Sayfalar

31 Mart 2015 Salı

Zeytinin Faydaları

Zeyti­nin Faydaları

Zeytin daha çok Akdeniz Bölgesi'nde yetişen bir ağaçtır. Zeytin ağacı yapraklarını dökmeyen, büyük gövdeli 5 ila 20 metre yüksekliğinde olan ki uzun ömürlü bir ağaçtır­­.

Zeyti­nin yararları

* Karaciğere faydalıdır­.
* Sarılık hastalığına karşı tedavi e­den  özelliğe sahiptir­­.
* Bağırsak kurtlarını dökmeye yardımcı olur­.
* Zeytin ve zeytin yağı farklı kanser türlerine karşı vücudu korur­.
* Eczacılık alan­da birçok ilacın yapımı için kullanılıyor­.
* Bilhassa zeytinyağı bir kişi­nin bedene gereken  omega altı yağ asidinin tamamını karşılar­.
* Hücre yenileyici özelliğine sahip olan zeytin, cildi güzellik ­verir ve kişiyi daha genç göstermekte­dir­­.
* Zeytin yaprakların­dan yapılmakta olan içen  yüksek tansiyonu düşürür­.
* Yüksek oran­da A, D, E ve K vitaminlerini ihtiva eder­.
* Saçları dökülen  kişiler zeytinyağı ile saç diplerine masaja attıkları takdirde, saç dökülmeleri durur­.
* Zeytin ve zeytin yağı diktiği zaman hastalığına karşı tedavi e­den  nitelikleri dikkat çeker­.
* Sindirim sisteminiz çok zayıf ise zeytinyağını mutlak kullanı­nız­. Çünkü zeytinyağı içersinde doymamış yağ asitleri vardır ve bu olup asitler vücudunuzda birikmiş olan toksinlerin hepsi­nin atılmasına imkan vermekte­dir­­.
* Zeytinyağı banyo sonra­sı cil­de sürüldüğü zaman, sürüldüğü alandaki hücreleri yeniler­.

Zeyti­nin zararları var mıdır?

Hücrelerini­zin yenilenme­si içinizle eti­ni sürecin üst bölgelere dikkatli seçin­. Örnek verecek olursak yüzü bölgenize zeytinyağın­da hücre yenileme­si için fazlaca sürerseniz, zeytinyağı­nın kıl kökleri kuvvetlendirici etki­yi ile yüz bölgenizde kıllanma oluşa­bilir­­.

İlgili aramalar: zeytinin faydaları, zeytinyağının faydaları

Armut ve Armutun Faydaları

Armut ve Armutun Faydaları

Armut, sarı ile yeşil renk arasın­da bir renge sahip olan, yumuşak, tatlı, ufak çekirdekleri olan epey yararlı bir besindirç çengele armut, Ankara armudu, kumla armut olmak üzere birçok çeşidi bulunur­. Yemekler den  evvel yenecek bir tane armut, sağlık yönün­den  çok faydalıdır­­.

Armut faydaları

- Böbrekleri sağlıklı ve düzenli çalışmasına imkan veren  armut, böbreklerdeki kum ve taşların dökülmesine destek olmakta­dır­­.
- Kanınızı temizleyerek bütün salgı bezini­zin normal çalışmasına imkan vermekte­dir­­.
- İdrar yollarındaki iltihapları söken  armut, sıklık­la idrara çıkmanı sağlar­.
- Yüksek tansiyonu düşürücü etki sağlar­.
- Kabız olduğunuz zaman yiyeceğimiz bir tane armut, kabızlığa çözüm getirir­­.
- Sinir sistemi­ni güçlendi­rir­­.
- Susuzluk problemi­ni yok eder­.
- Bilhassa öğrencilerin armut tüketme­si halinde, ders çalışmaktan yorulan zihinleri­ni dinlendirir­­.
- Romatizma hastalarına, mafsal kireçlenme­si hastalığı bulunanlara armut tedavi e­den  etki ortaya koyar­.
- Madensel tuz yönün­den  epey zengin olan armut, bedenini­zin ihtiya­cı olan tuzlu karşılar­.
- Armut kalp çarpıntısını gidererek kalbinizi güçlendi­rir­­.
- Sindirim sisteminizi güçlendi­rir­­.
- Gebelik süreci boyunca baş gösteren  kusmaları engeller­.
- Nezle ya da grip olduğunuz zaman bu hastalıkları çabuk atlatmanız sağlar­.
- Çok sinirli kişi­lerin armut tükettikleri zaman daha sakin bir yapıya kavuştukları görülmekte­dir­­.

Armut zararları var mıdır?

Bilinen bir zararı olmayan armut, tansiyon düşürücü etki­yi ile düşük tansiyonu olan kişiler tarafından azıcık bir miktar tüketilmelidir­­.

İlgili aramalar: armutun faydaları nelerdir, armudun yararları neler

İncir ve İncirin Faydaları

İncir ve İncirin Faydaları

İncir, muhteviyatın­da yüksek miktar­da protein, vitamin ve mineraller barındırır­. İnsan vücudunun ihtiya­cı olan kalsiyumun yüzde 20’si 100 gram incir de bulunmaktadır­­.

İncirin faydaları

* İncir muhteviyatın­da yüksek miktar­da lif barındırır ve bu sebepten  ötürü ki tüketmiş olduğunuz gıdalardaki kolesterolün kana karışmadan bedeninize atılmasını sağlar.
* İncir sindirim sisteminizi güçlendi­rir ve vücudunuzu mikroplar­dan arındırır.
* Süt, peynir, yoğurt gibi gıdaları tüketmeyi sevmiyorsanız, mutlak incir tüketiminizi arttırmanız gerekir­­. Çün­kü süt peynir ve yoğurttan alamadığınız vitaminlerin tamamını incirden  ala­bilirsiniz­.
* İncir kansere karşı vücudumuzu korur ve kanser olan hücrelerin büyümesi­ni engeller­.
* Taze incir yaprakları­nın sütü sağılarak siğil olan alana sürüldü takdir­de siğilleri tedavi e­den  özelliği­ni göstermekte­dir­­.
* Kurutulmuş incir yaprakların­dan hazırlanan çay hemoroid ve ağrılarını yok eder­.
* İştah artışı özelliği bulunur­.

İncirin zararları
Belli bir zararın olmamasına karşın, çok tüketilme­si halinde ki şişmanlamanıza sebep ola­bilir­­.

İlgili aramalar: incir, incirin faydaları, incirin sağlığa yararları

Piüri Nedir?

PİÜRİ

Piüri, idrara cerahat karışması olayına verilen tıptaki isimdir. Böyle bir durumda idrar­da akyuvarlar bulunmaktadır­­.  Santrifüjdan sonra idrar­dan el­de edilen  çökelti mikroskop altın­da incelendiğinde, her mikroskop alanın­da esasın­da 3 ila 5 lökosit bulunmaktadır­­.  İdrar­da cerahat bulunması, yani piüri, idrar yolların­da iltihabi bir olayın bulunduğuna bir kanıttır­­. Bazı durumlar­da da üreme yollarındaki bir iltihap, piüriye neden  ola­bilir­­. Bazı vakalar­da ise iltihabın bulunmasına karşın, piüri bulunmaya­bilir­­. İdrara çok fazlaca miktar­da cerahat karıştığında, idrar boza yoğunluğun­da olabilmekte­dir­­. Bu duruma "masif piüri" denilmektedir­­. İdrardaki akyuvarların sayısı fazla olduğunda, bu durum çıplak gözle bile idrarın rengin­den  saptana­bilir­­. Buna "Makroskobik piüri" denilmektedir­­. Akyuvarlar sadece mikroskop altın­da saptanabiliyorsa, "Mikroskobik piüri"den  bahsedilebilir­­.

İlgili aramalar: piüri nedir, masif piüri ne demektir, mikroskopik piüri nedir, makroskobik piüri neye denir, idrardan cerahat atılması

Bakteriüri Nedir?

BAKTERİÜRİ

İdrar­da çok miktar­da bakteri olma­sı hadisesine "Bakteriüri" denilmektedir­­. İdrar­da en  çok koli, stafilokok ve streptokok bakterilerine rastlanır­­. Bakteriüride, idrar berrak görünümden uzaklaşarak bulanık bir görünüm kazanmaktadır­­.  Bakterilerin kaynağı, idrar yollarındaki herhangi bir yapı olabilir. Bunun yanısıra bağırsaklar veya bademcikler de bakteriler için bir odak oluştura­bilir­­. Bakteriüri'nin tedavisinde bakterilerin kaynağı bulunur ve buraya yönelik bir tedavi programı uygulanır.

Kum Dökme (Kristaliüri) Nedir?

KUM DÖKME (KRİSTALİÜRİ)

Oksalat, fosfat, ürat ya da sistin kristalleri­nin erimemiş halde idrar içinde atılmaları olayına "Kristalüri" (kum dökmek) denilmektedir­­.

İdrardaki eriyebilen  kalsiyum oksaltın erimeyen  kalsiyum oksalat tuzları haline gelişiyle, idrar­da oksalüri­nin egemen  olduğu bir kum dökme hadi­seyi saptana­bilir­­. İdrar asiditesi­nin azalması, diabetes mellitus (şeker hastalığı), lösemi, sarılık, sinirlilik ve mide-bağırsak hastalıkları halinde idrar­da oksalat atılımı çoğalmakta­dır­­.  Oksalüri biçimindeki kum dökme olayın­da atılan kristallerin miktarı fazlaca değilse, herhangi bir belirti gelişmeyebilir­­. Eğer atılan kristal miktarı fazlaysa, idrar etme esnasın­da yanma hissi, mikroskobik kematüri ve ender olarak da kolik şeklinde şiddetli ağrı gelişebilir­­. Kişi­nin fazlaca miktar­da sıvı alması, mide* bağırsak bozuklukları­nın düzeltilmesi, tedavide başarılı neticeler doğurmaktadır­­.

İdrar­da erimiş hal­de mevcut olan fosfatların erimeyen  hale dönmesine "Fosfatüri" denilmektedir­­. Kum dökmenin bu çeşidin­den  idrarın türlü sebep­lerle alkaliye dönüşme­si mü­him bir etkendir­­. Fazla miktar­da alkali gıdaların alınması, hiperparatiroidizm, mide asiditesi­nin artma­sı gibi haller­de idrar alkalileşir­­. Fosfatüride , idrar beyazımsı renkte ve bulanıktır­­. Bekletildiğinde ise dibine tebeşir tozu gibi fosfatlar çöker­. İdrar çıkarma esnasın­da üretrada yanma, dizüri ve bazı zamanlar de kolik şeklinde şiddetli ağrılar gelişebilmektedir­­. İdrar asiditesi­nin artırılışı ve fazlaca miktar­da sıvı ahnma­sı yararlıdır­­.  Üratüride ise, idrar­da erimemiş hal­de ürat kristalleri bulu­nur­. İdrar asiditesi­nin artması, idrarın yoğunlaşması, ürik asit atılımı­nın artması, üratüri yaratan sebep­lerdir­­. Çıkartılan idrar bir müddet bekletildiğinde, kabm dibine kiremit tozu gibi ürat kristalleri çöker­. Gut nöbetleri esnasın­da ve lösemide idrardaki ürik asit miktarı artmakta­dır­­.

Fazla miktar­da sıvı ahnması, alkali maden  suları­nın içilişi ile fosfatüri azaltılabilinir­­. Lakin asıl tedavi, etkene yönelik olmalıdır­­.  İdrar­da sistin kristalleri­nin olma­sı halkıe ""Sistinüri"" denilmektedir­­. Kalıtsal bir metabolizma hastalığıdır­­.  Fazla miktar­da sıvı alınmasın­da ve idrarın alkali hale getirilmesinde yarar bulunur­.

İlgili aramalar: kum dökmek, kristalüri, fosfatüri, kum dökme nedir, kristaliüri nedir

30 Mart 2015 Pazartesi

Kronik Böbrek Yetmezliği

Kronik Böbrek Yetmezliği

Bilindiği üzere, böbrekler­de yaklaşık olarak iki milyon tane nefron bulu­nur­. Her bir nefron ise glomerül ve bunu izleyen  böbrek tüplerin­den  meydana gelmiştir­. Glomerüller­de idrarın ilk taslağı hazırlanarak, bu taslak böbrek tüplerine boşaltılır­­.  Bu taslak böbrek tüplerinde türlü geri emilim ve salgılanma olaylarına uğrayarak asıl idrara dönüştürülmektedir­­. Nefronların herbirine küçük bir böbrek gözü ile baka­biliriz­.

Kronik yani müzmin böbrek yetmezliği tablosunda, türlü faktörlere bağlı olarak, ilerleyici bir biçimde nefronların sayısı giderek azalır­­. Bunun sonu­cu olarak da geride kalmış olan nefronlara giderek daha fazla iş düşmektedir­­. Nefronların sayısı azaldıkça glomerüller­de hazırlanmakta olan idrar taslağı­nın da miktarı azalır­­. Yani glomerül filtrasyonu azalır­­. Bu ise bir­takım maddelerin ve öncelikli olarak de ürenin kan­da birikimine neden  olur­.

Her bir nefrona fazla iş düştüğü için, böbrek tüplerinde idrar taslağından, idrar hazırlanışı da bozulmakta ve böyle­likle vücut­ta bulunan sıvı ve türlü maddelerin normal dengesi bozulur­­.

Böbrek tüpleri kendilerine gelen  idrar taslağın­dan vücut için gereken  su ve bir­takım maddeleri geri ememezler­. Bu ise hastanın fazlaca miktar­da idrar çıkarmasına, yani poliüriye neden  olmakta­dır­­.  Çok su kaybeden  hasta, bunu çok su içerek karşılamaya çalışır­­. Bu durum hastalığın başlangıç zamanların­da tespit edilmektedir­­. Hastalık ilerledücçe, yani nefronların sayısı azaldıkça glomerül filtrasyonu da azalmakta­dır­­.  Glomerül filtrasyonu normalin % 5 – % 10'una indiğinde, idrar hazırlanışı azalır ve vücut­ta tuz, su ve başka maddeler birikmeye başlamaktadır­­.  Bu tablo yüksek tansiyon, kalp yetmezliği ve ödemle seyreder­.

Kronik böbrek yetmezliğine neden  olan etkenler aşağıda özetlenmiştir­­.

1) Glomerülonefritler
2) Böbreklerde oluşan damar hastalıkları
3) Çeşitli zehirlenmeler
4] İdrar yolları­nın kronik tıkayıcı hastalıkları
6) Her iki böbreğin konjenital hastalıkları
7) Bazı enfeksiyon hastalıkları
5) Kronik piyelonefrit
8) Böbrekleri etkisine alan bir­takım böbrek hastalıkları
9) Radyasyon
10) Böbrek tüpleri­nin kronik hastalıkları

İlgili aramalar: kronik böbrek yetmezliği, kby nedir, müzmin böbrek yetmezliği nedir

29 Mart 2015 Pazar

Morarma Neden Olur?

Morarma Neden Olur?

Morarma deride ve mukozalarda bazı zamanlar da iç organların morumsu veya mavimsi bir renk almasıdır­­.  Kılcal damarlardaki kan­da indirgenmiş, yani oksijene bağlanmamış hemoglobin veya methemoglobin ve sulfhemoglobin gibi hemoglobin türevleri­nin artışı­na bağlı bir şekil­de ortaya çıkmakta­dır­­.  Genel­de dudaklarda, parmak uçlarında, dil­de ve kulaklar­da daha belirgindir­­. Morarmanın görülüşü için 100 mi kan­da 5 gr’den  fazla indirgenmiş hemoglobin bulunması gerekir­­. Kandaki toplam hemoglobin oranı ne kadar yüksekse, bu değere o kadar çabuk ulaşılır­­. Kandaki alyuvar sayısı­nın artmış olduğu polisitemide morarma daha ba­sit ortaya çıkmakta­dır­­.  Oysa ki kansızlık durumunda hemoglobin oranı düşük olduğu için indirgenmiş hemoglobin de az olur ve morarma daha geç görülmekte­dir­­. Kan hemoglobininde hiç bir farklılık yok iken  de deride ve mukozalar­da pigment artmasına bağlı renk değişiklikleri oluşa­bilir­­. Örneğin, deri kronik gümüş zehirlenmelerinde gümüş birikimi sebebiy­le grimsi mavi, altın tuzlarıyla tedavi esnasın­da da altın birikimine bağlı bir şekil­de mavimsi bir renk alır­­. Bu durumda gerçek manada morarma mevzu­bahis olmaz­.
Morarmanın Çeşitleri

Yaygın Morarmalar

* konjenital (doğumsal) kalp hastalıkları
* dokular­da su tutulma­sı ve damarlar­da kan toplanmasına bağlı bir şekil­de gelişmekte olan konjestif kalp yetmezliğinden kaynaklanan akciğer bozuklukları
* solunum yetmezliği
* tıkanshy;ma yapıcı hastalıklar (astım, amfîzem, kronik bronşit)
* sınırlayıcı bozukluklar (şişmanlık, omurganın bir yana doğru ilerlemiş eğriliği yani tıpta ki adıysla skolyoz)
* akciğer dokusun­da azalmaya sebep olan hastalıklar (pnömokonyoz, sarkoidoz)kaynaklandığı kan bileşimi değişiklikleri
* polisitemi

Bölgesel Morarmalar

kaynaklandığı atardamar dolaşım bozuklukları:

* ba­riz bir alanla sınırlı damar sertliği
* Raynaud hastalığı
* akrosiyanoz
* Buerger hastalığı
kaynaklandığı toplardamar dolaşımı engelleri:

* akut tromboflebit
* kronik toplardamar yetmezliği
* üst anatoplardamarın tıkanması
* alt anatoplardamann tıkanması
İlgili aramalar: cilt neden morarır, morarma neden olur, morarmanın nedenleri nelerdir, deride morluk neden olur, vücut neden morarır

Mikrospori

MİKROSPORİ: Genel özellikleriyle trikofitiye benzeyen  bir tür mantar hastalığıdır­­.  Bu da halk arasın­da saçkıran olarak bilinir­­. Saçlı deride meydana getir­diği plaklar trikofitidekilere benzer­. Fakat bunların sayısı­nın daha az, her bir plağın çapı daha büyüktür­. Mikrospori'nın neden  olduğu yamalar biçimindeki alopesiler (saç dökülmeleri), nedbeleşmemiş bir zemin üstün­de oldukları için iyileşirler ve bu bölgeler­de yeniden  saç çıkmakta­dır­­.  Tedavi ve koruyucu önlemler, trikofitide olduğu gibidir­­.

Trikofiti

TRİKOFİTİ

Trikofiti halk arasın­da saçkıran veya kuru kel adlarıyla bilinen hastalıktır­­. Erkek çocuklar­da daha sık olmak üzere, okul dö­nemi çocukların­da görülmekte olan bulaşıcı bir mantar hastalığıdır­­.  Genel­de erginlik çağın­dan sonra nedbe izi (sikatris] bırakmaksı­zın kendi kendi­ne iyileşir­­. Hastalık sebebiy­le yer yer dökülen  saçların iyileşmeyle yeniden  çıktığı görülmekte­dir­­.Bu hastalığa neden  olan mantar türüne "Trikofiton" denilir­­. Trikofitonlar kıl folikülünün ağzın­dan girerek saç gövdesine, sonr­dan da saçın içerisi­ne yerleşirler ­. Böylelikle saçın rengi değişir, gevrek duru­ma gelmektedir­­. Sonrasın­da saçlı deride yer yer küçük yuvarlak-oval plaklar olmakta­dır­­.  Bu plak bölgelerindeki saçlar, yukarıda değindiğimiz gibi renkleri­ni değiştirmişler, gevrekleşmişlerdir­­. Kolayca dökülerek yer yer yamalar biçiminde, birçoğu geçici kelliklere neden  olurlar­. Trikofiti vakaları­nın tedavisi "Griseofulvin" adlı ilaç ile yapılır­­. Bu hastalığı geçirmekte olan çocuklar, katiyyen  okula gönderilmemelidir­­. Çocuğun başı örtülmeli ve kullandığı şapka, tarak, havlu, fırça, yastık kılıfları, kaşkol­, başörtüsü ve saçıyla temas etmiş olan öbür bütün eşyalar dezenfekte etmek gerekir­­. Okul ve oyun arkadaşları, kardeşleri ve eğer var ­ise evdeki kedi ve köpek bu hastalık açısın­dan araştırılışı gerekir­­. Bulaştırmayı engellemek amacı ­ile çocuğun yaşıtlarıyla ve ev hayvanlarıyla oynama­sı bir müddet önlenmelidir­­.

İlgili aramalar: trikofiti nedir, saçkıran nedir, saçkıran nasıl bir hastalıktır, kuru kel hastalığı nedir

Kerion Selsi

KERİON SELSİ

Mikrosporium ve trikofitonların neden  olduğu saçkıranın daha derin olan ve iltihaplı biçimi olarak kabul edilen  bir mantar hastalığı türüdür­­.  Burada mantarlar kıl folikülleri­nin derinliklerine inerek onların iltihaplanmalarına neden  olmuşlardır (Folikülüt)­. Bu bölgeler iltihapla plaklar şeklinde görülür ve üzerlerindeki saçlar kolaylık­la köklerin­den  koparıla­bilir­­. Lezyon, kenarların­dan sıkıştırıldığın­da cerahat akar­.

İlgili aramalar: kerion selsi nedir, keryon selsi

28 Mart 2015 Cumartesi

Spermatik Kordon

SPERMATİK KORDON: Erkek çocuk anne rahmindeyken, doğuma kısa bir müddet kalana kadar testisleri karın boşluğunun içindedir­­. Doğuma yakm günler­de testisler beraberlerinde duktus deferenslerini, damar ve sinirleri­ni de alıp karın ön duvarın­dan aşağı, skrotumun içerisi­ne inerler­. Bu iniş esnasın­da karın ön duvarından, bir­takım kas liflerin­den  ve ‘Fasya’ denilen  zarlar­dan oluşmuş bir tünel teşkil eder­. Bu tünele ‘Spermatik kordon’ denilir­­. Testisler skrotuma inip daha son­ra spermatik kordonun içerisin­den  ‘Duktus deferens’, atar ve toplardamarlar, bir­takım sinir lifleri, lenf damarları geçer­.

Vezika seminalis

VEZİKA SEMİNALİS

Vezika seminalis, kendi üstün­de fazlaca sayıda kıvrılmış tek bir borucuk sistemidir­­. Bu borucuk sistemi­nin duvarı içten  dışa doğru mukoza, kas ve gözenekli bir doku tabakasın­dan meydana gelmiş­tir­­. Mukozat ab akasın­da salgı yapan hücreler de bulunmaktadır­­.  Vezika seminaliste hazırlanan salgı­nın içinde fruktoz ve ‘Vezikülin’ de bulu­nur­. Bu salgı spermium hacmi­nin büyük bir kısmı­nı oluşturur­. Vezika seminalis olgun spermiumlarm depolandığı bir alan olmaz­.Spermiumlar, Epididimis’de depolanırlar­. Vezika seminalis salgısı içinde mevcut olan fruktoz, spermiumun enerji hammaddesidir­­.

Meni, cinsel birleşmede ejakülasyon esnasın­da erkek penisin­den  kadı­nın vaginasma boşalan yapışkan kıvamdaki salgıdır­­.  Bu salgı­nın içinde kadı­nın dişi eşey hücreleri­ni (ovum* yumurta) dölleyecek olan erkek eşey hücreleri, yani spermiumlar bulunmaktadır­­.  Vezika seminalis, idrar torbası­nın arkasında, rektumun da önünde bulu­nur­. Vezika seminalisi oluşturmakta olan borucuk sistemi duktus deferensin son bölümü ile prostat içinde ağızlaşır­­. Bu ağızlaşmadan sonra meydana gelen  2 santimetre uzunluğundaki kanalcığa ‘Duktus ejaküiatorius’ denilmektedir­­. Duktus ejaküiatorius sağda ve solda birer tanedir ve prostatik üretranın arka duvarındaki ‘Kolli-kulus seminalis’ denilen  alana açılır­­. Burada son olarak vezika seminalis salgısı­nın içinde mevcut olan maddeleri daha yakınen  inceleyeceğiz­. Salgı nmkus bakımın­dan çok zengindir, içinde bolca glukoz, bunun yanı sıra fruktoz da bulunmaktadır­­.  Son iki madde spermatozoidlerin enerji hammaddeleri­ni teşkil eder­. Salgı­nın içinde C vitamini, amino asitler ve Vezikülin bulunur­. Vezika seminalisin salgıladığı bu salgı, spermatozoidler için uygun bir korunma, beslenme, taşınma ortamı görevi­ni yerine getirir­­.

Hidrotübasyon

HİDROTÜBASYON

Fallop borularına bir alet yardımı i­le ilaçlı su verilmesine hidrotübasyon denilir­­.

Hidrotübasyon, fallop boruların­da var olan tıkanıklıkların açılabilişi amacı ­ile kullanılan modern tedavi yöntemlerindendir­­. Rahim ve fallop boruları­nın filmi­nin (histerosalpingografi) çekiminde olduğu şekil­de rahim ağzına adapte edilen  (yerleştirilen) bir alet yardımıyla, uygun basınçta ilaçlı su verilerek, fallop borularındaki var olan tıkanıklıklar açılmaya çalışılır­­. Fallop borularına verilen  bu ilaçlı su, birçok ilaçlar­dan oluşmuş bir karışımdır­­.  Bu, antibiyotik, kortizon, ağrı gideren  ve yapışıklığı eritecek maddelerin karışımın­dan ibarettir­­. Adet devri­nin ilk yarısın­da yani prolifera* syon süreci boyunca haftada bir veya iki kez uygulanmakta­dır­­.  Hidrotübasyon, fallop borularına uygulanacak ameliyatlar dan evvel hazırlık amacı ­ile da uygulanabildiği gibi, ameliyattan son­ra tıkanık olma­sı açılmış fallop borusunun açıklığı­nın devamı­nın el­de edilme­si için de uygulanmakta­dır­­.  Pelvis bölgesinde iltihabi bir hadi­se var ­ise veya üreme organların­da daha önce geçirilmiş operasyon veya iltihabi hastalıkların netice­si yapışıklıklar var ­ise hidrotübasyon uygulaması­nın sakıncası bulunur­. Hidrotübasyon uygulama­sı sonucunda, çocuğu olmayan her yüz kadın­dan yaklaşık olarak yirmi kadarı çocuk sahibi olabilmekte­dir­­.

İlgili aramalar: hidrotübasyon nedir

27 Mart 2015 Cuma

Epizyotomi (Dikişli Doğum)

EPİZYOTOMİ

Normal vajinal doğum sırasında, perinenin korunma­sı ve meydana gelebilecek istenmeyen  perine yırtıkları­nın önlenme­si amacı ­ile hekim tarafı ile yapılmakta olan 4* 5 cm’lik perine kesisidir­­. Tıp dilinde epizyotomi ismi­ni alan bu perine kesisi halk dilinde "dikişli doğum" adı ile bilinir­­. Doğum sonrası kesilen  bu yer yine doktor tarafı ile dikilir­­. Kesilen  bir yerin tamiri ve iyileşmesi, meydana gelebilecek bir yırtığa oranla daha sağlıklı ve ba­sit olduğu için genel olarak ilk doğumlar esnasın­da epizyotomi yeğlenirjlk doğumda perine direnci­ni oldukça kaybetmiş olduğundan, daha sonrasındaki doğumlar­da genel olarak epizyotomi gerekmez­. Hiç doğum yapmamış kadınlarda, doğum yapmış bulunanlara göre daha fazla görülmekte olan, anüsün de yırtılabilmedi gibi kötü hadiselere yol açabilen  perine yırtıkları epizyotomi yapılmasıyla önlenmiş olmakta­dır­­.

Forseps

FORSEPS NEDİR?
Doğum esnasın­da bebeğin dışarı çekilişi için kullanılan bir­takım özel aygıtlara "Forseps" denilmektedir­­. Bu aygıtların kullanılmasıyla, gerekli görülmekte olan bir­takım haller­de doğum hadi­seyi hızlandırılın akta ve kolaylaştırılmaktadır­­.  Lakin forsepslerin kullanılmasını gerektirmiş olan durumlar:

A) Çocuk ile ilgili gereklilikler
1) Çocuk kalp atışların­da bozuklukların saptanması
2) Göbek kordonunun sarkması
3) Plasentanın erken­den  ayrılması

B) Anne ile ilgili gereklilikler
1) Rahim gücünün herhangi bir neden­den  dolayı çocuğu daha fazla itememesi
2) Ani akciğer ödeminin gelişmesi
3) Kalp hastalıkları
4) Doğum esnasın­da enfeksiyonun bulunması

Vakum İle Doğum

VAKUM İLE DOĞUM

Bebeğin başına uygulanmakta olan metal bir tablanın vantuz gibi etki edip bebeğin doğumuna yardım edilmesidir­­. Adın­dan anlaşılabileceği gibi "vakum ile doğum" negatif basınç temeline dayanmaktadır­­.  Çan olarak isimlendiri­len  değişik boyutlardaki metal aygıtlar bebeğin başına yerleştirilir, çanın ucun­da iç içe hortum ve zincir bulunur­. Bu hortumun başka ucu negatif basınç sağlayan, yani vakum oluşturmakta olan bir makineye bağlanır ve makine çalıştırılarak ba­riz bir müddet beklenir, tam vakum oluştuğun­da da zincir yardımı i­le bebek annenin rahim kasılışları ile aynı an­da yavaşça çekilir­­. Doğum sonrası bebeğin başın­da çanın biçimi­ni almış biçimde bir şişlik kalır, bu tümüyle bebeğin kafatası­nın hari­cinde olup, kafa içiyle, beyinle ilgili olmaz­. Yaklaşık 10 gün içerisinde kendi kendi­ne yavaşça kaybolmaktadır­­.  Vakum ile doğum forseps uygulamasını gerektirmiş olan haller­de gerçekleştiri­lir­­. Fakat vakum ile doğum tümüyle forsepsin yeri­ni dolduramaz, bazı zamanlar ona yardımcı olarak, bazı zamanlar de tümüyle onun yerine kullanıla­bilir­­.

26 Mart 2015 Perşembe

Preeklampsi Neden Olur?

PREEKLAMPSİ

Gebeliğin 20­. haftasın­dan sonra gelişmekte olan yüksek tansiyon, proteinüri ve vücut­ta yaygın ödem gelişme­si haline preeklampsi denilmektedir­­. Eğer 24 saatte idrarla atılan protein (proteinüri) 5 gr ‘dan fazla ise bu durumlar­dan bir ya da birkaçı­nın bulunmuş olduğu preeklampsi vakalarını ciddi vakalar olarak değerlendirmek gerekir­­.

Gerek preeklampsi gerekse de eklampside temel bozukluğun damarların aşırı daralma­sı olduğu gösterilmiştir­­. Damarların vücut­ta üretilen  damar büzücü maddelere aşırı bir duyarlık gösterdikleri ortaya konmuştur­. Lakin bu aşırı duyarlığın necleni henüz bilinmiyor­. Damarlardaki aşırı daralma sebebiy­le organların kanlanma­sı bozulmaktadır­­.  Bu ise o organlar­da kanamalara, Ölü dokuların gelişmesine ve türlü fonksiyon bozuklukları­nın oluşmasına yol açarak, gerek preeklampsi ve gerekse de eklampsi­nin hastalık belirti ve bulguları­nın ortaya çıkı­şına neden  olur­.

Preeklampsi ve eklampside türlü organ ve dokular­da gelişmekte olan deformiteleri (bozuklukları) şöyle özetleyebiliriz: Preeklampsi esnasın­da plasentadaki kan dolaşımı bir ölçüde bozulmaktadır­­.  Bu da çocuk için bir sorun yarata­bilir­­. Bilindiği gibi normal bir hamilelik esnasın­da böbreklerdeki kan akımı ve buna bağlı bir şekil­de da kanın süzülerek temizlenme­si işlemi artar­. Lakin preeklampsi vakaların­da bu durum gerçekleşmemekte ve vücuttan atılışı lazım olan bir­takım maddeler, hamile kadın­da birikmeye başlamaktadır­­.  Böbreğin kan akımındaki azalma, damarlarındaki daralma ve tıkanıklıklar­dan kaynaklanır­­. Bu bozukluklar bir­takım vakalar­da böbreklerin “Korteks” bölgesinde doku ölümlerine yol açabilmektedir­­. “Korteks nekrozu” denilen  bu gibi haller­de oligüri* anüri gibi az veya azıcık idrar çıkarma ve azotemi (kan­da azotlu maddelerin birikmesi) gelişip kadı­nın yaşamını ciddi biçimde tehlikeye sokmaktadır­­.

Bilhassa eklampsi sebebiy­le ölmüş gebe kadınların beyninde şişmeye (ödem), kansız alanlara ve kanama odaklarına rastlanmıştır­­. Preeklampsi­nin beyin kan dolaşımın­da belli bir bozukluğa yol açıp açmadığı konusu henüz kesinlik kazanmamış olup, hala yanıtı aranan bir inceleme konusu olarak kallmıştır­­.

Eklampside havale (Konvülziyon) nöbetin­den  sonra solunum sayısı artmakta, akciğerler­de şişme (ödem) gelişmektedir­­. Bazı vakalar­da kalp yetmezliği de gelişmektedir­­. Gerek preeklampsi gerekse de eklampsi vakalarında, hücreler arasın­da bulunan ve dolayısıyla dokulardaki su miktarı normalin üzerine çıkmaktadır ­. Böylelikle hamile kadın ekstra olarak kilo almakta ve adeta şişmektedir­­. Hamile olmayan bir kadı­nın bedeninde 3500 mililitre kadar kan dolaşır­­. Gebeliğin son dönemler­de ise kadın­da 5000 ml kan bulunmaktadır­­.  Lakin preeklampsi ve eklampsi vakaların­da hamileliğin son zamanların­da bile kan hacmi 3500 ml ‘dolayların­da kalır­­. Yani bu vakalar­da kan hacminde gelişme­si beklenen normal art­ma görülmemektedir­­. Söz konusu olan bu kadınların kanın­da pıhtılaşma bozuklukları da görüldüğü gibi, alyuvarların (Eritrosit) daha fazla parçalandıkları da gösterilmiştir­­. Preeklampsi­nin üç mü­him işareti olan “Tansiyon yükselmesi”, “Aniden  aşırı kilo alma” ve “Proteinüri” (idrar­da protein çıkı­şı), hamile kadı­nın anın­da fark edebileceği işaretler olmaz­. Preeklampsi fakat baş ağrısı, karın ağrısı, göz kapaklarında şişiklik, görme bulanıklığı, parmakların şişme­si gibi belirtiler geliştiğinde kadın tarafından fark edilmektedir­­. Bu ise hastalığın oldukça ilerlemiş bir sürecine rastlar­. İşaretleri­ni yukarıda belirttiğimiz bu hastalıktan şüphe duyulur duyulmaz, derhal doktora başvurulmalıdır­­.  Bu yapılmadığın­da gerek çocuğun ve gerekse de annenin yaşamı tehlikeye girer­. Gebelik süresince düzenli doktor denetimi preeklampsi ve başka hastalıkların erken­den  teşhis edilip, tedavi edilmesine imkan sağlar­.

İlgili aramalar: preeklampsi nedir, preeklampsi neden olur, gebelik zehirlenmesi nedir, preklamsi nedir, preklampsi ne demektir

LH (Luteinizan Hormon) Nedir?

LUTEİNİZAN HORMON (LH)

Adenohipofi­zin bazofil hücrelerin­den  salgılanmakta olan bir başka hormon olan "Luteinizan hormon" başka ismiy­le Interticial Cell* Stimulating Hormone (ICHS) yumurtası atılmış olan olgun folikül kalıntısı­nın "Korpus luteum" adlı özel yapıya dönüşmesine imkan vermekte­dir­­.

Bilindiği gibi korpus luteumdan da "Progesteron" adlı hormon salgılanır­­. LH, ovülasyon­dan (Yumurtlama) 1 ila 2 gün önce en  yüksek kan düzeyine ulaşır ve ovülasyondan­. hemen  sonra salgılanmakta olan miktarı azalır, LH’ın adenohipofizden  salgılanması, hipotalamustan salgılanmakta olan "Luteinizan Hormon Serbestleştirici Faktör" (LH-RF) adlı hormonun etkisiyle olur­.

İlgili aramalar: lh nedir, lh hormonu ne işe yarar, luteinizan hormonunun görevleri nelerdir

Prolaktin

Prolaktin Nedir?

Hipofizden  salgılanmakta olan ve peptit yapıda bir hormon olan prolakti­nin hayvanlar­da 85'e yakın sayıda farklı tesirleri bili­nir­­. İnsan­da bilinen  fiziksel fonksiyonu süt oluşmasıyla alakalıdır­­. Erkekteki fiziksel rolü henüz netliğe kavuşmamıştır.

PROLAKTiN (LAKTOTROP HORMON – LTH)

Adenohipöfizin, asidofil hücrelerin­den  salgılanmakta olan "Prolaktin" (Laktotrop Hormon* LTH), süt salgılanmasına neden  olan hormondur­. Memelerdeki süt bezleri kafi bir dokusal yapıya sahip olsalar da prolaktin olmadan süt salgılanamaz­. Östrojen  ve progesteron hormonları memede süt verme için uygun bir dokusal ortam hazırlarken, prolaktin bu dokunun fonksiyon görmesine imkan vermekte­dir­­. Prolaktin hormonunun aynı an­da annelik duygularını körüklediği de düşünülür­.

Prolaktin hormonu beyi­nin orta bölgesinde yer alan hipofiz bezin­den  salgılanmakta olan peptit yapısın­da bir hormon­. Kısaca PRL biçimin­de yazılır­­. Hipofiz bezi pituiter bez diye de isimlendirilir­­. Prolaktin hormonunun hipofiz bezin­den  salgılanma­sı yine beyinde mevcut olan hipotalamus bölgesi tarafı ile kontrol edilmektedir­­. Hipotalamustan salgılanmakta olan dopamin hormonu prolaktin salgılanmasını inhibe eder yani azaltmaktadır­­.  Hipotalamustan salgılanmakta olan TRH hormonu ise prolaktin salgılanmasını arttıran etki ortaya koyar­. (TRH: thyrotropin -releasing hormone)

Prolaktin (PRL) hormonunun normal değerleri nedir?
Prolaktin hormonu kadınlar­da adet döngüsü içerisinde değişmeler gösterse de yaklaşık olarak değeri 13 ila 15 µg/L dolayındadır­­.  Adet çağı­nın ortasın­da yani yumurtlama (ovulasyon) günlerine yakın günler­de birazcık daha yükseklik gösterebilir­­. Netice itibari ile üreme dö­nemindeki kadınlar­da genel olarak 20 µg/L (ng/mL) üstündeki değerler normaldışı yüksek kabul edilmektedirler­. Gebelikte aylar ilerlediği müddetçe prolaktin hormonu düzeyi de artar ve normalin çok üstün­de değerlere ulaşır­­. Erkekler­de genel olarak 6 ila 10 µg/L arası değişen  değerler­de bulunmaktadır­­.

Prolaktin (PRL) hormonu tesirleri nelerdir?
Kadın ve erkek bedeninde prolaktin hormonunun çok türlü tesirleri, görevleri bulunur­. Bunlar­dan bazısı hala inceleme aşamasın­da net saptanamamış etkilerdir­­. En net ve iyi bilinen  tesirleri şunlardır:

* Kadın­da memeler­de süt üretimi­nin sağlanması.
* Cinsel arzu ve istek ile alakalı görevleri bulunur­.
* Erkekler­de sperm üretim evrelerinde tesirleri vardır.

Prolaktin yüksekliğinin belirtileri: Prolaktin yüksekliği "hiperprolaktinemi" diye isimlendirilir­­.
* Anovulasyon ve adet düzensizliği: Prolaktin hormonunun yüksekliği yumurtlama olmayışı ya da yumurtlama düzensizliği, buna bağlı bir şekil­de adet (mens) düzensizliği, adetler­de seyrelme gibi belirtilere neden  ola­bilir­­. Bazı zamanlar uzun süreli aylar boyunca adet görmemeye neden  ola­bilir­­.

* Gebe ya da lohusa olmayan, emzirmeyen  kadınlar­da göğüslerden  süt (sıvı) gelişine neden  ola­bilir­­. Buna galaktore ismi veri­lir­­. Göğüsler­de has­saslık ve ağrı ortaya çıka­bilir­­.

* Prolaktin yüksekliği kadınlar­da cinsel isteksizliğe neden  ola­bilir­­.

* Sıcak basma­sı (Menopozdakine benzer şikayetler)

* Vajinada kuruluk ve buna bağlı ilişkide ağrı duyulması

* Östrojen  ve testosteron hormonların­da düşüklüğe neden  olduğun­dan kemik erimesine (osteoporoz) neden  ola­bilir­­.

* Erkekler­de prolaktin hormon yüksekliği göğüsşer­de büyüme (jinekomasti), cinsel isteksizlik, sertleşememe gibi belirtilere neden  ola­bilir­­.

* Her iki cinste de eğer prolaktin hormonu yüksekliği­nin sebe­bi hipofiz bezinde büyümekte olan bir adenom ise bu adenomun optik sinire (göze giden  sinir) baskı yapma­sı sonucun­da görme sorun­ları ortaya çıka­bilir­­.

İlgili aramalar: prolaktin nedir, prl nedir, prolaktin hormonunun görevi nedir, lth nedir, lth açılımı nedir

24 Mart 2015 Salı

Bebek Anne Karnında Ne Yapıyor?

Bebek Anne Karnında Ne Yapıyor?

Bebek rahim içerisinde, bağdaş kurmuş, bacaklarını karnına doğru çekmiş ve kolları­nı da göğsüne yaklaştırmış bir vaziyette durur­­. Üçüncü ayın sonların­da organları geliştiği için kollarını ve bacaklarını hareket ettirmeye başlamaktadır­­.  Bebeğin başlangıçta hafif olan bu hareketleri gittik­çe artar ve bebeğin beşinci ayı dolayında, yani bebek 5 aylık olduğunda, anne tarafı ile da hissedilmeye başlanır­­. Üçüncü aydan başlayıp kalbi­nin çalışma­sı ba­riz hale gelmektedir­­. Bazı teknik araçlarla bebeğin kalp atışları bu erken  dönemler­de duyula­bilir­­. Anne karnından, kulakla duyulmaya başlama­sı ise 5 ila 6­. aylar­dan sonra olmakta­dır­­.  Bebeğin kalbi dakikada 140 kez atar­. Bebekler solunumunu akciğerleri ile yapmadığından, soluk ala­rak vermezler­. Beşinci ay dolayın­da idrarını yapmaya başlar, bu yapmış olduğu idrar, su kesesi­nin içi­ni dolduran sıvı­nın mü­him bir kısmı­nı teşkil eder­. Aynı şekil­de 3 ila 4­. aylar­da yutmaya başlar, fakat dışkı yapmaz­. Anne bir sıkıntıda olursa, yani kafi oksijeni alamazsa yeşil renkli bir kaka yapmakta­dır­­.  Gebeliğin ilk dönemlerinde, bebeğin başı anne başı ile aynı yöndedir, yani makatı rahim ağzına yakın durmaktadır­­.  Fakat doğuma yakın, gebeliğin son zamanların­da dönerek, bebeğin başı anne başı ile ters yönde, yani rahim ağzına doğru yerleşmiş durumdadır­­.  Bu genel olarak görülmekte olan normal seyir olup, bazı zamanlar farklı hal­ler da gelişmektedir­­. Doğuma yaklaşan süreçte rahim ağzın­da bebeğin başı yer alacağına,’ makatı, ayağı veya kolu buluna­bilir­­. Bu durumda, bebeğin rahim ağzın­da yer alan kısmı­na göre bebeğin makatı ile gelmesi, yan gelme­si gibi durumlar­dan bahsedilir­­. Bu tip durumlarda bebeğin ve annenin doğum sırasında hayati tehlike riski olmasın diye genelde sezaryen ile bebek alınmaktadır.

Hamilemiyim Nasıl Anlarım?

Hamilemiyim Nasıl Anlarım?

Gebelik şüphesi doğuran belirti ve bulguları iki gruba ayırarak inceleyebiliriz.

A) Hamileliğin olası işaretleri:
1) Adet kanaması­nın (menstürasyon) görülmeme­si [adet gecikmesi, rötarı)­.
2) Deri rengi­nin koyulaşma­sı ve karın derisindeki hamilelik çizgileri­nin belirmesi
3) Vagina mukozası­nın rengi­nin koyulaşmaya başlaması
4) Memelerdeki değişiklikler

B) Hamileliğin olası belirtileri:
1) İdrar etmede güçlük veya sık idrara çıkma
2) Bulantı ve kusma
3) Halsizlik
4) Çocuk hareketleri­nin hissedilmeye başlanması
5) Besinlere karşı değişen  istek­.

Adet kanaması­nın en  az 10 gün gecikme­si hamilelik ihtimali­ni akla getirir­­. Bunu izleyen  ikinci ayda da adet kanaması­nın görülmemesi, bu kuşkuyu güç vermekte­dir­­. Lakin adet görememenin türlü sebep­leri bulunur­. Bunların içinde en  fazla karşılaşı­lan neden  hamile kalma korkusuyla veya başka psikolojik etkenlerle ovülasyonun (yumurtlamanın] olmamasıdır­­.  Müzmin hastalıkların seyri veya çevresel farklılıklar de ovülasyonu bir müddet geciktirebilir ­. Böylelikle adet kanama­sı da olmaz ve kadın hamilelikten  kuşkulanır­­. Adet görmemenin sebep­leri bir evvelki bölümde anlatılmıştır­­. Deri rengi­nin koyulaşması, karın ön duvarın­da dik şekil­de ve pembe renkli hamilelik çizgileri­nin belirme­si hamilelik şüphesi doğuran başka etkenlerdir­­.

Vagina mukozası­nın koyu kırmızı ila mor bir renk kazanma­sı vagina dokusun­da artan kana bağlıdır­­.  Memelerin büyümesi, kolostrum denilen  süti andıran bir sıvı­nın meme uçların­dan akması, memelerin sızlama­sı hamileliği düşündürür­. Gebelik sebebiy­le rahmin (Uterus) büyüyüşü mesaneye baskı yapmakta­dır­­.  Bu da kadı­nın sıklık­la idrara çıkı­şına yol açar­. Bulantı, kusma genel olarak hamileliğin 6 ila 12­. haftaları içerisinde görülmekte­dir­­. Gebeliğin 20­. hafta dolayların­da çocuğun hareketleri anne tarafı ile duyulmaya başlanır­­. Bu hareketler "Tekmeleme" olarak bilinir­­. Hamile kadınların ba­sit yoruluyor olmaları da özgün olmayan bir bulgudur­. Bu bölümde belirttiğimiz değişiklerden  hiçbiri hamileliği kesin olarak teşhis ettirmez­.

İlgili aramalar: hamilemiyim nasıl anlarım, hamilelik nasıl anlaşılır, gebe olduğumu nasıl anlayabilirim, hamileliğin işaretleri nelerdir, hamileliğin belirtileri neler

Hamileliğin Kesin Belirtileri

HAMİLELİĞİN KESİN BELİRTİLERİ

Hamileliği kesin olarak teşhis ettiren  4 bulgu bulunur­. Bunlar:

1) Çocuk kalp sesleri­nin (ÇKS) duyulması

2) Sonografik yöntemle çocuğun saptanması

3) Çocuğun aktif hareketleri­nin doktor tarafından tespit edilmesi

4) Röntgen  incelemesiyle çocuğun görülüşü "Doppler aygıtı" adı verilen bir aygıtın yardımı i­le çocuk kalp sesleri hamileliğin 12 ila 14­. haftaların­dan başlayıp işitilir­­. Çocuğun kalbi dakikada ortalama olarak 140 (120 ila 160) kez atar­. Yeni geliştirilen  bir aygıtla çocuk kalp sesleri hamileliğin henüz 48­. gününde bile saptanabilmektedir­­. Fetoskop denilen  bir başka aygıtla hamileliğin beşinci ayın­dan başlayıp çocuk kalp sesleri işitilebilmektedir­­. Ultrasonografik incelemelerle hamilelik daha 5­. haftasın­da anlaşıla­bilir­­. Karın bölgesine gönderilen  özel ses dalgaları­nın yansımaları, özel bir aygıt vasıtasıyla algılanıp resimlere dönüştürülmektedir­­. Bu resimler­de ceni­ni (emriyon) veya dölütü (fetus), plasentayı ve hamilelikle ilgili başka yapıları görmek muhtemeldir­­. "Ekosonograf", "ultrason" denilen  bu aygıtlarla yapılmakta olan araştırma­lar çocuğa hiç bir zarar ver­mez­. Sonografik teknikle çocuktaki bir­takım anormallikler bile saptanabilmektedir­­.

Gebeliğin 20­. haftasın­dan sonra dölüt aktif olarak hareket etmeye başlamaktadır­­.  Bu hareketleri, muayeneyi yapan doktor algılaya­bilir­­. Röntgen  incelemeleriyle de rahim içerisindeki çocuk görüle­bilmektedir­­. Çocuk, hamileliğin fakat 16­. haftasın­dan sonra röntgen  ile görüle­bilmektedir­­. Lakin bu incelemelerin 12­. hafta dan evvel katiyyen  uygulanmaması gerekir­­. Daha sonrasındaki dönemler­de ise röntgen  incelemeleri, en  son başvurulacak metod olmalıdır­­.  Zira röntgen  ışınları çocuğa zarar verir, anormalliklere sebep ola­bilir­­.

İlgili aramalar: hamileliğin kesin belirtileri, gebeliğin kesin işaretleri, kesin hamilelik bulguları

23 Mart 2015 Pazartesi

Göbek Kordonu Ne İşe Yarar?

Göbek Kordonu Ne İşe Yarar?

Zigotun endometrhıma yuvalanmasın­dan hemen  sonra orta­ya çıkan "Trofoblast" adlı hücreler miktarca çoğalmaya ve Desidua'ya doğru ilerlemeye başlarlar­. Desidua, hamileliğe uygun bir dokuya ulaşan endometriuma verilen  addır­­.  Başka bir deyimle zigotun yerleşip, gelişebileceği uygun bir yataktır­­. Trofoblastlar yan yana gelip parmak gibi uzantılar oluşturarak desiduaya çıkıntı yaparlar­. Bu uzantılara Plasenta villusları denilir­­. Plasenta villusları arasın­da bulunan boşluklar da "Villuslararası boşluk" ismi­ni alır­­. Bu boşluklar anne kanıyla doludur­. Plasenta villusların­da ise fazlaca sayıda kan damarı bulunmaktadır­­.  Bu kan damarı göbek kordonu vasıtasıyla cenine ulaşır ­. Böylelikle anne kanıyla cenin veya fetus kanı arasın­da "Plasenta villusları" vasıtasıyla dolaylı bir bağlantı ve madde alışverişi sağlanmış olmakta­dır­­.  Başka bir deyişle, gebelik süresince anne ve bebek kanı birbiriyle karışmaz­. Plasenta öncelikli iki bölümden  meydana gelir:

1) Anne bölümü
2) Çocuk bölümü

Anne bölümü farklılaşmış desiduadan yapılmıştır­­. Çocuk bölümü ise trofoblast ve mezenkim hücrelerin­den  yapılmıştır­­. Mezenkim hücreleri, korion zarını oluştururlar­. Bu zarın plasenta kısmı­na ise "Korion plağı" denilir­­. Korion zarı­nın iç bölümünde "Amnion zarı" denilen  bir zar bulunmaktadır­­.  Bu zarın sınırladığı boşluk içinde "Amnion sıvısı", çocuk ve göbek"" kordonu bulunmaktadır­­.  Göbek kordonu bir ucuyla çocuğa, başka ucuyla da plasentanın merkezine tutunmuştur­. Gebeliğin sonlarına doğru plasentanın ağırlığı 500 grama, yüzeyi 250 cm2'ye, çapı ise 18 cm’ye yaklaşır­­. Plasenta vasıtasıyla anne ve çocuk kanı birbirlerine karışmaksızın, ikisi arasın­da madde alışverişi el­de edilebi­lir­­. Yani çocuk yaşayıp büyüyebilmek amacı ile anne kanın­dan gerekli yiyecek maddeleri­ni ve oksijeni alır, karbondioksit gibi kendisine gereksiz maddeleri anne kanma vermekte­dir­­. Anne solunum yolu i­le bunu dışarı atar­. Özetle plasenta, rahim içerisindeki çocuğun hem akciğeri, hem sindirim sistemi, hem de böbrekleridir­­. Göbek kordonu 1* 2­.5 santim çapın­da ve 30* 100 santim boyundadır­­.  İçin­den  iki atardamar ve bir toplardamar geçer­. Atardamarlar kanı temizlenmek üzere plasentaya taşımakta­dır­­.  "Umbilikal arterler" denilen  bu atardamarlar, çocuğun aorta damarı­nın alt ucundaki "İliak arter" adlı birer atardamar­dan doğar­.

Plasentadan çocuğa kan taşımakta olan damara ise "Umbilikalı vena" denilir­­. Bu damar başka ikisin­den  daha kaim olup, çocuğun "Venakava inferior" adlı büyük toplardamarına ve bir­takım yan dallarla da karaciğer damarlarına açılır­­.

Yeni Doğan Bebek Kaç Kilo Olur?

Yeni Doğan Bebek Kaç Kilo Olur?

Zamanın­da doğan bir çocuğun vücut ağırlığı genel olarak 3100* 3600 gram arasın­da olur­. Erkek çocuklar kızlara oranla 100 gr daha ağır olarak doğarlar­. Lakin 2500 ila 5000 gram arasın­da doğmuş sağlıklı çocuklar bulunur­. Eğer yeni doğan çocuk 4500 gramı aşıyorsa, bu çocuğa "makrozomik" denilir­­. Bu gibi haller­de annede şeker hastalığı araştırmak yararlıdır­­.  2500 gramdan aşağı bir doğum kilosuyla doğan çocuklara "Düşük doğum ağırlıklı bebek" (Low birth weight baby) denilir­­.

İlgili aramalar: yeni doğmuş bir bebek ortalama kaç kilo olur, yeni doğan bebek kaç gram olur, yeni doğan bir bebeğin ortalama kilosu nedir

Yalancı Hamilelik Neye Denir?

Yalancı Hamilelik Neye Denir?

Menopoza giren  bazı hanımlarda veya hamile kalmayı çok isteyen  bir­takım kadınlar­da yalancı hamilelik gelişebilmektedir­­. Bu gibi vakalar­da hamileliğin bütün öznel [örneğin iştah sapmaları, bulantı, halsizlik) bulguları gelişir, karın gaz ve / ya da yağ birikimi ile büyüyebilir­­. Bazı zamanlar adet bile kesile­bilir­­. Memeler­de hamilelikle ilgili farklılıklar gelişebilir­­. Lakin ismin­den  ­deanlaşılacağı gibi hadi­se gerçek bir hamilelik olmayıp, hayal edilmiş olan bir hamileliktir­­. Gerçek bir hamilelik bulunmadığı halde, bir kadın­da hamilelik belirtileri­nin görülmesidir­­. Şiddetli çocuk arzusu olan kadınlar­da rastlanır­­. Böyle aşırı çocuk arzusu olan bir kadında, adet görülmemesi, bulantılar, kusmalar, aşermek ve karnın büyüyüşü gibi gebelik belirtileri bazı zamanlar doktoru bile yanıltacak kadar gerçek bir gebeliği andırır­­. Bu durumda dokuz ay süre ile kendisi­ni hamile sanan ve 9 aylık hamile bir kadın görünümünde kadınlar bulunur­. Böyle kadınların gerçek hamile olmadıkları yapılmakta olan tetkiklerle ortaya çıkartıla­bilir­­. Bu kadınlar gebe olmadıklarını öğrendiklerinde karınlarındaki şişlik yavaşça inmeye ve başka belirtiler de kaybolmaya başlamaktadır­­.  Karınları­nın gebelik bulunmadığı hal­de hamile gibi şişme göstermesi, burada yağ dokusu ve sıvı toplanma­sı sonucudur­. Yalancı hamilelik bütünüy­le psikolojik kaynaklıdır. Bu tür kadınlar­da genel olarak aşırı bir çocuk arzusu bulunur­. Böyle normal bir hamilelik süre­since kendisi­ni hamile sanan kadın­.doktor muayenesi ile hamile olmadığını anladığın­da bir şaşkınlığa uğrar, adeta yıkılır­­. Gebe olmadığını anlayan kadın­da bütün hamilelik belirti ve bulguları hızla kaybolmaktadır­­.  Böyle kadınlara psikolojik açıdan yardım etmek gereklidir­­.

İlgili aramalar: yalancı gebelik neye denir, yalancı hamilelik nasıl olur, yalancı hamilelik nedir

Meme Başı Çatlağı Neden Olur?

Meme Başı Çatlağı Neden Olur?

Emziren  anneler­de genel­de görülebilen  ve anneye ağrı veren  bir haldir­­. Bebeğin emme gücü zaman içerisinde meme başın­da çatlaklara neden  ola­bilir­­. Meme başı­nın çatlamasın­da asıl mü­him sorun, bu çatlaklar­dan mikropların kolaylık­la içeri girerek memenin iltihaplanmasına yol açmasıdır­­.  Meme başı çatlakları, emzirmenin ağrılı oluşuna neden  o­lur­. Bu da annenin yeterince süt vermemesine ve sonuçta memeler­de süt birikimine yol açar­. Böylelikle meme iltihabı İçin uygun bir ortam olmakta­dır­­.  Böyle meme başındaki çatlaklar sebebiy­le rahat emziremeyen  anneler meme başına takılan kolay bir araç (meme başı adaptörü, meme başlığı) yardımı i­le bir ölçüde rahat emzirirler ve memenin boşaltılışı sağlanmış olmakta­dır­­.  Bun­dan dolayı emziren  annelerin, emzirip daha son­ra meme başını temiz tutmaları ve hat­ta antibiyotikli bir pomad sürerek, mikropsuz bir gazlı bezle kapatmaları gerekir­­. Böylelikle meme başı, elbise gibi mikroplu ortamlara değmemiş olmakta­dır­­.  Emzireceği zaman ise bu pomadı, karbonatlı temiz su ile silerek bebeğe vermek gereklidir­­. Böylelikle hem meme başı çatlakları önlenmiş, hem de mikroplar­dan korunmuş olurlar­.

İlgili aramalar: meme başı çatlağı neden olur, meme başında çatlağın nedenleri

20 Mart 2015 Cuma

Jinekomasti Neden Olur?

Jinekomasti Neden Olur?

Erkekler­de memelerin normalden fazla büyümesine ve bir­takım olaylarda ise süt salgılama­sı olayına jinekomasti denilir­­. Bazı erkekler­de buluğ dö­neminde memelerin büyüdüğü görülmekte­dir­­. Bu tür jinekomasti doğal karşılanır, geçicidir ve kesin sebe­bi bilinmiyor­.

Yetişkin erkekler­de jinekomasti­nin görülmesi, vücut­ta olağandışı ölçüde östrojen  hormonu salgılanmasına bağlıdır­­.  Böbreküstü bezinde veya testisler­de olağandışı olarak östrojen  salgılayan bir tümörün bulunması, yetişkin erkekler­de jinekomasüye neden  olmakta­dır­­.  Erkekler­de doğal olarak böbreküstü bezin­den  azıcık bir miktar Östrojen  hormonu salgılanır­­. Salgılanan bu hormon karaciğer tarafı ile parçalanır­­. Siroz olayların­da karaciğer birçok görevi­ni yerine getiremediği gibi östrojeni parçalama görevi­ni de yerine getiremez ve erkeğin bedeninde normalin üzerinde östrojen  hormonu birikmekte­dir­­. Östrojen  hormonunun etkisiyle de memeler­de jinekomasti gelişmektedir­­.

Jinekomastiye neden  olan etkenler:
1- Fizyolojik nedenlere bağlı
2- Bazı testis tümörleri
3- Bazı hipofiz tümörleri
4- Karaciğer sirozu
5- Prostat kanserinde östrojen  hormonu kullanılması
6- Bazı ilaçlar, örneğin; digital spironolakton, rezergin klorpromazin ve esrar kullanımı

Fibroadenom

FİBROADENOM

Memenin iyi huylu tümörleri­nin yaklaşık olarak %80'i­ni fibroadenomlar teşkil eder­. 30 yaşın altındaki kadınlar­da daha sık görülmekte­dir­­. Bu yaştan sonra görülme ora­nı giderek azalır ve yaş dönümü (menopoz) sonra­sı nere­deyse hiç görülmemektedir­­. Fibroadenom meme içinde hareket ettirilebilen, sert ve düzgün bir kütle şeklinde kendisi­ni belli eder­. Mikroskobik incelemesinde fibroblastı anımsatan hücrelerden  kurulmuş olduğu görülmekte­dir­­. İyi huylu bu tümörlere daha çok memenin üst dış kadranın­da rastlanır­­. Menstürasyon devri­nin ikinci yarısın­da ve hamilelikte büyürler­. Yaş dönümüne (menopoza) giren  bir kadın­da daha öncesin­den  olan bir fibroadenom bu süreçte ufalır­­. Memedeki bu iyi huylu tümörün kendine özgü bir belirtisi bulun­maz­. Sadece büyük fibroadenomların kötü huylu olma olasılıkları bulunur­. Bun­dan dolayı katiyyen  ameliyat ile çıkartılmaları gerekir­­. Kesin teşhis, çıkartılan kütlenin patoloji laboratuvarların­da mikroskobik olarak incelenip, patolojik teşhisi­nin konmasıyla geçerlilik kazanır­­.

İlgili aramalar: fibroadenom nedir

Perine

PERİNE

Karın boşluğunun en  alt bölümünü kapatan kas, bağ yağ dokusun­dan oluşmuş bölgedir­­. Halk arasın­da "apışarası" adı da verilmekte­dir­­. Önde leğen  kemikleri­nin birleşim yeri, arkada kuyruksokumu kemiği ve yanlar­da bacakların gövdeyle birleştiği kısım arasın­da bulunan bölgedir­­. Fakat doğum hekimliğinde perine dendiği zaman, dışta vulvayla anüs arasında, derinler­de de dölyolu (vagina) ile sonbağırsak (rektum) arasın­da bulunan alan anlaşılır­­.

Bir eşkenar dörtgen  şeklinde sınırlı olan perine, birbiri üzerine kiremit gibi sıralanmış 3 kas tabakasın­dan oluşmuştur­. Bu kaslar arasın­da bağ ve yağ dokuları bulunmaktadır­­.  Güçlü bir yapısı olan perine, içerisin­den  üç organın geçme­si için aralanarak, sağlamlığını birazcık kaybetmekte­dir­­. Perine içerisin­den  geçen  bu organlar, Önde idrar borusu (retra), ortada dölyolu (vagina), arkada ise son bağırsaktır (rektum)­. Bunlar­dan en  önemlisi, doğum esnasın­da bebeğin geçiş yolunu oluşturmakta olan döl yoludur­. Doğum esnasın­da bebeğin geçme­si için esneme kabiliye­tinde olan perine, genel olarak ilk doğumda bebeğin en  geniş ve en  sert bölümü olan başın geçme­si esnasın­da yırtıla­bilir­­. Bu yırtıklara mani olmak amacıyla doğum hekimi tarafı ile 4* 5 santim uzunluğa kadar kesilir ve bebeğin doğumun­dan sonra dikilerek yeniden  eski haline getirilmektedir­­. Bu müdahale tıpta "epizyotomi" ismi­ni alır­­. Eğer epizyotomi yapılmazsa, bebeğin başıyla çok fazla gerilen  perine istenmeyen  yönlerde, örneğin anüse doğru yırtıla­bilir­­. Bu yırtık, anüsün kapalı kalmasını ve dışkı­nın devamlı olarak dışarı çıkı­şını engelleyen, anüs dış büzücü kası­nı da kapadığı zaman, tedavisi sorun yarata­bilir veya iyi onarılmazsa hasta iler­de dışkısını tutamaz­.

İlgili aramalar: perine nedir, perine nerededir, perine nerede olur

Ovülasyon

OVÜLASYON

Genel­de 28 gün sürmekte olan menstürasyon devri­nin ortaların­da ovülasyon gerçekleşmektedir­­. Adet kanaması­nın (Menstürasyon) ilk gününden, ovü* lasyonun gerçekleştiği güne kadar geçen  menstürasyon devri­nin ilk yarışma "Ovülasyon öncesi dönem" "Foliküler dönem" (Proliferasyon süreci – Preovulatory phase) denilir­­.

Ovülasyon 28 günlük menstürasyon devri­nin 8 ila 19­. günleri içerisinde herhangi bir günde gerçekleşebilir­­. 11 ila 15­. günler arası oldukça fazladır­­.  13 ila 15­. günler arası ise daha fazladır­­.  En fazla ise 14­. günde görülmekte­dir­­. Örneğin, yapılmakta olan bir araştırma­da kadınların %20’si 14­. günde, %16 kadarı 13­. veya 15­. günde, %13 kadarı ise 12­. günde ve %100'ü ise 8 ila 19­. günler arasın­da ovülasyon göstermişlerdir­­. Ovülasyon gününün bilinme­si gerek istenmeyen  ve gerekse istenen  hamilelikler için uygun önlemlerin alınma­sı bakımın­dan önemlidir­­.

İlgili aramalar: ovülasyon nedir, yumurtlama zamanı nedir

Relaksin

RELAKSİN: Relaksin birçok memeli hayvan­da mevcut olan polipeptid yapısındaki bir hormon­. Yumurtalıklar­dan (Ovaryum} salgılanmakta olan bu hormonun, rahim boynunu ve pelvis dokularını birazcık gevşeterek doğum olayını bir ölçüde kolaylaştırdığı düşünülür­.

19 Mart 2015 Perşembe

Dış Kulak

DIŞ KULAK

Dış kulak; dış kulak kanalı ve kulak sayvanı olmak üzere iki bölümden  meydana gelmiştir­. Dış kulak kanalı, orta kulağın timpan zarın­da son bulmaktadır­.

Kulak sayvanı, esnek yapıya sahip bir kıkırdak iskeletine sahiptir­­. Bu kıkırdak yapı deri ile örtülmüştür ve ses dalgaları­nın yakalanma­sı için geniş bir yüzey teşkil eder­.

Dış kulak kanalı kıkırdak ve kemik olmak üzere iki bölümden  olmakta­dır­­.  Kanalın kemik bölümü şakak kemiği içindedir ve bütün kanalın 2/3'ünü teşkil eder­. Kıkırdak bölümü ise kulak sayvanı­nın yapısındaki kıkırdak tarafı ile oluşmuştur ve bütün kanalın 1/3'ünü kaplar­. Dış kulak kanalı­nın toplam uzunluğu 5 cm­. genişliği ise 7 ila 9 mm­. kadar olur­. Kıkırdak kanal, kemik kanalın ucuna sıkıca tutunmuştur­.

Dış kulak kanalı­nın iç yüzeyi deriyle örtülmüştür­. Bu deri­nin kıkırdak kanala ait olan bölümü ise "Sebase" ve "Seruminöz" denilen  bezleri ve kılları içerir­­. Timpan zarı dış kulak kanalı ile 55 derecelik bir açı teşkil eder­.

İlgili aramalar: dış kulak nedir, dış kulağın görevi nedir

Penisilin

PENİSİLİNLER

Penisilinler, bir­takım mantar çeşitlerin­den  el­de edilen  bakteri öldürücü tesirleri (Bakterisid etki) olan antibiyotiklerdir­­. Doğal olarak el­de edilen  penisilin "Benzil penisilin"dir­­. Bun­dan başka günümüzde kullanılan penisilinlerin birçoğu yarı suni metodlar­la hazırlanmaktadır­­.  Penisilinler, bakteri­nin hücre duvarı üretimi­ni bozarak tesirli olurlar­. Hızlı çoğalan bakteriler penisilinlere karşı çok duyarlıdırlar­. Penisilinler ağız yolu i­le alındıkların­da sindirim kanalın­dan tam anlamıyla emilmezler­. Emilmedeki bu aksaklık midenin asit yapısın­dan ve bağırsaklardaki bakterilerden  kaynaklanır­­. Bunlar penisilin üstün­de bozucu etkide bulunurlar­. Aç karma alman penisilinler daha çok ve ba­sit emilirler­. Yani penisilinler yemeklerden  hiç değilse yarım saat önce ya da iki saat sonra alınmalıdırlar­. Penisilinler kas içerisi­ne veya damar içerisi­ne zerk edildiklerinde %100 oranın­da bedene kazandırılırlar ve bu işlemlerle kısa bir zaman­da bütün bedene yayılma olanağı bulur­. Penisilinler eklem sıvısına, beyinomurilik sıvısına, göz içi sıvılarına, kalp ve akciğer zarı boşluğundaki sıvıya normal koşullar­da zorlukla geçerler­. Lakin bu organlar­da gelişmekte olan iltihabi haller­de geçirimlilik artmakta­dır­­.  Bu özellik, tedavi yönün­den  önemlidir­­. Penisilin tedavisi gören  hastaların deri, akciğer, karaciğer, safra ve bağırsakların­da fazlaca miktar­da penisiline rastlanır­­. Penisilin Bilhassa böbrekler yoluyla, daha az bir oran­da da safra yolu i­le atılmakta­dır­­.  Enjekte edilen  penisilinler vücuttan ba­sit atıldığından, bunların bedene daha geç, yavaş yayılan ve daha geç atılan biçimleri hazırlanmıştır­­.

Ağır hastalara, bulantı ve kusma­sı olan hastalara penisili­nin zerk edilişi gerekiyor­. Bunlar­dan ilkinde gaye istenilen  doza kısa bir zaman­da ulaşılması, ikincisinde hastanın kusma yoluyla verilen  ilacı kaybetmesi­nin engellenme­sidir­­. Penisilin pnömokok, meningokok, gonokok, streptokok, stafilokok infeksiyonlarına karşı kullanıla­bilir­­. Sifilis, ant* raks ve başka birçok bulaşıcı bakteriler penisili­ni etkisiz duruma getiren  ve "Penisilinaz" denilen  bir enzim ürete­bilirler­. "Penisilin G" ve "A­.mpisillin" gibi penisilin çeşitleri sözünü ettiğimiz penisilinaz maddesi karşısın­da tesirleri­ni kaybederler­. Öyle ki bu penisilinler, penisilinaz üretebilen  bakterilere karşı etkisiz kalırlar­. Çeşitli penisilin türleri bulunur­. Bunlar­dan bazısı şunlardır: Penisilin G, Ampisillin, Penisilin V, Amoksisilin, Oksasilin, Metisilin, Nafsilin, Karbenisilin­.

Bazı kişiler­de penisilinlere karşı allerji belirir­­. Önceleri herhangi bir penisiline karşı allerji göstermiş bulunanlardapenisilinlerin yeniden  kullanılmaması gerekir­­. Herhangi bir etkene karşı allerjisi bulunanlardapenisilin kullanımın­da dikkatli olmak gerekir­­. Penisilin allerjisin­den  niçin bu­. kadar çok korkulur? Bu korkunun nedeni, bir­takım allerji olayları­nın Anaflaktik şok denilen  bir şok tablosuyla, ölümle sonuçlanmasındandır­­.  Lakin her penisilin allerjisi de kesin olarak anaflaktik şok tablosu göstermez, Anaflaktik şok tablosu yaygın rastlanmayan bir haldir­­. Çoğu allerji olayın­da penisilin tedavisi­nin 7 ila 10­. günlerinde ürtiker benzeri kaşıntılı deri kızarıklıkları veya deri belirtileri gelişmektedir­­. Kimi hastalar­da da Serum hastalığı görülmekte­dir­­. Bazı allerji hadise­leri çok hafif seyreder­. O kadar ki penisilin tedavisi­nin sürdürülmesine karşın allerji kaybolmaktadır­­.  Kimi olaylar­da da allerji belirtileri, penisili­nin kesilmesin­den  hemen  sonra kaybolmaktadır­­.  Hafif allerji olayların­da belirtilerin dindirilmesinde Antihistaminik denilen  ilaçlar­dan yararlanılmaktadır­­.  Ciddi vakalar­da ise kortizonlu ilaçlar­dan ve EpinefrhV'den  yararlanılır­­. Bazı penisilin türleri havale nöbetleri, ateş yükselmesi, anemi, iğne yerinde ağrı gibi yan tesirlere sebep ola­bilirler­.

Streptomisin

STREPTOMİSİN

Streptomisin 1944 senesinde keşfedilmiş olan aminoglikozid yapısındaki bir antibiyotiktir­­. Tüberkülozun tedavisinde en  fazla kullanılan ilaçlar­dan biridir ve geniş bir antibakteriyel etkiye maliktir­­. Streptomisin ağız yolu i­le verildiğinde bağırsaklar­dan nere­deyse hiç emilmediğin­den  daha çok kas içerisi­ne zerk edilmektedir­­. Streptomisinin, bir aminoglikozid olarak S­. kafa sinirine ve böbreklere olan tesirleriyle menfi özelliği bulunur­.

O kadar ki, bir­takım bakterilerin streptomisin olmadan çoğalamadıkları gösterilmiştir­­. Streptomisin kas içerisi­ne olduğu hal­de deri altına da zerk edilerek de kullanıla­bilir­­. Birçok bulaşıcı hastalıkta kullanılacak günlük doz yaklaşık 1 ila 2 gr'dır­­.  Bu günlük dozun 500 mg'lık dozlar şeklinde 6* 12 saat aralarla verilişi gerekiyor­. Kullanılan streptomisi­nin yaklaşık olarak % 60* 80'i idrar içinde atıldığın­dan ilacı idrar yolları infeksiyonların­da kullanmak muhtemeldir­­. Streptomisin kullanımın­da dikkat edilecek noktalar bir üst başlıkta anlatılanların aynısıdır­­.

İlgili aramalar: streptomisin nedir, streptomisin ne için kullanılır, streptomisin hangi hastalıklarda kullanılır, streptomisin nasıl bir antibiyotiktir

Viomisin

Viomisin

Viomisin oldukça zehirli bir antibiyotiktir­­. Lakin tüberküloz basili­nin başka ilaçlara karşı direnç kazandığı haller­de kullanılır­­. Bağırsaklar­dan az* emilir­­. Kas ve damar içerisi­ne zerk edilerek kullanılabilinir­­. Yüksek doza ulaşıldığın­da böbrekler üstün­de zedeleyici etki ortaya koyar­. Bunun sonu­cu olarak da hastada "Proteinüri" (İdrar­da protein çıkı­şı), vücut­ta su birikmesi, kalbin çalışmasın­da bozukluklar gelişebilir­­.

İlgili aramalar: viomisin nedir, viomisin ne için kullanılır, viomisin hangi hastalıklarda kullanılır, viomisin nasıl bir antibiyotiktir

Gentamisin

GENTAMİSİN

Gentamisin, bakteri öldürücü tesire sahip aminoglikozid yapısın­da bir antibiyotiktir­­. Birçok antibiyotiğe karşı direnç kazanmış olan bakterilerin birçoğu Gentamisin'e karşı hassaslıklarını korurlar­. Bu da Gentamisin'in çok mü­him ve yararlı bir özelliğidir­­. Gentamisin, antibiyotiklerin tesirli olamadığı solunum veya idrar yolları enfeksiyonların­da, sepsis vakaların­da başarıyla kullanılıyor­.

Gentamisin sindirim kanalın­dan emilmez­. Bun­dan dolayı yukarıdaki olaylar­da ilacın kas içerisi­ne zerk edilişi gerekiyor­. İlaç nere­deyse tümüyle böbrekler vasıtasıyla idrar içinde atılmakta­dır­­.  Böbrek hastası olan kimseler­de ilacın başka antibiyotikler­de olduğu şekil­de 8­. kafa sinirine karşı zedeleyici etki­yi bulunur­.

İlgili aramalar: gentamisin nedir, gentamisin ne için kullanılır, gentamisin hangi hastalıklarda kullanılır, gentamisin nasıl bir antibiyotiktir

17 Mart 2015 Salı

Nekroz

NEKROZ

Canlı bir organizmada hücre ve dokunun patolojik olarak ölümü nekroz olarak adlandırılır­­. Hücre ölümün­den  bir müddet sonra çekirdekte erime veya parçalanma, sitoplazmada dejenerasyon ve erimeler tespit edilmektedir­­. Nekrozu yapan etkenin gücü, süresi ve hücrelerin etkene karşı duyarlılığı nekrozun büyüklüğünde rolü bulunur­. Nekrozu yapan öncelikli etken  iskemi, yani kanlanma bozukluğudur­. Damarı tıkanarak veya kesilerek kanlanma­sı bozulan organ­da nekroz kaçınılmazdır­­.  Atom bombası ve röntgen  ışınları hücreler­de iyonlaşma yaparak nekroz teşkil eder­. Travmalar hücreleri parçalar­. Isı değişmeleri (yanma ve donma) ile zehirler ve bir­takım mikroplar sık karşılaşı­lan nekroz sebep­leridir­­.

NEKROZLU İLTİHAP: İltihap bölgesinde nekroz Ön plandadır­­.  Ülser ve kavern öncelikli türleridir­­. Ülserde, deri ve mukozada epitel örtüsü ile beraber derin tabakalar nekrozlaşır ve erir, yerinde bir çöküntü kalır­­. Doku nekrozu derin dokulara inmeksi­zin epitel­de sınırlı kalırsa buna yüzeyel ülser (erozyon) ismi veri­lir­­. Kavern, genel­de akciğer tüberkülozun­da görülmekte olan yuvarlakça boşluklardır­­.  Burada akciğer dokusu erir ve yerinde bir boşluk kalır­­. Nekrozlu iltihapta delinme ve kanama ola­bilir­­. Mide ülserleri darlıklar yaparak gıdaların geçişi­ni zorlaştırır­­.

İlgili aramalar: nekroz, nekroz nedir, nekrozlu iltihap

Yangı Nedir?

YANGI

Bedenimiz devamlı olarak iç ve dış uyaranların etki­yi altındadır­­.  Bu uyaranların gücü ve etki süresi ba­riz bir eşiği aştığı zaman dokulara zarar vermekte­dir­­. Zarar vermeye başlayan faktörlerin dokuda meydana getir­diği yanıta yangı (iltihap) denilir­­. Dokuların zarara uğrama­sı iltihap olmaz­. Etkene ve zararlarına karşı uyanan tepki iltihaptır­­. İltihapta, etken  ve yapmış olduğu zararlar üç biçimde ortadan kaldırılır: Bulunduğu yer­de eritilir, vücut dışına atılır veya bulunmuş olduğu yer­de çevresi sarılarak dayanık­lı dokular­dan uzak tutulur­. İltihap vücudun herhangi bir yerinde ola­bilir, fakat yerel bir olgudur­. Başka yerlere yayıla­bilir fakat vücudun tümünü içerisi­ne alan iltihap bulun­maz­. Böyle bir genişlemeye zaman kalmaksızın hasta ölmektedir­­.

İlgili aramalar: yangı nedir, yangı ne demek, iltihap nedir

Fagositoz Nedir?

FAGOSİTOZ

İltihaplanma odağın­da iltihabın faktörü ve ölmüş hücrelerin artıkları bir­takım özel hücreler tarafı ile yutularak eritici enzimler tarafı ile sindirilmeye çalışılıyor­. Bu hadi­seye fagositoz denir, bu hücrelere ise fagosit ismi veri­lir­­. Nötrofil polimorflar ve makrofajlar öncelikli fagositlerdir, iltihabın başların­da nötrofil polimorflar etkinidir, zaman içerisinde onların yeri­ni makrofajlar almaya başlamaktadır­­.

Kist Nedir?

KİST

İçi gaz, sıvı veya yarı katı bir maddeyle dolu boşluklardır­­.  İçyüzü epitelle döşeli nlanlara gerçek kist, bu epitelin olmadı­ğı türlere yalancı kist ismi veri­lir­­. Bazıları organlar­da ve konjenital bozukluk olarak görülür (polikistik böbrek)­. Önemi olan bir bölümü ise iltihapla ilgilidir; örneğin diş kökü apsesin­den  sonra meydana gelen  diş kisti gibi­. Bununla birlik­te bir­takım parazitler organlar­da kistler oluştururlar­. Köpeklerden  bulaşan kist hidatik hastalığı karaciğer­de ve akciğer­de kistler yapmakta­dır­­.

İlgili aramalar: kist nedir, kist nasıl olur, kist neden olur

16 Mart 2015 Pazartesi

Pankreas Bezi

PANKREAS BEZİ

12 ila 15 santim uzunluğun­da olan pankreas bezi, midenin arkasında, onikiparmak bağırsağıyla dalağın arasın­da uzanmaktadır­­.  Pankreas bezi öncelikle iki tür salgıya sahiptir­­. Bunlar­dan biri iç salgılar, yani hormonlardır­­.  Diğeri dış salgılar, yani enzimlerdir­­. Enzimler özel bir kanalcık vasıtasıyla onikiparmak bağırsağına dökülüp sindirim olayların­da mü­him görevler üstlenirler­. Pankreasın"" enzimleri­ni ve detaylı anatomik yapısını "Sindirim sistemi ve hastalıkları" kısmın­da inceliyoruz­. Bu bölümde yalnız pankreas hormonlarına ve bunlarla ilgili anatomik yapılara değineceğiz­. Mikroskobik olarak incelendiğinde, pankreas dokusunun içinde fazlaca sayıda hücrelerin bir araya toplanmasıyla oluşmuş küçük, yuvarlak bölgeler görülmekte­dir­­. Bu bölgelere "Langerhans adacıkları" denilir­­. İnsan pankreasın­da bir milyon­dan fazla Langerhans adacığı bulunmaktadır­­.  Buralar­da "Alfa 1" veya "D" hücreleri, "Alfa 2" ve "Beta" hücreleri olmak üzere öncelikli üç tür hücre bulunmaktadır­­.

Alfa 1 veya "D" hücreleri denilen  hücrelerin kesin olmamakla beraber "Gastrin" ve "Serotonin" hormonlarını sentez ettikleri düşünülür­.

"Alfa 2" hücreleri "Glukagon" denilen  bir hormon sentez ederler­.

Beta hücreleri Langerhans adacıkların­da mevcut olan hücrelerin yaklaşık %80'i­ni oluştururlar ve insülin hormonu salgılamakta­dırlar­. Bu bölümde, yetersiz salgılanmasın­da şeker hastalığı­nın gelişmesine neden  olan insülin hormonunu ve bir de glukagon hormonunu inceleyeceğiz­.

İlgili aramalar: pankreas bezi, pankreas bezi nedir, pankreas bezinin görevleri nelerdir

Glukagon

GLUKAGON

Bilindiği üzere pankreasta bulunan Langerhans adacıkların­da "Alfa 2" hücrelerin­den  glukagon hormonu salgılanmaktadır­­.  Glukagon insüli­nin etkisine yardım edici bir hormon­. İnsüli­nin bu etki­yi netice­si kanın glikoz düzeyinde bir alçalma olduğunda, pankreastan bu kez "Glukagon" hormonu salgılanır­­. "Glukagon" karaciğer hücrelerine gelip buradaki glikojen  depoların­dan glikozun kana verilmesi­ni sağlar ­. Böylelikle insülin etkisiyle azalan kan glikoz yoğunluğu, bir başka pankreas hormonu etkisiyle, yani glikagonun etkisiyle yükseltilmiş olmakta­dır­­.  Böbreküstü bezi­nin medulla bölgesin­den  ve bir­takım sinirlerden  salgılanmakta olan "Adrenalin" adı verilen hormon da kan glikoz yoğunluğuna glukagon gibi etki eder­­.

Neomisin

NEOMİSİN

Neomisin de aminoglikozid yapısındaki bir antibiyotik olarak bakteri öldürücü (Bakterisid) için de geçerlidir­­. Neomisin çok tesirli bir antibiyotik olmasına karşılık klinik kullanılışı yeteri ka­dar geniş olmaz­. Zira vücut içerisi­ne verilemeyecek kadar zehirli bir etki­yi bulunur­.

Çok tesirli oluşu ve bağırsaklar­dan emilmeyişi sebebiy­le neomisin, bağırsakların mikroplar­dan temizlenme­si gerektiği özel haller­de kullanılıyor­. Örnek verecek olursak yapılacak olan bir bağırsak ameliyatın dan evvel bağırsakların mikropsuzlaştırılışı amacı ­ile hastaya belli bir dozda neomisin ağız yolu i­le verilmekte­dir­­. Karaciğer komaların­da da bağırsaktaki bakterilerin yok edilişi amacı ­ile neomisin kullanılıyor­. Bilindiği gibi bağırsaklardaki bakteriler, azotlu maddelerden  amonyak hazırlarlar­. Bu da emilerek kana karışır­­. Karaciğer komasıyla kandaki amonyak miktarı arasın­da yakın bir ilgi bulunmaktadır­­.  Neomisin bağırsaktaki bakterileri öldürerek buradaki amonyak hazırlanışını baskı altına alır­­. Neomisin bağırsaklar­da azıcık emilmesine ya da hiç emilmemesine karşın uzun süre neomisin kullanmış bulunanlarda işitme bozukluklarına neden  ola­bilir­­. Neomisin deri yüzeyinde de kullanıla­bilir­­.

İlgili aramalar: neomisin, neomisin nedir

Kanamisin

KANAMİSİN:

Kanamisin de aminoglikozid yapısındaki antibiyotiklerden  bir tanesidir­­. Etkili bir antibiyotik olması­na rağmen, zehirli etki­yi azdır­­.  Kas içerisi­ne zerk edilebileceği gibi ağız yolu i­le de verilmekte­dir­­. Fakat bu son yolda emilim iyi olmaz­. Kanamisin "Sepsis" vakaların­da (vücuttaki cerahat yapıcı bakterilerin ve bunların zararlı ürünleri­nin (toksinleri – zehirleri) kan yolu i­le bedene dağılması] kullanılabileceği gibi, ağız yolu i­le uygulanıp bağırsakların bakterilerden  temizlenmesinde de yararlanıla­bilir­­. Kanamisin, daha çok işitme bozukluklarına yol açıcı etkiye maliktir­­. Uzun süre kanamisin kullanma mecburiyetinde olan hastalar­da ilacın 5 ila 7 günlük sürelerle kesilişi ve günlük dozun azaltılışı işitme kayıplarını Önleme bakımın­dan yararlıdır­­.  Bu ted­bir bilhassa böbreklerinde bozukluk bulunmakta olan hastalar­da gereklidir­­.

15 Mart 2015 Pazar

Patoloji Bilimi Neyi İnceler?

Patoloji Neyi İnceler?

Yunanca pathos ve logos kelimelerinin birleşmesinden türemiş bir isimdir. Pathos hastalık, Logos ise bilimi anlamına gelir. Yani "hastalık bilimi" diyebiliriz. Çeşitli hastalık etkenleri­nin doku ve organlar­da meydana getirmiş olduğu bozuklukları inceleyen  bilim dalına patoloji denilir­­. Patoloji bilimi ile uğraş veren uzmanlara Patalog ya da patoloji uzmanı gibi ünvanlar verilmiştir.­­.  Patoloji bilim dalı zaman içerisinde giderek genişlediği ve derinleştiği için bir­takım organların patoloji uzmanlığı da ayrı ayrı dallar olarak ortaya çıkmıştır; Ağız patolojisi, beyin patolojisi, sitopatoloji, jinekopatoloji gibi­.

Patoloji­nin Alt Dalları
Anatomik patoloji: Dokuların makroskopik ve mikroskopla görünümlerine dayalı olarak tanı koymaya yardımcı olan bilim dalıdır­.

Klinik patoloji: Kan gibi bir­takım vücut sıvıları­nın tetkikiyle tanı koymak için yardımcı olan bilim dalıdır­.

Fizyopatoloji-Patofizyoloji: Hastalıkların vücut­ta oluşumunun fiziksel mekanizma­sı üzerine çalışmakta olan patoloji alt bilimidir­­.

İlgili aramalar: patoloji nedir, patoloji neyi inceler, patoloji bilimi neyle uğraşır, patolojinin alt dalları nelerdir

Kreatinin Nedir? Kreatinin Klirensi Nedir?

Kreatinin Nedir? Kreatinin Klirensi Nedir?

KREATİNİN Kasların kasılması için vücuda gereken bir aminoasit olan kreatin­den  türeyen  bir bileşiktir­­. Serumdaki normal düzeyi %0­.7 - 1­.4 miligram arasında­dır­­.  Serumdaki artışının nedeni ya yapısındaki artış (akromegali gibi) ya da idrarla atılımındaki azalıştan (böbrek yetmezliği, üremi ve ciddi kalp yetmezliği) ileri gelmektedir­­. Böbrek işlevleri­ni değerlendirmede serum üre ve kreati­nin değerle­ri­nin bilinme­si çok önemlidir­­.

KREATİNÎN KLİRENSİ Böbrek işlevleri­nin incelenmesinde mü­him basamaklar­dan bir tane­si de birim za­man­da meydana gelen  glomerül süzüntüsü mik­tarı­nın saptanmasıdır­­.  Bunun için klirens veya kan­da temizlenme hızı denilen  süreç incelenerek birim zaman­da belli bir maddeden  bütünüy­le arınan plazma miktarı tayin edilmektedir­­. Temel alınan madde dıştan verilebileceği gibi, kreati­nin gibi vücut­ta üretilen  bir madde de olabi­lir­­. Klirens genel olarak kreati­nin için he­saplanır­­. Bu maddenin hem kandaki dü­zeyi iyi bilinmektedir, hem de kan plazma­sı ile glomerül süzüntüsündeki oram normal koşullar­da mü­him bir farklılığa uğra­maz­. Zira kreatinin, glomerül süzüntüsüne kan plazmasındaki yoğunluğu oranın­da geçer­. Sonrasın­da borucuklar* dan geri emilmediği gibi borucuk hücrelerin­den  de idrara yeniden  salınmaz­. Klirens hesabın­da kullanılan formül CL=UxV/P’dir­­. Burada U kreatini­nin idrardaki yoğunluğu, V mililitre cinsin­den  dakikada meydana gelen  idrar miktarı, P ise kreatini­nin plazma yoğunluğudur­. Nor­mal şartlar altın­da 1,70 boyunda, 70 kilogram ağırlığındaki yetişkin bir kişi­nin krea­ti­nin klirensi dakikada 125 ml’dir­­. Yani böbrek işlevlerinde bozukluk bulunma­yan kişi­nin 125 ml kanın­da bulunan kreatini­nin tamamı bir dakika sürede idrarla birlikte atıl­maktadır­­.  Bu değer ortalama olarak bir insan için normal kabul edilerek, öncesin­den  ha­zırlanmış bir çizelge yardımı i­le hasta­nın boyu ve kilosuna göre sağlanma­sı lazım olan normal değerler tayin edilmektedir­­.

İlgili aramalar: kreatinin nedir, kreatinin klirensi nedir, kreatinin vücutta işlevi nedir

Bilirubin Nedir? Bilirubin Neden Yükselir?

Bilirubin Nedir? Bilirubin Neden Yükselir?

BİLİRUBİN: Kan­da dolaşımda olan eritrositlerin or­talama olarak ömrü 120 gün kadar olur­. Bu süre sonra­sı parçalanan eritrositlerin içerisindeki hemoglobin bir dizi kimyasal tepkimeyle bilirubine dönüştürü­lür­. Hemoglobin kırmızı renge sahip bir bileşik olduğu halde, bilirubinin rengi sarıdır­­. Hemoglobi­nin yıkımı ile meydana gelen  bilirubin serumda albumine bağlanıp karaciğere taşı­nır­­. Bu tür bilirubine indirekt bilirubin denilmek­tedir­­. Karaciğere gelen  bu bilirubin glukuronikasitle birleşerek suda erime özelliği kazanır ve safra yolu i­le bağırsağa atılmakta­dır­­.; Bu tür bilirubine de direkt bilirubin denilmektedir­­. İkisi beraber total bilirubi­ni oluştururlar­. Serumdaki normal değer­leri: direkt bilirubin için %0­.1* 0­.4 mg, indirekt bilirubin için %0­.1 - 0­.6 miligram ve total bilirubin için %0­.2 - l miligram arasın­da olur­. Serumdaki bilirubin artışı ile beraber gözün sklera tabakasının, deri­nin ve mukozaların sarıya boy anma siyi a görülmekte olan tabloya sarılık denilmektedir­­.

Sarılık genel olarak üç değişik neden­den  dolayı meydana gelmektedir:

1) Akrep, yılan, örümcek ve diğer zehirli böcekler gibi hayvanların zehirleri, yanlış kan transfüzyonları gibi sebep­lerle eritrositlerin normalden  fazlaca yıkımı sonucu. 2) Bakteri ve virüs enfeksiyonlarıyla, siroz gibi karaciğer hücreleri­ni bozan olaylar­da karaciğerin zaten  olma­sı gereken  miktar­da meydana gelen  bilirubi­ni metabolize edememesi 3) Karaciğerle bağırsak arasın­da bulunan safra yolların­da taş veya tümör nede­ni ile olan tıkanmalarla bilirubi­nin bağırsağa atlamaması­.

İlgili aramalar: bilirubin nedir, bilirubin neden yükselir, bilirubin neden artar, sarılık neden olur, sarılığın nedenleri nelerdir

Travma Nedir?

TRAVMA

Vücut­ta hastalıklara ve zararlara neden  olan fiziksel ve kimyasal faktörlere travma denir. Günümüzde travma denildiği zaman; ameliyat, trafik kazasında meydana gelen yaralanmalar ve ateşli silahların sebep olduğu yaralar gibi fiziksel zararlar anlaşılır­­. Yırtık, kesik, sıyrık, bere, kırık, çıkık ve beyin sarsılmaları fiziksel travmaların öncelikli sonuçlarıdır­­.

İlgili aramalar: travma, travma nedir, tıravma, tıramva

12 Mart 2015 Perşembe

Rejenerasyon Nedir?

REJENERASYON

Bir doku kaybın­dan sonra ortadan kalkan hücrelerin yeri­ni aynı cinsten  ve aynı değer­de hücrelerin çoğalarak doldurmasıdır­­.  Buna verilebilecek en  iyi örneklerdeb biri, kuyruğu kopmuş olan bir kertenkelede yeni kuyruk oluşmasıdır­­.  İnsan­da her doku rejenere olamaz, deri, mukoza, damarlar ve kemik iliği iyi rejenere olmakta­dır­­.  Lakin kas, akciğer ve beyin hücrelerinde rejenerasyon kabiliye­ti bulun­maz­. Bu hücrelerden  ölen  olursa yeri­ni sikatris dokusu doldurur; bu sonuç ilgili organın çalışma yeteği­ni düşürür­.

İlgili aramalar: rejenerasyon, rejenerasyon nedir, rejenerasyon nasıl olur

CPK Nedir?

KREATİN FOSFAKİNAZ (CPK): ATP (adenozin trifosfat) ve kreatin­den  fosfokreatin oluşmasını sağlayan enzimdir­­. Bu enzim öncelikli iskelet kasında, kalp kasın­da ve beyinde bulunmaktadır­­.  Bazı kas hastalıkların­da kandaki düzeyi yükselir­­. Fakat en  fazla teşhis değeri akut miyokard infarktüsündedir­­. İnfarktüsten  4 saat sonra yükselmeye başlar ve 24 saat­te en  yüksek düzeyine ulaşır­­. 3* 4 gün sonra da başlangıç düzeyine döner­. Normal serum değerleri 10* 60 U/l’dir­­. İngilizce açılımı Creatine Phospho Kinase'dır

İlgili aramalar: cpk nedir, laboratuar testlerinde cpk'nin açılımı nedir

Hiperplazi

HİPERPLAZİ NEDİR?

Hiperplazi bir organın ya da dokunun büyüklüğündeki artıştır. O doku veya organa özgü hücrelerin sayı olarak artmasına bağlıdır­­.  Erkekler­de görülmekte olan meme büyümelerine "jinekomasti" denir, bir hiperplazi tipidir­­. Erkeklere kadınlık hormonu (östrojen) verildiğinde veya karaciğer sirozun­da ortaya çıkmakta­dır­­.

İlgili aramalar: hiperplazi, hiperplazi nedir, hiperplazi ne demek

Pıhtılaşma Nasıl Olur?

PIHTILAŞMA NASIL OLUR

Oldukça karışık olan pıh­tılaşma olayını burada ana hatlarıyla birlikte irdeleyeceğiz­. Zedelenmiş damar yüzeyine yapışan trombositlerden  ve zedelenen  damar­dan açığa çıkan bir­takım maddeler, kan­da erimiş hal­de mevcut olan fibrinojenin fibrin liflerine dönüşümünü sağlarlar­. Fibrin lifleri pıhtı­nın iskeleti­ni kurarlar­. Fibrin lifleri olurken, fazlaca sayıda trombosit bu liflerin arasın­da kalır ­. Böylelikle öncelikli öğeleri fibrin lifleri ve trombositler olan pıhtı olmakta­dır­­.  Zedelenmiş dokudan açığa çıkan ve pıhtılaşma­ya yardım edici maddeye "doku tromboplastini" (Faktör III) denilir­­. Doku tromboplasti­ni aracılı­ğıyla gelişmekte olan pıhtılaşma hadise­leri "ekstrensek mekanizma" ismi­ni alır­­. Damar içerisin­den  iğneyle (enjeksiyonla) bir miktar kan ahp, bunu yavaşça bir tüp içerisi­ne boşaltırsak, bu kanın 5* 6 dakika içinde pıhtılaştığını görürüz­. Bu pıhtılaşma olayına doku tromboplasti­ni yardım etmemiştir­­. Zira iğne içerisi­ne çekilen  kana doku tromboplas­ti­ni karışmamıştır Bu tür pıhtılaşma olayına "intrensek mekanizma" denilir­­. Tüp içinde aldığı­mız kanın üzerine bir miktar doku tromboplasti­ni koyarsak pıhtılaşmanın 10* 15 saniye içinde ger­çekleştiği­ni görürüz­. Demek ki ektrensek meka­nizmanın pıhtılaşmayı hızlandırıcı bir etki­yi bulunur­. Zedelenmiş bir damarın pıhtıyla tıkan­masın­da hem ekstrensek hem de intrensek sistem devreye girer­.

Kandaki eriyik fibrinojenin, fibrin liflerine dönüş­mesine imkan veren  madde, "trombin"dir­­. Trombin kan­da serbest değil, inaktif bir ön enzim (proenzim) şeklinde bulunmaktadır­­.  Trombi­nin bu proenzim biçimine "protrombin" denilir­­. Protrom* bi­nin trombine dönüşmesini, "aktif faktör X" denilen  bir madde sağlar­. Aktif faktör X da kan­da inaktif biçimde bulunmaktadır­­.  Bunun aktif şekle dönüşmesine imkan verenlar; yukarıda sözünü etti­ğimiz intrensek ve ekstrensek mekanizmalardır­­.  Pıhtılaşma olayı­nın en  mü­him maddelerin­den  bir tane­si de kalsiyumdur­.

Kısaca; pıhtılaşma bir seri enzimatik olayın gelişmesiyle ortaya çıkmakta­dır­­.  Pıhtılaşmaya katılan maddelere "prokoagülan faktörler" denilir­­. Romen  rakamlarıyla isimlendiri­len  bu faktörlerin birçoğu ka­raciğer­de üretilir ve protein yapısındadır­­.  I’den  XIH’e kadar sıralanan faktörlerden  VIII faktör antihemofilik globulindir­­. Eksikliğinde hemofili has­talığı ortaya çıkmakta­dır­­.  Pıhtılaşma esnasın­da aktif du­ruma geçen  bir faktör öteki­ni "O", bir diğeri­ni aktif duruma getirir, nihayetinde fibrinojen  fibrin haline dönüşür ve kan sıvı durumun­dan katı duru­ma geçer­. Meydana gelen  pıhtıda fibrin lifçikleri arasın­da kanın hücresel elementleri de bulunmaktadır­­.  Bir kaç saat sonra pıhtı büzüşmeye başlar ve kanın seru­mu (serum pıhtılaşmış kanın sıvı kısmı­dır) ayrı­lır­­. Pıhtılaşma iki ayrı sistem ile başlaya­bilir­­. 1* Ekstrensek sistemde pıhtılaşma­. Doku zedelen­me­si ile hücrelerin içerisin­den  doku tromboplasti­ni "Faktör III" açığa çıkar, bu "Faktör VII" yi aktive eder ve aşağıda verilen  çizelgede görüldüğü gibi pıhtılaşma gelişmektedir­­. 2* intrensek sistemde pıhtılaş­ma: Burada ilk aktive olan Faktör XII’dir­­. Faktör XII damar içinde kollagen  ile kan vücut dışına alındığı za­man yabancı yüzeye değinmekle aktif duruma geçer ve yine çizelgede gösterilen  sıra içinde pıhtılaşma gelişmektedir­­. Pıhtılaşma esnasın­da iyonize Ca + + da gereklidir­­. Faktör IV olarak belirtilen  kalsiyum ortamdan ayrıhrsa veya sitrat, oksalat gibi maddelerle iyonizasyonu azaltılır veya çöktürülürse pıhtılaşma engelle­nir­­. Tüpte kanın pıhtılaşmasını engellemek amacı ile bu tür maddeler kullanılır­­. Normal koşullar­da vücut içinde kanın pıhtıl aşmaması­nın sebe­bi damar­ların iç yüzünün düzgün, pürüzsüz oluşu, kollage* nin açığa çıkmaması, ayrıca organizmada he* parin ve antitrombin gibi pıhtılaşmayı önleyici (antikoagulan) maddelerin bulunmasıdır­­.  Karaciğer­de sentez edilen  prokoagulan faktör­lerden  bazısı (örneğin protrombin) için K vitaminine gerek bulunur­. Bu vitamin alınmazsa veya etki­yi önlenirse pıhtılaşma deformitesi (bozukluğu) ortaya çıkmakta­dır­­.  Damar sertliği olan bir­takım hastalardaysa pürtüklü yüzeyde gereksiz pıhtılaşmalar ola­bilir ve damarı tıkaya­bilir­­. Bu hastalarda, doktor kont­rolünde heparin veya K vitami­nin etkisi­ni engel­leyen  ilaçlarla bu tür pıhtı oluşumu engellenir­­.

İlgili aramalar: pıhtılaşma nasıl olur, pıhtılaşma nasıl gerçekleşir, kan nasıl pıhtılaşır, pıhtılaşma nedir

Aglütinasyon

Aglütinasyon Nedir?

Aglütinasyon, uygun bir sıvı ortamında, partiküler formdaki antijenlerle antikorların bağlandıktan sonra kompleks yapılar oluşturarak bir arada kümelenmesine denir­­. Aglütinasyon reaksiyonun­da IgM sınıfı antikorlar, IgA ve IgG sınıfların­dan daha çabuk etki göstermektedir­ler­.
aglütinasyon nedir

İlgili aramalar: aglütinasyon, aglütinasyon nedir

Addison Hastalığı

Addison Hastalığı

Addison Hastalığı­nın Nedenleri: Böbreküstü bezlerinde doku yıkımına bağlı bir şekil­de hormon yapımı­nın durması ile gelişmektedir­­.

Addison Hastalığı Belirtileri: Kişi hastalık başlangıcın­da halsizlik duyar ve ilerlemiş haller­de yürüyecek gücü kalmaz­. Zamanla zayıflar­. Tansiyonu sürekli düşük olmakta­dır­­.  Addison Hastalığı’nın bu sayılanlar­dan daha genel belirtisi ise deri rengi­nin koyu bir hal almasıdır­­.  Deri bilhassa yüz, el ve kol­lar­da koyu, bronz bir renge bürünür­. Elin üs­tündeki deri koyulaşarak pembeye çalan avuç içiyle belir­li bir zıtlık oluştu­rur­. Eğer vücut­ta yara izleri var ­ise si­yaha çalan koyu kahverengi hali­ni alır­­. Dişetleri, yanaklar ve üreme organların­da koyu benekler ortaya çıkmakta­dır­­.

Böbreküstü bölgesi­nin rastladığı darbe ve travmalar böbreküs­tü bezlerinde hastalık yapar mı?

Şiddetli travmalar ender olarak böbreküstü bezi yetmezliğine neden  o­lur­. Bu duruma daha çok erken  ve zor doğan bebekler­de rastlanır­­.

Addison hastalığına sadece verem hastalığı mı yol açar?

Hayır­­. Birçok Addison hastalığı olgusu böbreküstü bezlerinde sebe­bi bilinemeyen  doku gerileme­si neticesin­de ortaya çıkmıştır­­.

Addison Hastalığı bulaşıcı bir hastalık mıdır?

Hayır­­. Organizmanın kendi hücrelerine karşı bilinemeyen  bir mekaniz­mayla antikor ürettiği bir özbağışık hastalığıdır­­.  Bu antikorlar böbre­k üstü bezi kabuğun­da doku yıkımına neden  olarak Addison hastalığı­nın gelişmesine yol açar­.

11 Mart 2015 Çarşamba

Tek Böbrekle Yaşanır Mı?

Tek Böbrekle Yaşanır Mı?

Sağlıklı yaşayabilmemiz için her iki böbreğimize de gerek var mı diyecek olursak cevabımız hayır olur­­.  Böbreklerin işlevsel elastikiyeti vücudun isteklerine büyük ölçüde uyum göstermekte­dir­­. Bun­dan dolayı böbrek yetmezliği­nin belirti vermesi, her iki böbreği de etkisi altına alan mü­him ve yaygın işlevsel bozuklukların göstergesidir­­. Bir böbreğin çıkanlma­sı böbrek yetmezliğine neden  olmaz­. Lakin bir böbrek ve öbür böbreğin yarısı çıkartıldığın­da yetmezlik belirtileri görülmekte­dir­­.

Bronkopnömoni Nasıl Bir Hastalıktır?

Bronkopnömoni Nasıl Bir Hastalıktır?

Bronşlar soluduğumuz havayı soluk borusun­dan akciğerlere taşıyan, dallandıkça inceleşerek bronşiyollere dönüşen  ve nihayetinde sayısız hava keseciklerine (alveol) bağlanan borucuklardır­­.  Bronşlar­dan geçerek hava keseciklerine giren  havadaki oksijen  ince çeperli kılcal damar ağın­dan kana geçerek dokulara taşınır­­. Dokular­da gerçekleşmiş olan metabolizma etkinlikleri neticesin­de or­taya çıkan karbondioksit de gene kan dolaşımı yolu i­le hava kesecikleri­nin duvarlarını kaplayan kılcal damarlara gelmektedir­­. Bu açıklamadan anlaşılabileceği gibi solunum sisteminde hava kesecikleri gaz alışverişi­nin gerçekleşmesini, bronşlar ise hava iletimine imkan veren  ya­pılardır­­.  Bronşların ağız ve burun yo­lu ile dış ortama açık olmaları, dış ortamdaki menfi koşullar­dan mü­him ölçüde etkilenmelerine neden  o­lur­. Bakteriler, zararlı toz ve gaz gibi maddeler solunan havayla beraber direkt bronşlara ulaşa­bilir­­. Fakat bronşlar birçok defans sistemiyle donatılmıştır­­. Yabancı maddeler burun ve yutakta geçişi denetleyen  epey tesirli engelleri aşmak mecburiyetindedir­­. Bunu başaranlar ise fazlaca sayıda hücrenin salgısıyla beslenen  ve bronş duvarını örterek bir set oluşturmakta olan mukus katmanıyla karşılaşır­­. Bununla birlik­te titrek tüylü epitel hücrelerin­den  meydana gelen  bir temizlik sistemi de bulunmaktadır­­.  Bu tüyler fırça gibi çalışarak yabancı maddeleri ve mukusu devamlı dışarıya doğru süpürür­. Fakat koruyucu sistemlerin etkinliği­ni azaltan şart­ları n orta­ya çıkı­şı veya bu sistemlerin aşın yüklenmesine bağlı bir şekil­de bronşlar ilti­haplana­bilir­­. Sonuçta sıklık­la görülmekte olan ve genel olarak Önemli sayılmayan bir hastalık olan bronşit ortaya çıkmakta­dır­­.  Bu akut iltihap bronş ağacı­nın ince dallarına dek ulaşıp çevre akciğer dokusuna da yayıldığın­da bronkopnömoniye, yani bronş-akciğer iltihabı sorununa dönüşmüş olmakta­dır­­.

İlgili aramalar: bronkopnömoni, bronkopnömoni nedir, bronkopnömoni nasıl bir hastalıktır, akciğer iltihabı nedir