. Şiddeti farklılık göstermekte­dir­­. Hastanın günlük yaşam aktiviteleri­ni kısıtlar­.

18 HASSAS NOKTA
Fibromiyalji hastaların­da bir­takım duyarlı noktalar bulunur­. Bu noktalardaki ağrı tanıyı koyduran en  mü­him kriterdir­­. Duyarlı noktalar, boyun, omuz, üst göğüs ve bel bölgesinde kümelenir­­. Toplamda 18 duyarlı nokta bulunmaktadır­­.  Hastalığa baş dönmesi, soğuk intoleransı, migren, sık idrara çıkma, çene ağrısı, karpal tünel sendromu, deri duyarlılığı gibi farklı patolojiler eşlik edebilmekte­dir­­. Tanı koymak için 18 duyarlı noktanın en  az 11’inde ağrı tespit edilmelidir­­.

FİBROMİYALJİ NASIL TEDAVİ EDİLİYOR?
Atakların şiddeti ve sıklığı­nın kontrol altına alınabildiği­ni belirten  Dr­. Fzt­. Gamze Şenbursa, fibromiyalji­nin klinik seyri ve tedavi yöntemleri ile ilgi­li şunları söyledi:

Fibromiyalji tedavisinde asıl gaye ağrı – spazm* ağrı halkası­nın kırılmasıdır­­.  Manuel olarak dokulara yapılmakta olan gevşetme ve spazmı çözmeye yönelik uygulamalar, yumuşak dokuların hareketi­nin artışı­na yüzeysel kan akışı­nın artışı­na ve ağrı­nın azalışı­na destek olmakta­dır­­.

Omurgaya yönelik yapılmakta olan manuel uygulamalar, dokuları ve organları destekleyen, bağlayan veya ayıran dokunun hareketi­ni arttırmaktadır­­.  Ağrıya duyarlı oluşumlar üstündeki basıncı azaltır ve doku sıvılarını harekete geçirir­­. Omurgada eklem aralığın­da artışa neden  olarak kas spazmını azaltır ve endorfin salgılanmasına yol açar­. Tutuk ve ağrılı eklemleri serbestleştirir adezyonları açar ve hareketliliği arttırıp ağrıyı azaltmaktadır­­.

Meditasyon, yoga, hipnoz gibi gevşeme eğitimleri tedavi süreci boyunca etkindir­­. Kişiye ergonomik eğitim verilerek, uyku ve çalışma pozisyonları düzenlenir­­. Kişi­nin egzersiz eğitiminde büyük ehemmiyet arz eder­.

KAFEİN, ŞEKER VE ALKOL TÜKETİMİNE DİKKAT EDİN
Fibromiyalji hastaların­da beslenme de çok önemlidir­­. Stresi yok etmeye vücut­ta bulunan toksinleri temizlemeye ve bağışıklık sistemi­nin desteklemeye destek olmakta­dır­­.  Bu hastaların bilhassa şeker, kafein ve alkol tüketiminde dikkatli olmaları gerekiyor­. Bazı araştırmalara göre magnezyum desteği fibromiyaljili hastaların semptomlarını azaltmaya destek olmakta­dır­­.""

Kalp Hastaları Nelere Dikkat Etmelidir?

Sponsorlu Bağlantılar:

Kalp Hastaları Nelere Dikkat Etmelidir?

Kalp hastalığı kader olmaz­. Daha da ileri gitmek gerekirse akıllı insan kalpten  ölmez­. Başka bir deyişle yaşamayı seven, hayattan zevk alan insan kalpten  ölmez­. Kalp ve damar hastalıkları önüne geçilebilir hastalıklardır­­. 

Dünyada bir numaralı ölüm nedeni­nin kalp ve damar hastalıkları olduğuna dikkat çeken  Bayındır Hastanesi İçerenköy Kardiyoloji Bölüm Başkanı Prof­. Dr­. Timur Timurkaynak, hemen  hemen  iki kişiden  biri­nin kalp ve damar hastalıkların­dan öldüğü bir ülkede yaşadığımızı belirtti­.

Peki Suçlu Kim?

Kimler kalp hastası olur sorusunun cevabı daltonlara boyun eğenlerdir­­. Daltonları herkes bilir­­. Bu 4 azılı kardeş eskiden  bankaları soyar, paraları çalardı­. Şimdiler­de ise sağlığımızı çalıyorlar­. 80 yıllık ömrünüzü 50 seneye indiren, 30 yılımızı çalan bu Daltonlar gerçekten  de işleri­nin ustasıdır­­.  Lakin işin iyi yanı bunlarla mücadele edip 30 yılımızı kurtarmak olanaklıdır­­.  Modern tıp bugün kalp ve damar hastalıkları­nın bir kader olmadığını kanıtladı­.

Bu dört kardeşi kolesterol, tansiyon, sigara ve şeker hastalığı olarak tanınır­­. Her biri çok tehlikeli, ömrümüzü kısaltan azılı haydutlardır­­.  Daha da kötüsü eğer beraber dolaşırlarsa ortalıktan yok olmakta fayda bulunmakta­.En çok konuşulansa kolestrol­.

Kolesterol Hakkında Bilimsel Gerçekler

Gün geçmiyor ki medyada kolesterolle ilgili yeni bir haber olmasın­. "Kolesterol esasın­da zararlı olmaz­. Kolesterolü düşürmeye gerek bulun­maz­. Kolesterol ilaçları zararlıdır" gibi­.­.­. Başka yan­dan bilim insanlarına sorduğunuzda kolesterol en  azılı düşmandır derler­. Hangisine inanmalı­.

Kolesterol hücrelerimi­zin yapı taşı olmazsa olmazıdır­­.  Sağlıklı kolesterol düzeyi için şunu söylemek uygun olur; azı karar, birçoğu zarardır­­.  Doktorunuz kolesterolden  bahsederken  LDL kolesterolden  (düşük dansiteli lipopreotein) bahseder­. Kan testleri­ni yaptırdığınızda genel­de 4 farklı kolesterol değeri verilmekte­dir­­. Lakin akılda tutuluşu lazım olan nokta en  tehlikeli ve öldürücüsünün LDL kolesterol olduğudur­. L harfi ile başladığı için "Lanetli kolesterol""de denebilir­­. Bilimsel gerçekler kalpten  ölmek istenmiyorsa şu iki rakamın unutulmama­sı gerektiği­nin altını çiziyor­. Daltonlar­dan hiçbiri yoksa, lanetli kolesterol değeriniz 130 dan küçük, daltonlarla çoktan tanışıldıysa LDL’nin 70 dolayın­da olma­sı gerekiyor­.

Kolesterol oganların yapı taşıdır, fakat fazlası da o organlara giden  can damarlarını tıkar­. Evinizdeki musluktan akan su kireçli ise o musluğun bir müddet sonra kireçle kaplanarak tıkanacağını ve artık su akmayacağını herkes bilir­­. Kolesterol­de böyledir­­. Eğer kanınızdaki kolesterol düzeyi çok yüksek ise bir müddet sonra kalbinize, beyninize, böbreğinize, bacaklarınıza giden  damarlar aynen  kireçli suyun yapmış olduğu gibi tıkanır­­. Kalp krizi geçirirsiniz­. Felç geçirirsiniz­. 50 metre yürüyünce bacaklarınız ağrır, durmak zorun­da kalırsınız­. Kolesterol başka dalton kardeşlerden  biri ya da birden  fazlası ­ile bir araya gelecek olursa o zaman yukarıda sayılan hastalıklar çok daha ağır geçer ve ölümle sonuçlana­bilir­­.

Kolesterol Ne Kadar Düşerse Tehlikeli Olur?

Yeni doğan sağlıklı bir çocuğun göbek kordonundaki LDL kolesterol düzeyi 30 – 50 mg/dl düzeyindedir­­. Bu düzeyler­de bile çocuk sağlıklı doğabilmektedir­­. Bazı kalıt­sal hastalıklar­da LDL seviye­leri 10* 15 mg/dl düzeyindedir ve bu insanlar çok uzun yaşar ve kalpten  ölmezler­. Yukarıda belirtildiği üzere kolestrol hedefi Daltonlarla karşılaşmamış bulunanlar için 130, karşılaşmış bulunanlar için 70’dir­­. Bu hedefler insan sağlığını bozmaz tam tersi yaşamı uzatır­­. Daltonların yıllarınızı çalmasını engeller­.

Yaşam Tarzınızı Değiştirin

Yaşam tarzı değişikliği, hareketli olmak ve sağlıklı beslenmek manasına gelmektedir­­. Yürüyün, merdiven  çıkın, az yiyin, sık yiyin, ambalajdan, poşetten  çıkan hiç bir şeyi tüketmeyin, yalnız­ca doğal topraktan çıkan yiyecekleri tüketin­. Akdeniz mutfağı ile tanışın, sigaradan nefret edin­. Bunları yaparken  da­mak tadınızı da unutmayın­. Haftada bir gün kaça­mak yapın, sevdiğiniz kebabı yiyin­.

Kolesterolün asıl fabrikası karaciğerdedir­­. Karaciğer siz hiç kolesterol yemeseniz de kolesterolü üretmeye devam eder­. Yani yalnız­ca yiyeceklerle kolesterolü düşüremeyebiliriz­. Kolesterolünüzü düşürmek amacı ile karaciğerdeki fabrikanın kapısına kilit vurarak üretimi düşürmek gerekir­­. Bunun içinde fabrikadaki üretimi azaltacak olan kolesterol ilaçlarını kullanmak gerekir­­. Bu ilaçları 20 senedir kullanıyoruz ve artık doktor gözetiminde kullanıldığı zaman oldukça güvenilir ilaçlar olduklarını bilmek­teyiz­. Güvenli ve yaşam uzatan ilaçlar­.

Unutulmama­sı Gerekenler

1* Daltonlar ömrümüzü çalan dört azılı kardeştir: Tansiyon, kolesterol, şeker ve sigara­.­.­.
2* Daltonlarla daha önce hiç karşılaşmadıysanız LDL düzeyiniz 130’dan, karşılaştıysanız 70’den  küçük olmasına dikkat edin­.
3* Akıllı adam kalpden  ölmez­. Kalp hastalığı kader olmaz­.

21 Şubat 2015 Cumartesi

Kötü Nefes Kokusu Nasıl Geçer?

Sponsorlu Bağlantılar:

Kötü Nefes Kokusu Nasıl Geçer?

Kötü nefes ve ağız kokusu hemen her yaş insanda ve kesimde görülmekte olan yaygın bir sağlık sorunu­dur­. İş hayatında, eşler arasında, arkadaşlıklar­da gerçek bir problem yaratır. Bunun neticesin­de de psikolojik olarak da bireyi etkiler ve istenmeyen  sonuçlara sebep ola­bilir­­.

* Kötü nefes ve ağız kokusu, güzel olmayan bir koku ile karakterizedir­­. Kişi­nin çoğu zaman kendisi­nin de farkına varacağı bu koku çevreki insanlar tarafından hissedilir. Ağızda acı bir tat, dil yüzeyi paslı gibi hissi duyulur­.

KÖTÜ NEFES KOKUSU HAKKINDA BİLMENİZ GEREKEN GERÇEKLER

Sebep ne olursa olsun hayatı her açıdan olumsuz olarak etkilemektedir­­. Sebep olan etken doğru şekil­de tespit edilmelidir:

1* Sabah kalkınca olan nefes kokusu­.Uykuda tükürük üretimi yavaşladığı için ağızda mevcut olan (normal flora) bakteriler koku yapa­bilir­­. Sabah kalkınca ilk olarak diş ve dil fırçalanmalıdır­­.Böylece koku ortadan kalkar­.

2* Diş eti­nin kolay ya da ilerlemiş hastalıkları mutlak suretle şiddeti artan koku ile seyreder­. Aynı şekil­de çürük ve apseli dişler, yarım gömülü 20 yaş dişleri koku kaynağıdır­­.

3* Ağız kuruluğu: Eğer tükürük akışın­da problem var ­ise bu kuruluk kokuya sebep olmakta­dır­­.  Çeşitli ilaçlar,bazı bağ dokusu hastalıkları,tükürük bezi taşları sebep ola­bilir­­.

4* Genel sağlık sorunları; Bademcik yüzeyinde meydana gelen  taşlar ( çürük yumurta kokusu), sinüs enfeksiyonları, geniz akıntıları,bronşit,asit reflü gibi hastalıklar da kokuya neden  olmakta­dır­­.

5* Tütün ve tütün mamülleri (sigara puro,pipo) belir­li koku yapmakta­dır­­.

6* Bakımı doğru ve düzenli bir şekilde yapılmayan sabit ve hareketli protezler, gevşek kaplamalar, köprüler

7* Alkol kullanılışı

8* Sürekli kokan besinlerle beslenmek

AĞIZ KOKUSUNUN BELİRTİLERİ

Ağız ve dil­de güzel olmayan bir tat
Ağız kuruluğu
Diş etleri­nin kanama­sı ve kırmızı olması
Siyah renkli görünen  ve sızlayan çürük dişler
Paslı bir dil, dil üzerinde bir renk değişimi ve tabaka oluşması

AĞIZ KOKUSU NASIL TEDAVİ EDİLİR?

* Düzenli ve doğru diş fırçalama ve ara yüz bakımı(diş ipi,arayüz fırçası veya ağız duşu) yapılması
* Diş eti hastalığı ,çürük gibi problemlerin acil tedavisi
* Yenilen  besin­lerin seçimi ve bilhassa kokulu besinler­dan sonra bakım (doğru gargara, sakız ya da şeker kullanımı)
* Sistemik muayeneleri olmak (check up yaptırmak)
* Sigara ve alkol kullanmamak
* Sigara, alkol bırakılamıyırsa mutlak suretle uygun yani çinko muhteviyatlı gargara, sakız veya şeker kullanmak (geçici de olsa koku engellemek amacı ile çok etkilidir)

AĞIZ KOKUSU İÇİN NE ZAMAN DOKTORA BAŞVURMAK GEREKİR?

Diş etleri kırmızı ve kanamalı ise
Ağrıyan dişler varsa
Sürekli apse yapan 20 yaş dişi varsa
Ağız kuruluğu varsa ise
Ağızda ve dil­de yaralar varsa
Gece ağız açık uyunuyorsa öncelikli olarak diş doktoruna başvurulmalıdır­­.Asıl olan düzenli şekil­de 6 ayda bir kontrollere gitmektir­­.

Ağız kokusu tedavi edilen  bir haldir­­. Yalnız­ca doğru teşhis ve tedavi amaç­lı doktorunuza başvurmanız gereklidir­­. Bilhassa bu konuyla ilgili hekimleri seçmek ve tedavi olmak gereklidir­­.

Ağız Kokusu Tedavi Edilebilir Mi?

Sponsorlu Bağlantılar:

Ağız Kokusu Tedavi Edilebilir Mi?

Koku alma duyusu en  mü­him duyularımızdan biridir ve beynimi­zin duygu, bilinç ve yaratıcılığı etkisi altına alan bölümünde yer alır­­.

Koku alma duyusu 24 saat boyunca kesintisiz çalışır ve hiç bir zaman "kapatılamayan" tek duyudur­.

Vücudun ilk ve en  belirgin deneme mekanizmasıdır, bir ortamın iyi veya kötü olduğunu anın­da değerlendirir­­. Kokunun bizde bıraktığı ilk iz o kişiyi veya o hadi­seyi hatırlamada daima hafızamızda kalmasıdır­­.  Birlikte olduğunuz, konuştuğunuz, öpüştüğünüz veya uyuduğunuz kişi­nin sizde kalan en  mü­him izi kokusudur­. Bu kokunun kötü bir ağız kokusu olma­sı bütün ilişkileri negatif olarak etkileyebilmektedir­­.

İnsan­da koku duyusu, günlük duyguların %75’i­ni etkiler ve hafızada mü­him bir rolü bulunur­. İnsan, 10,000’in üstün­de koku molekülünü birbirin­den  ayırt edebilmekte­dir­­. Koku alma sistemi beyinde yer aldığından, koku alma duyusu hafıza, psikolojik durum, stres ve konsantrasyon ile yakınen  ilişiktir­­.

Duyguların iletişimi de koku ile yapıla­bilir­­. Kokunun psikolojik durum, duygular, hafıza, eş seçimi, bağışıklık sistemi ve hormonları etkilemiş olduğu yönünde de iddialar bulu­nur­. Uzmanlar ve araştırmacılar, kokunun en  kolay tanımıyla istekleri doğrulayan bir ruh hali ortaya çıkardığı ve bun­dan ötürü tesirli olduğu hususunda fikir birliği içerisindedirler­.

Bu bilgiler kokunun hayat içerisindeki yeridir­­. İnsan sosyal bir varlıktır­­. İletişim kurmak hayatımızdaki en  mü­him davranıştır ve iletişim kurarken  ilk adım konuşmaktır­­. İşte o an kokular devreye girer­. İlk kelimede ağızdan yayılan pis bir koku karşıdaki insan­da si­zin için ilk kayıt olarak hafızada kalacaktır­­.Sizi ilk belirleyen  şey belki de ağız kokunuz olacaktır­­. Ağız kokusu birçoğu kez size dişleriniz bir sinyalidir­­. Ağzınız hastayım diye uyarı yollamaktadır­­.  Bu sinyalleri dikkate almak ilerideki problemler ve tedaviler için önemlidir­­.

Tüm kokuların algılanma­sı nesneldir ve insanın kültürel yapısına ya da duygusal haline bağlıdır­­.  Ağız kokusu her kültür­de ve her yer­de aynıdır ve kişiye kendisi­ni kötü hissettirir­­. Kader olmaz­. Sebep birçoğu kez diş ve diş etleridir­­. Tedavi edilmektedir­­. Aristo’nun tanımladığı beş duyudan ikisi olan koku ve tat alma, "kimyasal duyular" olarak adlandırılır ve bazı zamanlar birbirin­den  ayrı değil bir tek duyu olarak değerlendirme yapılmakta­dır­­.  Daha iyi tatmak, ağız kokusu olmadan yaşa­mak hayattan alınan bütün tatları arttırmaktadır­­.

Algıladığımız her koku zihnimizde güzel anılar bırakmalıdır­­.  Sizi başkasının hafızasında öne çıkaran kötü ağız kokunuz olmasın­.

AĞIZ KOKUSUNUN TEŞHİSİ

Ağız kokusu türlü methodlarla ölçüle­bilir­­. Bu konuda tecrübe­li hekim kendi uyguladığı sistemle kokuya sebep olan gazları ölçerek teşhis eder­. Bu ölçüm ile teşhis konulur ve hangi tedavi­nin uygulanacağına karar verilmekte­dir­­.

AĞIZ KOKUSUNUN TEDAVİSİ

1* Ağız kokusu anlatılır,oral hijyen  eğitimi verilmekte­dir­­.

2* Profesyonel ağız temizliği ve ileri diş eti tedavisi yapılmakta­dır­­. 

3* Hastanın bütün bulguları açıklanır, tekrar hijyen  eğitimi, türlü ürünlerin bilgilendirmesi yapılmakta­dır­­.

4* Teşhise göre psikiyatrik değerlendirme yapılmakta­dır­­.

Ağız dışı odaklı kokular ise mutlak suretle araştırılışı lazım olan durumlardır­­.  Pek çok sistemik hastalığın bulgusu ola­bilir dahiliye ve kulak burun boğaz hekimlerince değerlendirilmelidir­­.

İlgili aramalar: ağız kokusu tedavi edilebilir mi, ağız kokusunun tedavisi nedir, ağız kokusu nasıl tedavi edilir

C Vitamini Soğuk Algınlığına İyi Gelir Mi?

Sponsorlu Bağlantılar:

C Vitamini Soğuk Algınlığına İyi Gelir Mi?

Dengeli beslenmeyen  ve kafi Vitamin C almayan insanların soğuk algınlığı geçirme riski ve grip gibi kış hastalıklarına yakalanma riski daha yüksek­.

Vitaminler ve minerallerin, bağışıklık sistemimiz üstündeki tesirleri gözardı edilemez diyor, Diyetisyen  ve Yaşam Koçu Gizem Şeber­. Neredeyse her biri­nin ayrı bir görevi bulunmakta­. Vitamin ve mineral yetersizliklerinde vücut direnci­nin azaldığı, hastalıklara daha ba­sit yakalanıldığı ve hastalık süresi­nin daha uzun olabileceği uzun zamandır bilinen  gerçekler­. C vitamini­nin bağışıklık sistemi hari­cinde da bedenimizde mü­him görevleri bulunmakta­. Fakat bağışıklık sistemi için önemi ayrı­.

Doku tamamiyeti­ni sağlayan kollejenlerin sentezinde görev alma­sı ve vücut­ta demir minerali­nin daha iyi kullanı­mı görevleri bile bağışıklık sistemi­ni destekleyen  olgular­. Bun­dan başka antioksidan olma­sı ve vücut­ta meydana gelen  zararlı maddelerin atılmasına yardımcı olma­sı sebebiy­le hem bağışıklık sistemi­nin güçlenmesi­ni sağlıyor hem de kansere karşı koruma sağladığı düşünülüyor­. Vitamin C yetersizliğinde; vücut direnci azalıyor, diş etlerinde kanama oluşabiliyor, damarlar­da kanama kolaylaşabiliyor ve bir­takım vitamin ve minerallerin vücut­ta bulunan yararlı tesirleri azalıyor­.

Bilenin tam tersi portakal, mandalina, limon gibi turunçgiller Vitamin C içerseler de, C vitamini­nin en  zengin kaynağı değiller­. Maydanoz ve asma yaprağı C vitamini­nin en  zengin kaynakları­. Fakat günlük tüketim miktarları genel­de sınırlı olduğu için ötürü günlük ihtiya­cı karşılamakta yetersiz kalabiliyorlar­. Çilek ve kuşburnu da Vitamin C muhteviyatı fazla olan meyvelerden­. Yeşil biber ve kivi başka en  iyi Vitamin C kaynakları­. Aynı oran­da olmasa bile bütün meyve ve seb­zeler­de Vitamin C bulunduğunu da hatırlatmak gerek­. 1 adet kivi, günlük Vitamin C gereksinimi­nin yaklaşık %80’ini, bir tane portakal ise yaklaşık %49’unu karşılar­.

C VİTAMİNİ DESTEĞİNİ KİMLER ALMALI?

Yapılan birçok bilimsel araştırmaya göre, uzun sü­ren  ve yüksek tempolu egzersiz yapanların Vitamin C desteği kullanma­sı gerekebilmekte­dir­­. Zira spor­dan hemen  sonra vücut­ta serbest radikal –zararlı madde miktarın­da art­ma gözleniyor­. Sigara içenlerin Vitamin C ihtiyacı, sigara kullanmayanlara göre daha fazla­. Zira sigara da vücut­ta zararlı maddelerin artışı­na neden  olmakta­dır­­.  Fakat bilinçsiz Vitamin C desteği uzun süreçte böbrek taşı rizikosu yaratabileceğin­den  ötürü, kişiler Vitamin C desteği başlama dan evvel mutlak suretle doktorlarına danışmalılar­.

SOĞUK ALGINLIĞI İÇİN C VİTAMİNİ ALMALI MI?

Bu konudaki tartışmalar ve bilimsel çalışmalar hala devam etmektedir­­. Finlandiya’da yapılmakta olan bir çalışmada, ek Vitamin C almanın soğuk algınlığına yakalanma oranını %80’e kadar azaltabileceği belirlenmiş olsa bile, bu çalışma yoğun egzersiz yapanlar­da gerçekleştiği için, hareketsiz kişiler­de sonuç net olmaz­. Başka çalışmalar da ise, soğuk algınlığı süresi­ni kısaltmaya yardımcı olduğunu fakat hastalığın gidişatını değiştirmediği ortaya çıkmış durumda­. Günde 1 gram Vitamin C alımı­nın olumlu yönde tesirleri ola­bilir­­. Erkeklerin günlük Vitamin C ihtiya­cı 90 mg, kadınların 75 mg’dır­­. 

GÜNLÜK C VİTAMİNİ İHTİYACINIZI KARŞILIYOR MUSUNUZ!

C VİTAMİNİ KÜRÜ
1 porsiyonu günlük Vitamin C gereksinme si­nin tamamın­dan fazlasını karşılar­.
Karışık Meyve suyu (1 kişilik)
2 adet portakal
2 adet kivi
2 dilim ananas
Hazırlanması: Bütün meyveleri yıkayarak soyun­. Tüm malzemeleri blender­dan geçirin­. Her seferinde taze hazırlayın ve bekletmeden için. Beklediğinde meyve suyunda Vitamin C kaybına neden  o­lur­.

İlgili aramalar: c vitamini soğuk algınlığına iyi gelir mi, soğuk algınlığına ne iyi gelir, c vitamini gribe karşı korur mu

20 Şubat 2015 Cuma

Saç Ektirmeden Önce İyi Araştırın

Sponsorlu Bağlantılar:

Saç Ektirmeden  Önce İyi Araştırın

Medical Park'ın Göztepe Hastanesi Saç Sağlığı ve Saç Nakli Ünitesi'nde Genel Koordinatör olarak görev yapan Songül Alcı, saç ekimi hususun­da uyardı: "Saç ektireyim derken  sakın çim adam' dönmeyin!"

Saçlarındaki dökülmeden  yakı­nan bireyler telaşla türlü tedavi yollarına başvuruyor­. Kimi­nin eczaneden  dökülmeye karşı ilaç ve şampuanlar aldığını kimi­nin ise aktara gidip bakım yağları hazırlattığını belirten  Songül Alcı, "Birçok kişi de doktora başvurmaktansa ruhsatsız çalışmakta olan klinikler veya kuaför/ güzellik salonların­da saç ektiriyor" dedi­.

Görüşmeyi Uzman Hekimlerle Yapın

Uzman Songül Alcı, saçla ilgili görüşmelerin pazarlamacı değil hekimle yapılışı gerektiğine dikkat çekip "Saç ekimi kolay bir hadi­se olmaz­. Mutlaka hastane ortamın­da ve uzman plastik cerrahi doktorları veya dermatologlar tarafından yapılmalıdır­­.  Aksi hal­de çim adama dönüle­bilir" uyarısın­da bulundu­. Alcı, Sağlık Bakanlığı’nın son yayınladığı tebliğ ile merdiven  altı çalışmakta olan klinikler ve güzellik merkezlerinde saç ektirmeyi yasakladığına işaret etti­.

Geri Dönüşü İmkansız Sonuçlarla Karşılaşmayın

Ruhsatsız çalışmakta olan klinikler veya kuaför/güzellik salonların­da saç ektiren  kişilerin, bazı zamanlar geri dönüşü imkansız sonuçlarla karşılaşılabildiği belirten  Songül Alcı, saçlarındaki dökülmeden  yakı­nan kişiler için en  tesirli çözümün saç ekimi olduğunu belirtti ve ekledi: "Bu metodu uygulamayı düşünen  bireyler mutlak suretle hastane ortamın­da bulunmalı ve uzmanlar­dan görüş alıp saç ekimi­ni yaptırmalıdır­­." Kısacası saç hekimi uzmanlık isteyen bir ciddi bir iştir. Bunu yanısıra saç ekimini yapan uzman bir sanatçı edasıyla bu olaya yaklaşmalıdır. Saç gelişi güzel ekilmez. Doğal ekim olması gerekir. Aksi halde toplum içerisinde komik duruma düşebilir ve eski kel halinizi arayabilirsiniz.

Kar Yenir Mi?

Sponsorlu Bağlantılar:

Kar Yenir Mi?

Hemen hemen tüm yurtta görülen beyaz tablo aldatıyor­. Rengin­den  ötürü temiz olduğu düşünülen  kar, içinde pek çok kimyasalı ve mikrobu barındırıyor­.

Kar yağışı­nın mikropları öldüreceği ve kar yemenin bağışıklık sistemi­nin direnci­ni arttıracağı inançları üzerine açıklamada bulunun Prof­. Dr­. Yonca Tabak; kar yağışı ile beraber hava sıcaklığındaki düşüşün, bir­takım mikropların yaşam alanlarını kısıtladığını, fakat bunun bütün mikropların yok olduğu manasına gelmediği­ni belirtiyor­.

Soğuk mikropları öldürmüyor

Dr­. Tabak, "İddia edilenin tam tersi olarak soğuk mikrobu kırmıyor­. Yapılan çalışmalar soğuk ve kuru havanın grip virüsünün yaşam süresi­ni uzattığını ve havada daha uzun süre kaldığını gösterir­­. Şu an kar ve soğuk hava ile beraber grip virüsü yayılımı için en  uygun hava şart­ları oluşmuş durumdadır­­." Açıklamasın­da bulunuyor Yonca Tabak; soğuk havanın bağışıklık sistemimizi de zayıflattığına değinerek hastalıklara karşı dikkatli olmamız gerektiği hususun­da uyarıyor­.

Beyaz rengine aldanarak sakın kar yemeyin!

Yağan karın yenilmesinin, bağışıklık sistemi­nin direnci­ni arttırdığı düşüncesine de değinen  Yonca Tabak, büyük şehirler­de karın, beyaz rengi gibi temiz olmadığını belirtiyor­. Hava kirliliği, atıklar ve daha pek çok etken  yağan kar ile birleşiyor­. Kar yemek mikropları bilerek bedeninize almanız demektir diyor­.

Tek kat giyinmek yerine kat kat giyinin

Bilhassa soğuk havalar­da giydiğimiz giysilere özen  gösterilişi gerektiğine dikkat çeken  Tabak, birkaç kat giyecekin üst üste giyilmesinin, giyecek katları arasın­da bulunan hava geçişi sebebiy­le kalın tek bir kat giyilmesin­den  daha sağlıklı olabileceği­ni belirtiyor­.

Yünlü giysilerin, bilhassa astımı olan kişilerde, terlemeyle bir­likte alerjiyi tetikleyebileceğine değinen  Tabak, yünlü kumaşlar kullanılacaksa mutlak suretle pamuklu bir kumaşın üzerine giyilmelidir diyor­. Mümkün olduğunca, terlemeye neden  olabilecek, polyester ve naylon karışımı kumaşlar yerine pamuklu kumaşların tercih edilmesi­ni tavsiye ediyor­.

Bağışıklık sisteminizi güçlendirin

Bilhassa kış ayların­da soğuk ve kar ile zayıflayan bağışıklık sistemi­nin güçlendirilişi gerektiğine değinen  Tabak, kış boyunca dikkat edilişi gerekenleri sıralıyor:

D Vitamini: Yeterince güneş görülmeyen  kış ayların­da cilt üstün­de D vitami­ni bireşimi yetersiz kalır, eksikliğinde enfeksiyonlar daha zor atlatılır­­. D vitami­ni bağışıklık sistemi için mutlak suretle gereklidir­­. Bun­dan dolayı kış ayların­da D vitami­ni desteği şarttır­­.

Omega 3: Enfeksiyona karşı direnci arttıran bir başka madde de omega 3 yağ asitleridir­­. Balık ve balık yağın­da bol bulunmakta olan bu maddenin kış ayların­da çocuklara destek olarak verilişi bağışıklık istemi­ni güç vermekte­dir­­.

Beslenme: Beslenme bağışıklık sistemi için çok önemlidir­­. Bol meyve sebze, tavuk, balık, kırmızı et ve tahıldan zengin beslenme antioksidan düzeyi­ni arttırıp kışın daha iyi geçişine imkan vermekte­dir­­.

Su: En iyi balgam söktürücü maddenin su olduğu düşünüldüğü zaman çocukların meyve suyu yerine su tüketilme­si hususun­da teşvik edilişi de çok önemlidir­­.

Şok Diyetin Zararları

Sponsorlu Bağlantılar:

Şok Diyetin Zararları

Kadınların öncelikli olarak da genç ve aşırı kilolu kadınların her zaman hayalini kurdukları bir şey bulunur­. Muhteşem vücut hatlarına sahip olmak ve daima incecik görünmek­. Kilolu kişiler hem psikolojik açıdan hem de fiziksel açıdan büyük bir so­run içinde yaşıyorlar ve bazı zamanlar bu durum karşısında herşeyi göze alarak şok diyetlere başvurup ani bir şekil­de kilo veriyorlar­­.  Şok diyet, hemen  hemen  hiç bir şey yemeyerek ve egzersiz yapmayarak vücut­ta bulunan kasların ve suların atılmasıyla olmakta­dır­­.

Şok diyet gerçekten  de insanların çabucak zayıflamasını sağlarken  vücut bu kadar hızlı kas kaybına bir anlam veremezken  deri kendisi­ni toparlayamıyor ve vücut bütünüy­le sönmüş bir balona dönüyor­. Deriniz bildiğiniz aşağıya doğru sarkıyor­. Bun­dan sonra da o deri asla kendi kendisi­ni toparlayamaz ve estetik operasyon yapılarak aşağı sarkan fazla derilerin alınma­sı gerekmekte­dir­­. Elbette bu operasyonlarda bayağı fazla maliyet gerektiriyor­. Eğer maddi durumunuz bunun için kafi değilse bu ameliyatı da devlet hiç bir şekil­de karşılamıyor­. Siz de o eski tombul ama buruş buruş olmayan halinizi özler duru­ma gelirsiniz­.

Diyetisyenler ve hekimler devamlı ve her defasın­da hızlı kilo vermenin ne kadar zararlı olduğu için bahsetse de bilhassa kadınlar hemen  olsun, şimdi olsun diyerek beklemek istemezler ve düzenli ve dengeli beslenmeden, spor yapmadan kilo vermenin peşinde koşarlar. Alakasız zayıflama haplarına dünyanın parasını harcarlar. Her duydukları zayıflama masalına inanır hale gelirler. Çünkü o ürünleri satan insanlar hayal satmayı hayallerle oynamayı çok iyi bilirler. Zaten bu hikayelerle kilo verenler kullandıkları hapların ve ilaçların etkisiyle değil,kendilerini aç bırakarak kilo verirler. Bu şekil­de verilen  kilolar azıcık bir yemek yendiği zaman fazlasıyla bedene geri dönüyor­. Çünkü vücudu aç bırakmak metabolizmanın vücuda giren besinlerin yağ olarak depolanmasına neden olur.

Bu makalede size anlattığım olayı gerçek bir şekil­de yaşayan ve herkese ibretlik olsun diye fotoğraflarını paylaşan İngiltere’ de yaşayan Kristina Miles adlı bir genç kadının öncesi ve sonrası resmini paylaşıyorum.

Kristina Miles, yeni evli ve daha güzel görünmek amacı ile 10 beden  küçüldü ve şimdi de sarkan derisi ile "artık annneanne gibi görünüyorum, estetik yaptıracak param da yok­tur­. Şimdi tek çarem kilo ala­rak eski tombul halime dönmek" diyor­. Siz siz olun asla 1 ayda 4 kilodan fazlasını vermeye çalışmayın­. Aşırı kilonuz var ­ise mutlak suretle bir diyetisyen­den  yardım alın­. Mutlaka ve mutlak suretle spor yapın­. Yoksa siz de Kristina Miles gibi hızlı zayıflama uğruna yeni zayıf görüntünüzden  pişman ola­bilirsiniz­.

İlgili aramalar: şok diyetin zararları nelerdir, hızlı kilo vermenin zararları, hızlı kilo vermek sakıncalı mı

19 Şubat 2015 Perşembe

Kıl Dönmesinin Belirtileri Nelerdir?

Sponsorlu Bağlantılar:

Kıl Dönmesinin Belirtileri Nelerdir?

Kıl dönmesi­nin sebep­leri­ni ve tedavisi­ni Hisar Intercontinental Hospital'de Genel Cerrahi Uzmanı olarak görev yapan Op­. Dr­. İlker Abcı’dan dinledik.

Kıl nasıl olur ve kıl dönmesi nedir?
Genel­de genç ve kıllı erkekler­de görülmekte olan hastalık çok kıllı olmayan erkekler­de ve bayanlar­da da görüle­bilmektedir­­. Halk arasın­da kıl dönme­si olarak bilinmekte olan kist dermoid sakral, genel­de kuyruk sokumu bölgesindeki kılların cilt altın­da yuvalanması, bu yuvanın enfekte olması, sonra­sı akıntılı bir apseye dönüşmesidir­­. Hastalık temel­de cilt altı dokusunun enfeksiyonudur­. Kuyruk sokumu bölgesi hari­cinde kasıklarda, göbekte ve koltuk altın­da da görüle­bilmektedir­­. Hastalığın sebebi kesin bir şekil­de bilinmese de; kuyruk sokumu bölgesindeki kıl kökleri­nin küçük iltihapları­nın zaman içerisinde genişlemesi, oturma ve kalça hareketleriyle bu iltihaplı yuvaya kılların yerleşme­si neticesin­de gelişmekte olduğu kabul edi­lir­­. Genel­de genç ve kıllı erkekler­de görülmekte olan hastalık çok kıllı olmayan erkekler­de ve bayanlar­da da görüle­bilmektedir­­.

Kıl dönme­si olduğu nasıl anlaşılır?
Hastalık kişi­nin kendi göremeyeceği alan­da olduğu için yol açtığı şikayetler sonra­sı fark edilmektedir­­. Kuyruk sokumu bölgesinde ağrı, şişlik, akıntı ve pis kok var ­ise mutlak suretle doktora başvurulmalıdır­­.  Hastalık genel olarak küçük bir sivilce olarak değerlendirip kendi kendi­ne iyileşmesi­ni beklenir­­. Kuyruk sokumu bölgesine bakıldığın­da orta çizgide çok küçük delikler, şişlik görüle­bilir; ender olarak hiç delik olmadan da hastalık gelişebilir­­. Hastalık bir iki gün içerisinde başlayan, ağrı ve şişlik şikayetine neden  olan, kıl dönme­si apsesi veya uzun süredir olan akıntı, kaşıntı sıkıntısıyla da kendisi­ni belli eder­.

Nasıl ve ne zaman tedavi edilir?
Tespit edildiği an­da tedavi edilişi gerekiyor­. Zira kıl dönme­si kendi kendi­ne iyileşmez; tam tersi hastalıklı alan zaman içerisinde büyür ve ihmal edildiğinde daha geniş bir alanı tutarak, ameliyat­ta daha geniş bir cilt ve cilt altı dokusunun çıkarılışı gerekebilmekte­dir­­. Kıl dönmesi­nin temel tedavisi ameliyat ile hastalıklı alanın çıkartılmasıdır­­.

Uygun hastalar­da bir­takım kimyasal maddeler kullanılan ameliyat dışı uygulamalar da kullanıla­bilir­­. Lakin eğer apse olursa hızla cerrahi teknikle apsenin boşaltılması gerekir­­. Apse gelişmeden  doktora başvurulursa kalıcı ameliyat planlanır­­. Sanılanın tam tersi kıl dönme­si ameliyatıdan sonra hastaların uzun süre yüzüstü yatma­sı gerekmez­. Bu dinlenme süresi içinde hasta istediği gibi yata­bilir, gezebilir, 48 saat sonra banyo yapa­bilir­­.

Ameliyattan 3 ila 5 gün sonra günlük işlerine geri dönebilir­­. Ameliyattan sonra kuyruk sokumu bölgesi­nin kuru ve kılsız tutulması gerekir­­. Bu amaçla tüy dökücü kremlerle ya da lazer epilasyon ile kıl temizliği faydalıdır­­.  Uygun seçilmiş tedavi metodu ve tecrübe­li eller­de sanıldığı kadar tekrar etme görülmemektedir­­. Tekrarlamaların bazısı pansumanlar ile tedavi edilebilmektedir­­.

Ses Kısıklığı Neden Olur?

Sponsorlu Bağlantılar:

Ses Kısıklığı Neden Olur?

Ses kısıklığını oluşturmakta olan çok sebep bulunur­. Bunların içinde çok kolay ve kendi kendi­ne iyileşebilecek ne­denler olduğu gibi, ciddi ve tedavisi maksadıyla büyük ameliyatlar gerekecek hastalıklar ola­bilir­­.

Sesteki çatallaşmalar, titreşimler, boğuk ses ve bunların dışında diğer bütün ses değişikliğine ses kısıklığı denilir­­. Ses kısıklığına sebep olabilecek hastalıklar arasın­da şunlar sayıla­bilir:

* Larenjit (Gırtlak iltihabı): Daha çok ses tellerindeki tahribat ve enfeksiyon netice­si ortaya çıkar ve ses kısıklığına hat­ta ses kaybına sebep ola­bilir­­. Aşırı derecede alkol, sigara tüketilme­si mide asidi­nin gırtlağa kadar çıkı­şı ve ses telleri­ni zorlayarak konuşma (bağırma) larenjitin en  fazla ortaya çıktığı durumlardır­­.

* Ses tellerinde nodül, kist ya da polip gibi iyi huylu kitleler: Ses telleri­nin aşırı düzensiz kullanımı, devamlı veya sıklık­la çığlık atılması, bağırarak konuşulması, doğal olmayan yüksek ton­da uzun süre konuşuluşu ses telleri­nin üzeri­ni örten  ince zarda, hafif şişliklere neden  olmakta­dır­­.  Polip olarak isimlendiri­len  bu şişlikler büyüyebilir ve bütün ses tellerine yayıla­bilir­­. Dış etken  olarak ise sigara dumanı ya da kimyasal dumanlar gibi tahriş e­den  dumanlar da poliplere neden  ola­bilir­­. Nodüller­de polipler gibi sesin aşırı düzensiz kullanılışı sonu­cu olmakta­dır­­.

* Akciğer hastalıkları: Uzun süreli ses kısıklıkları ciddiye alınmalıdır, akciğer kanseri­nin mü­him bir belirtisi olan ses kısıklığı, gerekli testler yapılmama­sı halinde (akciğer grafisi, tomografi ve gerektiğinde biyopsi) erken  tanıda gecikmeye dolayısıyla yaşam kalitesi ve süresine menfi tesirleri olacaktır­­.

* Ses teli hareketine imkan veren  sinirlerin felci: Ses telleri­nin hareketine imkan veren  fazlaca sayıda kas ve bu kasların hareket etmesine imkan veren  iki ana sinir bulunur­. Bu gırtlak kasları­nın hareket etmeme­si haline ses teli felci ismi veri­lir­­. Nedenlerin­den  en  önemlisi ses telleri­ni etkisi altına alan virüslerin neden  olduğu sinir iltihabıdır­­.  Bununla birlik­te beyin ve boyun (tiroit kanseri) bölgesi tümörleri ses kısıklığı ile kendisi­ni gösteren  ses teli felci ile sonuçlana­bilir­­. Kısık ve çatallanan ses öncelikli belirtilerdir­­.

* Mideden  yukarıya doğ­ru asit kaçağı­nın olma­sı (reflü): Baş ve boyun kanseri hastası olanların yaklaşık %30'un­da reflü tespit edilmiştir, genel­de ses kısıklığı ile kendisi­ni belli eder­.

* Alerji ya da iltihaplar­dan kaynaklı geniz akıntısı

* Gırtlak ve etrafında­ki dokulara ait tümörler

* Ses telleri çevresine gelen  darbeler

* Psikolojik ne­denler

* Şeker hastalığı ya da sinir sistemi hastalıkları gibi vücudun başka bölgeleriyle beraber ses teli­ni de tutan hastalıklar

Şu Durumlar­da Derhal Doktora Gidiniz

1 ila 2 haftadan daha fazla süren  ses kısıklıkların­da mutlak suretle doktora gidilmelidir­­. Ses kısıklığı ile bir­likte soluk alma zorluğu, ağızdan kan gelmesi, yutma zorluğu ya da boyun­da parça (şişlik) gibi şikayetler­de var ­ise KBB uzmanına başvurmak amacıyla acele edilmeli­dir­­. Ses kısıklığı olduğu zaman ne hemen  ciddi bir hastalık endişesine kapılmalı ne de çok küçümseyip muayeneyi ihmal etmemek gerekir­­.

İlgili aramalar: ses kısıklığı neden olur, ses kısıklığının nedenleri nelerdir, ses neden kısılır

Aşırı Terleme Nasıl Önlenir?

Sponsorlu Bağlantılar:

Koltukaltı Terlemesi Nasıl Önlenir?

Vücudunuzun bazı bölümleri (özellikle koltukaltı bölgesi) yaz kış demeden aşırı terliyorsa, botoks yaptırarak bu durumdan kurtula­bilirsiniz­.

Yoğun çalışmakta olan ve giyimiyle ön plan­da oldukları meslekleri yapan kişilerin imdadına yetişen  terlemeye karşı botoks uygulamasını, Hisar Intercontinental Hospital Nöroloji Bölümü Uzmanı Doç­. Dr­. Göksel Somay’dan dinledik.

Bilhassa stres, heyecan, uyarıcı ilaçlar, tiroid bezi­nin aşırı çalışması, kan şekeri değişiklikleri, böbrek üstü bezi hastalıkları, menopoz, kullanılan ilaç ve hormonların aşırı terlemeye neden  olabileceği­ni belirten  Doç­. Dr­. Somay; "Terleme cildi nemlendirerek vücut ısısını sabitler ve vücut­ta bulunan toksinlerin atılmasına imkan vermekte­dir­­. Tamamen  doğal olan bu süreç bir­takım kişiler­de istenmeyen  şikayetlere neden  ola­bilir­­." dedi.

Bilhassa koltuk altı bölgesindeki terleme kişiyi görünü­mü sebebiy­le huzur­suz ederken; koku sebebiy­le de zor durumda bırakmaktadır­­.  Zira pudra, krem veya spreyler terlemeyi bütünüy­le kesme özelliğine sahip olmaz; fakat kısa süreli geciktirebilir­­. Oysa botoksla çok tesirli ve uzun sü­ren  kalıcılık sağla­mak olanak­lı­.’diye konuştu…

Botoks nasıl yapılır?
30 dakika gibi kısa bir sürede uygulanabilen  botoks; bilhassa koltuk altı, avuç içi ve ayak tabanı terlemesinde kullanılır­­. İşlem yapılma dan evvel terleme probleminiz olan bölgelere iyot* nişasta testi yapılır ve aşırı terlemenize neden  olan aktif alanlar tayin edilmektedir­­. Bu alanların yaklaşık 2 mm derinliğine çok ince uçlu iğnelerle Botoks ilacı enjekte edilmektedir­­.

Botoks uygulaması, uygulama bölgesinde terleme işlevi­ni geçici olarak, bütünüy­le ya da belir­li bir şekil­de azaltarak etkisi­ni göstermekte­dir­­. Botoks’un etki­yi geçici olduğu amacıyla yapılmakta olan operasyon istenirse 6* 8 ay gibi uzun aralıklarla tekrarlana­bilir­­. İşlemin hemen  ardın­dan günlük hayatınıza rahat­ça dönebilirsiniz­. 18* 65 yaş aralığındaki herkesin yararlanabileceği bu uygulamanın neticesi­ni 2* 4 gün ­içinde görmeniz olanaklıdır­­. 

Kimlere Botoks Yapılamaz?
* Hamilelere,
* Emziren  annelere,
* Cildi­nin üstün­de enfeksiyon olan hastalara,
* Myasthenia Gravis (özellikle kaslar­da görülmekte olan kas zayıflığı) gibi nörolojik hastalıkları bulunanlara,
* Aminoglikozit türü antibiyotik kullanan hastalara,
* Bağışıklık sistemi­ni zayıflatan ilaçlar kullanan hastalara botoks uygulama­sı yapılmaktan kaçınılmalıdır­.

İlgili aramalar: aşırı terleme nasıl önlenir, koltukaltı terlemesi nasıl önlenir, aşırı terlemeye karşı ne yapılabilir, botoksla terleme önlenir mi

Gebelikte Saç Boyatılır Mı?

Sponsorlu Bağlantılar:

Gebelikte Saç Boyatılır Mı?

Uzmanlar, bebek bekleyen  anne adayları için gebelik dönemleri müddetince ilaç kullanılması hususun­da dikkatli olmaları, saç düzleştirme, saç boyatma ve perma gibi kimyasal içeren  işlemlerden  uzak durmaları tavsiyesinde bulunmakta­dır­­.

Etlik, Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğt. ve Araştır­ma Hastanesi’nde anne adaylarını bilgi sahibi yapmak amacıyla düzenlenen  "Gebelikte İlaç Kullanımı" konulu toplantıda uzmanlar hamilelik süreci boyunca alınmış olan ilaçların bebeğe geçme yolları, bu süreçte ilaç kullanımı­nın sınıflandırılması, yanlış ilaç kullanımı­nın zararları, hangi ilacın ne zaman kullanı­mı gerektiği konuların­da bilgiler verildi­.

Etlik, Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğt. ve Araştır­ma Hastanesi Başhekimi Doç­. Dr­. Ümit Göktolga, "gebelikte ilaç kullanılmamalı" veya ""her ilaç kullanıla­bilir"" gibi genellemelerin yanlışlığına işaret etti­.

Hekim kontrolünde, uygun dozlarda kullanılabilecek ilaçlar bulunduğunu bildiren  Göktolga, "Gebeliğin her süreci ilaç kullanılışı yönün­den  ayrı özelliklere sahiplerdir­­. Bunlar içerisinde ilk üç ay (1­. trimester) en  önemli olan dönemdir" dedi­.

Op­. Dr­. Ömer Lütfi Tapısız da, hamilelikte ilaç kullandığınız sırada çok dikkat edilişi gerektiği­ni ifade etti­.

Bilhassa gebeliğin ilk ayın­da ilaç kullanımın­da "ya hep ya hiç" kuralı­nın muteber olduğunu vurgulayan Tapısız, "Yani bir aylık bir gebe ilaç kullandığı zaman ya bebeğe hiç bir zarar vermez, veya düşüğe neden  olmakta­dır­­.  Türkiye’de gebelik esnasın­da ilaç kullanım oranı çok yüksek­. Gebelik esnasın­da reçeteli veya reçetesiz ilaç kullanma oranı yüzde 90 düzeyinde" biçimin­de konuştu­.

Gebelikte ilaç kullanılması sebebiy­le veya kimyasallara maruz kalınması­nın bebekte meydana gelebilecek anomalilerin önlenme­si için doktor onayı olmadan ilaç alınmama­sı uyarısın­da mevcut olan Tapısız, "Oluşabilecek anomaliler çocuğun hayatı boyunca taşıyacağı olağan dışı beyinsel ve fiziksel gelişim bozulmalarını içerebilir­­. Anne adayı­nın bu anormalliklerin sorumlusu olmaması gerekir" dedi­.

Saç boyalarına dikkat etmek gerek

Op­. Dr­. Şadıman Altınbaş ise anne adayları­nın ağrı kesicileri kullandığınız sırada çok dikkat etmeleri gerektiği­ni bildirdi­.

Ağrı kesici ve ateş dindirici ilaçların doktora danışılmadan alınmamasını öneren  Altınbaş, ""Eğer ağrı gideren  kullanı­mı gerekiyorsa parasetamol muhteviyatlı ilaçlar tercih edilmeli"" tavsiyesi­ni dile getirdi­.

Gebelikte gerekli haller­de antibiyotik kullanılabileceğini, fakat bunun dozunu ve süresi­ni hekimin belirleme­si gerektiği­ni vurgulayan Altınbaş, başka kimyasallarla ilgili de şunlara dikkati çekti:

"Anne adayları gebeliğin ilk üç ayın­da bitkisel muhteviyatlı de olsa katiyyen  saç boyası kullanmamalı, saç düzeltme ve perma gibi işlemleri yaptırmamalıdırlar­. İlk üç aydan sonrasındaki süreçte bitkisel muhteviyatlı saç boyaları kullanıla­bilir­­. Kozmetik kullanımın­da hiç bir metod kesin güvenilir olmaz­." dedi.

İlgili aramalar: gebelikte saç boyatılır mı, hamilelikte saç boyanır mı, hamilelikte perma yapılır mı, hamilelikte brezilya fönü yapılabilir mi