17 Mart 2011 Perşembe

Fenilketonüri (PKU) Hastalığı ve Tedavisi

Sponsorlu Bağlantılar:

FENİLKETONURİ HASTALIĞI :

Fenilketonüri Nedir?
Fenilketonüri, aileden katılım yoluyla geçebilen bir hastalıktır. Bu hastalıkla doğan çocuklar proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli bir maddeyi metobolize edemezler. Buna bağlı olarak kanda ve diğer vücut sıvılarında artmış olan bu madde ve onun atıkları çocuğun gelişmekte olan beynini harap eder. Dolayısıyla çocuğun ileri derecede zeka özürlü olmasına ve sinir sistemini ilgilendiren daha bir çok belirtinin ortaya çıkmasına neden olur.

Fenilketonüri Belirtileri Nelerdir ?
Hayatın ilk birkaç ayı içerisinde fenilketonüri hastalığı olan bebekleri sağlıklı bebeklerden ayıran özellikler fark edilemez.

Tedavi edilmeyen çocuklarda 4. ay civarında sinir sistemi belirtileri oluşmaya başlar. 5. - 6. aylardan sonra çocuklukta belirgin zeka geriliğinin yanında, akranlarından farklı olarak oturma, yürüme, konuşma gibi beceriler gelişemez. Beyin gelişmeleri normal olmadığından başları küçük kalır. Ayrıca kusma, aşırı el, kol, baş hareketleri, sara nöbetleri, ciltte döküntüler, idrar ve terin küf gibi kokması hastalığın önemli belirtilerindendir. Bu çocukların % 60'ında göz, kaş ve cilt rengi anne-babaya göre daha açıktır.

Nasıl Tedavi Edilir ?
Erken tanı konduğunda fenilketonüri tedavi edilebilen bir hastalıktır. Tedavide genel ilke, gıda ile alınan fenilalanin miktarını azaltarak kan fenilalanin düzeyini normal sınırlar içinde tutmaktır. Diyet tedavisi için fenilalanini çok azaltılmış özel ve ilaç niteliğindeki mamaların kullanılması gerekmektedir. Beyin dokusunun en hızlı geliştiği ilk 8-10 yıl boyunca tedavi devam etmelidir.

Ülkemizde Fenilketonüri Hangi Sıklıkta Görülür ?
Fenilketonüri Amerika'da ve bir birçok Avrupa Ülkesinde her 10.000-30.000 yeni doğanda bir görülmesine karşın Ülkemizde 3.000-4.500 yeni doğandan birinde görülmektedir. Türkiye Fenilketonüri hastalığının en sık görüldüğü bir ülkedir. Her yıl 400-500 çocuk bu hastalıkla doğmaktadır. Her 20-25 kişiden birinin hastalığı taşıyor olması ve ülkemizde akraba evliliklerinin yüksek oranda yapılması hastalığın sık görülmesine neden olmaktadır. Hastalığın yeterince bilinmemesi, zeka geriliği gösteren çocukların bu hastalık yönünden incelenmemesi hastalığın yayılışına neden olmaktadır.

Fenilketonüri Hastalığı Yeni doğan Döneminde Tanımlanabilir ;
Fenilketonüri hastalığı ile doğan bebeğin beyni etkilenmeden erken olarak tanımlanması çok önemlidir. Bu amaçla geliştirilmiş her yeni doğana uygulanabilecek pratik ve ekonomik bir test vardır. Doğumevleri, sağlık ocakları ve ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezlerinde hayatın ilk 24 saatlerinden sonra topuktan 1 damla kan teşhis için yeterlidir.

Konuyla ilgili aramalar : fenilketonuri pku nedir , fenilketonüri nasıl geçer

inmemiş testis nedir ( erkek yumurtası )

Sponsorlu Bağlantılar:

Gerçek inmemiş testis nedir ?
Erkek bebekler doğmadan önce her iki testis bebeğin karın boşluğundadır. Bebek anne karnında gelişimine devam ederken testisler de torbaya inmeye başlarlar. Karın içi boşluğundan sonra kasık bölgesini geçerek doğuma yakın torbaya yerleşirler. Nadiren bu torbaya iniş doğumdan sonraki ilk 6 ay içinde de devam eder.

Yenidoğan bir erkek çocuk doğduğunda testisler şayet torbada değilse, bu duruma gerçek inmemiş testis adı verilir. Çoğu zaman tek tarafta, bazen de çift tarafta birden olur.Gerçek inmemiş testiste önemli özellik, bir ya da iki testisin hiçbir zaman torbada olmamasıdır.

Utangaç testis nedir ?
Halbuki utangaç testis durumunda testisler zaman zaman torbada görülürler. Ancak özellikle soğuğun etkisiyle veya çocuğun alt taraflarının ellenmesi gibi durumlarda yukarıya, kasıklara doğru kaçarak ortadan kaybolurlar. Tıp dilinde “ retraktil testis “ denilen utangaç testisler sıcak ortamlarda, örneğin çocuğun ateşinin çıktığı durumlarda veya banyo küvetinde sıcak suyun içinde otururlarken veya çocuk uyurken bakıldıklarında çoğunlukla torbada görülürler.

Utangaç testis bir hastalık sayılmaz, çocuğun ilerideki hayatında bir soruna yol açmaz.Herhangi bir tedavi ( ilaç veya ameliyat ) gerektirmez. Ancak 6 aylık aralarlaçocuk cerrahisi vey çocuk ürolojisi uzmanı tarafından kontrolü gerekir. Gerçek inmemiş testisten tamamen farklı masum bir olaydır.

Gerçek inmemiş testis sık mı görülür, kendiliğinden düzelir mi ?
İstatistiklere göre inmemiş testis erken doğan bebeklerde normal zamanında görülen bebeklere oranla 3 kat daha sık görülür. 6 ayın sonuna kadar inmemiş testislerin bir kısmı daha iner. Ancak bundan sonra artık inmez. Erkek çocukların cinsel organlarına ait en sık rastlanan anormalliktir. Her 100 sağlıklı erkek bebekten birisinde kalıcı bir hastalık olarak bulunur. İlk 6 ay geçtikten sonra mutlaka bir an önce tedavi edilmelidir.

İnmemiş testis nerelerde takılır ?
Testis, anne karnındaki yolculuk hattı boyunca herhangi bir yerde takılabilir ve inmez.
1. Kasık kanalında takılmış ve torbaya inmemiş olabilir.
2. Karın içinde kalmış olabilir.

Testis tamamen yok olabilir mi ?
Evet, olabilir. Karın içinden torbaya olan yolculuğu esnasında bazen testis kendi etrafında dönerek bir tur atar ve besleyici damarları burularak tıkanır. Böylelikle testis çürür ve yokolur. Doğum sonrası ciddi hastalık tablosu ortaya çıkaran ve kendisini belli eden bu durum, doğum öncesi dönemde olduğunda hiçbir belirti vermez ve bebek, testisi olmadan doğar.

Muayene ile herşey anlaşılır mı ?
Hastaların % 80 ‘ inde anlaşılır. Çünkü bu orandaki hastada testis, tecrübeli bir elin yaptığı dikkatli muayene sonrasında kasık kanalının bir yerinde ele gelir. Ancak hastaların beşte birinde testis ele gelmez. Böyle olduğunda iki ihtimal sözkonusudur. Ya testis karın içindedir.
Ya da yoktur. Gerek ultrason gerekse diğer bir çok pahalı ve zor tanı yöntemi burada bize yardımcı olmaz. En kesin tanı yöntemi “ laparoskopi “ ‘ dir. Yani bıçaksız ameliyat olarak da bilinen yöntem. Bu amaçla karın duvarında açılan delikten ince bir ışıklı mercek sokarak tüm karın içi görülür. Böylelikle testisin olup olmadığı kesin olarak saptanır ve karın içinde duruyorsa aynı yönteme devam edilerek torbaya indirilir. Böyle durumlarda bazen iki seanslı ameliyatlar tercih edilir. Şayet testis yoksa o zamanda kalıntısı bulunarak ileride ortaya çıkabilecek kanser tehlikesi nedeniyle çıkarılmalıdır.

İnmemiş testis neden tedavi edilmelidir ?
İleride çocuk sahibi olmayı önler: Çok bilinen bir kısırlık sebebidir. Testisler ne kadar erken torbaya indirilirse bu risk o kadar azalır.
Kanser gelişebilir: İnmemiş testisli hastaların testislerinde ileride kanser gelişme riski normal erkeklere oranla 15 katı kadar daha fazladır.
Beraberinde kasık fıtığı da olabilir: Her zaman belirti vermese de inmemiş testisli
hastaların % 65 kadarında ameliyatta fıtık da tesbit edilir ve cerrahi tedavisi yapılır.
Psikolojik ve estetik problem oluşturur.
Dış etkenlere daha açıktır.

Tedavi yaşı kaçtır ?
En ideali 6 aylık ile 1 yaş arasıdır.Ancak en geç 2 yaş bitimine kadar tedavi tamamlanmalıdır. Hangi nedenle olursa olsun inmemiş testis tedavisi 2 yaşın sonrasına bırakılmamalıdır. Şayet bilmeden 2 yaşın ötesine sarktıysa bir an önce tedavi yapılmalıdır. İnmemiş testisin olduğu tarafta fıtık da varsa o zaman hiç beklenmeden gerekirse 1 aylık bebekte de cerrahi tedavi uygulanmalıdır.

Tedavi yöntemleri nelerdir ?
Yaygın ve kesin tedavi yöntemi ameliyattır. Ehil ellerde ve çocuk cerrahisi uzmanlarınca yapılan ameliyatlardan sonra başarı oranı çok yüksektir.
Nadiren de olsa ilaç yani hormon tedavisi uygulamak gerekir. İyi seçilmiş hastalarda kullanıldığında hem yan etkisi olmaz hem de zaman zaman ameliyatsız başarı sağlanır. Ancak hormon tedavisi ancak tecrübeli uzmanlarca kullanılması gereken ve başarı şansı düşük, yan etki ihtimali büyük bir tedavi şeklidir.

Ameliyat risk taşır mı ve nasıl yapılır ?
Ehil ellerde ve çocuk cerrahisi yöntemlerine göre yapılan ameliyatlarda herhangi bir risk yoktur. Ancak sadece çocuk ameliyat etmeyip esas işi yetişkinleri ameliyat etmek olan uzmanlarca yapılan ameliyatlarda çocukların nazik ve körpe dokularına yeterince müşfik davranılmadığı ve çocuk cerrahisi yöntemlerine aykırı işler yapılabildiği için başarı şansı düşer.

Ameliyatta testis ortaya çıkarıldıktan sonra birçok inmemiş testis hastasında olan kasık fıtığı problemi de halledilerek testisi besleyen damarlar etraf dokulara olan yapışıklıklardan ayrılır ve uzatılır. Testis torbanın içine dikişlerle tutturulur. Tecrübeli bir elde ortalama ameliyat süresi yarım saattir.

Hastanede yatılır mı ? Ameliyat sonrası zor mudur ?
İnmemiş testis ameliyatı olan çocuklar aynı gün hastaneden taburcu edilir ve ameliyat sonrası ilk bir kaç saatten sonrasını evde geçirirler. Böylesi hem tıbbi açıdan hem de psikolojik açıdan çocuk ve ailesi için çok daha avantajlıdır.
Ağrı kesici-ateş düşürücü özelliği olan ilaçlarla ameliyat sonrası rahatsızlıklar rahatça
kontrol altına alınır.

Çocuklar ne kadar küçükse ameliyat sonrası dönemleri o kadar rahat geçer. Daha küçük
çocuklar daima daha çabuk iyileşirler.
İki gün içinde tüm çocuklar ayağa kalkar ve oyuna başlarlar.
3-4 gün sonra bir kez pansuman ve yara kontrolü için ameliyat eden çocuk cerrahisi
uzmanına gidilir. Birkaç ay sonra geç kontrol yapılır.
Ameliyattan 4 gün kadar sonra banyo yapılabilir ( İlk yara kontrolü sonrası )
Güreş, futbol, yüzme ve jimnastik gibi sporlar 20 gün için yasaklanır.
Ameliyat sonrasında torbada ve kasıkta hafif şişlik ve morluklar olabilir. Bunlar birkaç
gün ve hafta içinde kendiliğinden geçer. Operasyon bölgesinde aşırı şişlik, kızarıklık varsa; yaradan kan ve iltihap geliyorsa; ateş, bulantı, kusma gibi belirtiler varsa doktorunuza başvurmalısınız..

Yazar: Prof.Dr.Yunus Söylet

Konuyla ilgili aramalar: inmemiş testis nedir , inmemiş testis tedavisi , inmemiş testis ameliyatı , nasıl anlaşılır , muayenesi , operasyonu

Bebeğin ay ay gelişimi - anne karninda bebek gelişimi

Sponsorlu Bağlantılar:

DOĞUM ÖNCESİ BEBEK GELİŞİMİ :

1.TRİMESTR (İLK ÜÇ AY) :
Not: Aşağıdaki takvim kadının son adet kanamasının ilk günü başlangıç kabul edilerek izlenmelidir.

2.Hafta:Fertilizasyon: Sperm ve yumurta hücreleri fallop tüpü içinde yeni bir insan oluşturmak için buluşurlar.

4.Hafta: Artık uterusa yerleşmiş olan embriyo salgıladığı hormonlarla annenin adet kanamasını durdurur.

2.Ay: Gebeliğin 45.gününde(6 hafta) embriyon dış görünüşü ile ortaya çıkmış, göbek kordono ile plasentaya bağlanmış, amnios kesesi ve amnios suyu tam oluşmuştur. Embriyon 2,5 cm.lik boya ulaşmıştır.

3.Ay: Baş, vücut boyunun yarısı kadar büyüktür.Ağız, burun ve kulaklar belirir, gözler yanlarda oluşmuştur, el ve ayaklar daha belirgin, tırnaklanma başlamıştır. Dış genital organlarda cinsiyet farklılıkları ortaya çıkmıştır. Anüs açılmıştır. Amniyon sıvısı içinde spontan hareketler yapabilir.

2.TRİMESTR (İKİNCİ ÜÇ AY) :

4.Ay: Bu ay sonunda fetus 10-17 cm. uzunluğunda ve 100 gr. kadar ağırlıktadır. Deri saydam ve düz kırmızı renklidir. Kafa büyük, yüz küçüktür. Çene ve alında tüyler belirmiştir. Genital organlarda cinsiyet belirlenebilir.

5.Ay: Vücut gelişmesi hızlanır. Başla vücut arasındaki oran değişmeye başlar. Deri kırmızıdır ve matlaşmaya başlar. Saçlarda belirmeye başlar.

6.Ay: Deri buruşuktur ve matlaşmaya başlar.Bütün vücut tüylerle örtülüdür. Deri altında yağ birikmeye başlar. Baş büyüklüğünü korur.

3.TRİMESTR (3. ÜÇ AY) :
7.Ay: 35-38 cm. uzunluğu ve 1000 gr. kadar vücut ağırlığına ulaşmıştır. Deri kırmızıdır.Tırnaklar parmak ucu hizasını hafif geçmiştir. Kız çocuklarda clitoris labialar arasında hafif taşkındır. Erkek çocuklarda testisler henüz torbalara inmemiştir.

8.Ay: Deri biraz soluk, hala kırmızı ve buruşuktur.Tüyler kol bacak ve sırtta vardır.Isı kontrol,solunum ve sindirim sistemleri dış şartlara uyabilecek olgunluğa yaklaşmıştır.

9.Ay: Yaklaşık 46 cm. boy ve 2500 gr. ağırlığa ulaşmıştır.Deri altı yağ dokusu tamamlanmaya başladığından vücut hatları daha düzgün ve dolgundur.Yüzde kırışıklıklar kaybolmuştur.Yaşama şansları daha fazladır.

10.Ay: Ve Mutlu Son
Tam gelişmiştir.Dış çevre şartlarına uyum yeteneği kazanmıştır. Ortalama 50 cm. boyunda ve 3000 gr. ağrlığındadır. Deri açık pembe renkli ve gergindir. Saçlar uzamıştır. Kulak ve burun kıkırdakları teşekkül etmiştir. Kızlarda labia majorlar birbirleri ile temas halindedir. Erkeklerde testisler torbalara inmiştir.

kaynak: www.populermedikal.com

konuyla ilgili aramalar: bebeğin anne karnında gelişimi , bebeğin ay ay gelişimi , anne karnında ay ay bebek gelişimi

15 Mart 2011 Salı

Kolesterol Nedir? HDL ve LDL Kolesterol Nedir?

Sponsorlu Bağlantılar:

KOLESTEROL NEDİR?

Kolesterol, kanda taşınan bir yağ maddesidir. Kanda bir miktar kolesterol bulunması vücuttaki bir dizi önemli fonksiyonun için gereklidir. Kolesterol farklı etkileri olan birden fazla maddeden oluşur.

- LDL-kolesterol (lede-kötü) damar tıkanıklığı riskini arttıran kötü kolesteroldür.
- HDL-kolesterol (herlige-iyi), damar tıkanıklığına karşı koruyan iyi kolesteroldür.

Kandaki toplam kolesterol miktarı, kolesterol sayısı ile ölçülür, ve yüksek kolesterol sayısı damar tıkanıklığı riskinin arttığına işaret eder.

HER YAĞ AYNI DEĞİLDİR
Kolesterolün çoğu karaciğerde üretilir. Ne kadar yağlı yemek yersek, o kadar çok kolesterol üretilir. Yediğimiz yağın çeşidi önemlidir. Yemeklerdeki doymuş yağ kandaki kötü kolesterol seviyesini arttırırken, doymamış yağ bu seviyeyi düşürür. Bu sebeple sağlıklı yağdan, ama sınırlı miktarlarda yiyin.

KOLAY HATIRLAMA KURALI
- Sağlıklı, doymamış olan yağlar buzdolabında sıvıdırlar.
- Sağlıksız, doymuş olan yağlar buzdolabında katıdır

KOLESTEROLÜNÜZÜ ÖLÇTÜRÜN
Kolesterol sayınızı bilmek istiyorsanız, doktorunuz, eczane ya da hastanelerde bunu ölçtürebilir siniz. Kolesterol ölçümü, kandaki toplam kolesterol içeriğinin ölçüldüğü bir kan testi ile yapılır. Kolesterol sayınız yüksek çıkarsa, alt gruplar olan HDL- ve LDL-kolesterolün ölçüldüğü genişletilmiş bir test yapılması teklif edilir. Doğduğumuzda kolesterolümüz 2,5’dir. Yani vücudumuzun ihtiyacı olan kolesterol bu kadar az. Geri kalanı lüzumsuzdur.

Kalp Vakfı sağlıklı kişiler için şu sayıları tavsiye etmektedir:
• Toplam kolesterol sayısı 5 mmol/l
• HDL-kolesterol 1mmol/l’den yüksek
• LDL-kolesterol 3 mmol/l’den düşük
Kalp damar hastalığı yada şeker hastalığı teşhisi konuldu ise, bu sayı 4,5’den daha düşük olmalıdır.

KOLESTEROLÜNÜZÜ KONTROL EDİN
Fiziksel aktivite :
Günde en az 30 dakika fiziksel olarak aktif olun. Fiziksel aktivite kandaki kolesterol paylaşımını düzeltir ve kan damarlarındaki kötü kolesterolü ortadan kaldırmakta faydalı olan iyi kolesterolün üretimini aktive eder.
Günlük egzersizlerin hem normal bir kolesterol seviyesini muhafaza etmeye hem de yüksek kolesterolü önleme ve düşürmeye yardımı olur. Yüksek kolesterol teşhisi konuldu ise, haftalık 20-30 kilometre yürüme yada koşmaya tekabül edecek kadar fiziksel aktivite yapmak önemlidir. Toplamda yapılan aktivite miktarı yüksek olduğu sürece bisiklet sürmek, yüzmek, dans, bahçede çalışmak ve çocuklarla oynamak da güzel aktivitelerdir. Aktivitelerin yoğunluğu/hızı en az orta derecede olmalı. Bu hareket ederken konuşmakta zorlandığınız dereceye tekabül etmektedir.

Yağ kullanımı :
• Sıvı ve yumuşak yağı tercih edin ve bunlardan az kullanın.
• Az yağlı peynir ve süt ürünlerini tercih edin.
• Yağsız et ve ekmek üstü et ürünlerini tercih edin.
• Ekmek üstü ürünlerin altında yağ kullanmayın.

Konuyla ilgili aramalar: kolesterol nedir , hdl kolesterol nedir , ldl kolesterol nedir , kolesterol değerleri

14 Mart 2011 Pazartesi

Su Çiçeği Hastalığı, Belirtileri, Tedavisi

Sponsorlu Bağlantılar:

Suçiçeği :
Su çiçeği döküntü ile karakterize,ciltte kalıcı sorunlar yaratan ve izler bırakan bulaşıcı viral bir hastalıktır. Su çiçeği genellikle hafif seyirli bir hastalık olmakla birlikte hem erişkinler hem de çocuklarda aşağıdaki komplikasyonlara yol açabilir : Ciltte bozukluk ve izlere yol açan süperenfeksiyonlar ( Özellikle yüzde oluştuğunda rahatsız edici olan kalıcı bozukluk ve izler). Hastanede tedavi gerektiren zatürre, ensefalit. Bazı vakalarda ölümler.

Su Çiçeği nasıl bulaşır?
İnsandan insana soluma, öksürme ve hapşırma yoluyla. Su çiçeği döküntüleri çok bulaşıcı olduğu için hastayla doğrudan temas yoluyla. Çocukların kreş, okul, vb. toplu bulundukları ortamlarda bulaşma çok hızlıdır.

Su çiçeği ne zaman bulaşır?
Döküntülerin ortaya çıkışından 2 gün önce ve 4-5 gün sonrasına kadar hastalık bulaşıcı durumdadır. Döküntülerin görülmesinden 2 gün öncesine kadarkarakteristik klinik belirtiler görülmediğinden su çiçeğinin bulaşması kolay ve sinsi bir süreç izler.

Su çiçeğinin belirtileri nelerdir?
Su çiçeği belirtileri, hasta ile temastan 14 ile 16 gün sonra ortaya çıkmaya başlar. Döküntüden 1-2 gün önce baş ağrısı, ateş, karın ağrısıve halsizlik görülür. Kızarıklıklar kafa derisi, yüz ve gövdenin üst kısımlarından başlayıp daha sonra kol ve bacaklara yayılır.

Su çiçeğine karşı korunmanın yolu nedir?
Su çiçeği’ nden korunmanın yolu su çiçeği aşısı olmaktır.Aşılama, çocuk ya da erişkinlerin bu hastalığa karşı korunmasında son derece etkin ve güvenilir bir yoldur. Su çiçeği aşısı hakkında bilinmesi gerekenler: Su çiçeği aşısı, etkin bir bağışıklık ve aşılanmış kişilere uzun süreli koruma sağlamaktadır. Güvenilir ve iyi tolere edildiği kanıtlanmış olan bu aşı 12 aylıktan başlamak üzere her yaştaki insana uygulanabilir.

Aşılanmanın avantajları nelerdir?
Hastalığın geçirilmesi engellenerek: Yara izleri, süperenfeksiyon gibi cilt bozuklukları yanında hayati tehlike yaratabilen diğer komplikasyon risklerini ortadan kaldırmak, Karantina, okula devamsızlık ve işgücü kayıplarını önlemek, Su çiçeği geçirmemiş çocukları, doğurganlık çağındaki kadınları ya da çocuk sahibi anne ve babaları korumak.

Konuyla ilgili aramalar: : su çiçeği hastalığı , su çiçeğinin belirtileri , suçiçeği

Çocuk Felci Aşısı

Sponsorlu Bağlantılar:

Çocuk Felci Aşısı ( TOPV)
Çocuk felci, "poliovirus" adı verilen mikroorganizmanın neden olduğu önemli bir hastalıktır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ciddi bir toplum sağlığı sorunudur. Basit bir gripal infeksiyon gibi ilk belirtilerini veren hastalık, bir hafta içinde ortaya çıkan, bacaklardan başlayıp yukarı doğru ilerleyen felç tablosuyla dramatik bir hal alır. Kaslardaki güçsüzlük, solunum adalelerini de içine alırsa, destek sağlanmadığı taktirde ölüme neden olabilir. Felç gelişen olgularda ölüm sıklığı % 5 -10, sakat kalma oranıysa %40 kadardır. Hastalığın herhangi bir tedavisi olmadığı için aşıyla korunma çok çok önemlidir.

İlk çocuk felci salgını 1887 yılında Stockholm'de tanımlanmıştır. 1950'li yıllara dek denenen çeşitli aşılama yöntemleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 1954 yılında Salk ölü çocuk felci aşısını (IPV), 1957'de Sabin canlı-zayıflatılmış-ağızdan uygulanan çocuk felci aşısını (TOPV) geliştirmiştir. Bu gün hala bu iki araştırıcının aşıları yaygın olarak kullanılmaktadır.
Canlı polio (çocuk felci) aşısının kullanımı kolaydır. Ağızdan iki damla verilerek uygulanır. Uygulama sonrasında emzirmenin bir zararı olmamakla birlikte, aşının çıkarılması olasılığına karşı bebek yakından izlenmelidir.

Kusulursa aşı tekrarlanmalıdır. Ölü aşı ise iğneyle adale içine verildiği için uygulanması daha zordur. Ancak yan etki sıklığı çok daha azdır. Ağızdan verilen çocuk felci aşısının (oral polio) toplumsal bağışıklığın sağlanmasında özel bir rolü vardır. Zayıflatılmış aşı virusu dışkıyla atıldığı için özellikle kampanyalar aracılığıyla tüm ülkeye yayılır, virusla temas eden aşılanmamış çocuklar da dolaylı olarak bağışıklık kazanırlar. Ülkemizde canlı aşı, kullanım kolaylığı yanında bu nedenle de tercih edilmektedir. Gelişmiş ülkelerde ise ölü aşı ön planda yer almaktadır.

Konuyla ilgili aramalar : çocuk felci aşısı , topv

Karma Aşı, Difteri, Boğmaca Tetanoz Aşısı

Sponsorlu Bağlantılar:

Karma Aşı (Difteri-Boğmaca-Tetanoz) (DPT)
Difteri, boğmaca (pertusis) ve tetanoz aşılarından oluşan bir karma aşıdır. Rutin aşı takvimindeki sırasına uygun olarak yapılır. Bu bölümde her biri ayrı ayrı ele alınacaktır. Difteri, bir kaç günlük kukuçka devresi sonrasında belirti veren, ani seyirli, Korinebakteriyum adlı mikrop tarafından meydana getirilen bulaşıcı bir hastalıktır. Milattan iki yüzyıl kadar önceki kayıtlarda difteriye ait bilgiler yer almaktadır. Tipik olarak boğazda solunum yollarını tıkayabilecek boyutlarda gri beyaz renkli, plakalar halinde bir zar tabakasının oluşumu söz konusudur. Öksürük, nefes darlığı ve ateş eşlik eden belirtilerdir.

Difteri aşısı 1923 yılında Ramon tarafından geliştirilmiştir. Çocukları aşılama programları 1926 yılından beri uygulanmakta olduğu halde difteri, 1950'li yılların başına kadar ölüm nedeni olarak önemini korumuştur. II. Dünya savaşından sonra yoğun aşı uygulamaları sayesinde bu hastalık artık geçmişte olduğu gibi sık görülmemektedir.

Süt çocuklarına karma aşı içinde bir iki ay arayla üç kez uygulanır. Son enjeksiyondan 1 yıl ve 5 yıl sonra tekrar dozları yapılır. Altı yaşından sonra karma aşıdaki difteri miktarı azaltılarak erişkin dozu (dT) uygulanır. 10 yılda bir tekrarlanır.

Boğmaca, halen çok bulaşıcı, üç dört yılda bir salgınlar yapan, ölümcül olabilen bir çocukluk çağı hastalığıdır. Solunum yoluyla bulaşır ve süt çocuklarında ağır seyreder. Anneden bebeğine doğumdan önce koruyucu antikorların geçmemesi bu hastalık için özel bir sorun oluşturur. Bu durumda erken aşılama boğmaca için büyük önem arzeder.

Hastalık, "Bordatella pertusis" adı verilen mikrop tarafından meydana getirilir. Kuluçka devresi 10-14 gün kadardır. Başlangıcı belli belirsiz kırıklık ve hafif öksürük şeklindedir. Bir iki hafta içinde gelişen, kriz halindeki öksürük nöbetleri çok tipiktir. Gün içinde 30 kez ve herbirinde 10-15 öksürük gözlenebilir. Antibiyotik tedavilerine rağmen şikayetler haftalarca sürebilir. Küçük çocuklarda ölüme yol açabileceği için özellikle dikkatli olunması gerekmektedir.

Boğmaca aşısı, karma aşı içinde takvime uygun zamanlarda uygulanır. Dört yaşından sonra aşıya bağlı yan etkiler daha fazla görüldüğü için karma aşıdan çıkarılır. Aşının asellüler formu uygulandığında sinir sistemiyle ilgili istenmeyen etkiler daha az görülmektedir.

Asellüler boğmaca aşısına ve hangi durumlarda boğmaca aşısının takvim dışında bırakılması gerektiğine güncel aşılar başlığı altında ayrıntılı olarak değinilecektir.
Tetanoz, tüm dünyada görülebilmekle birlikte, sıklığı başarılı aşı uygulamalarının gerçekleştirilebilmesi ölçüsünde faklılık gösterir. Az gelişmiş ülkelerde en sık ölüme yol açan 10 hastalıktan birisidir. Her yıl dünyada 1 milyon kişinin tetanozdan öldüğü tahmin edilmektedir.

Kirli yaralardan vücuda giren Klostiridyum tetani adlı mikrobun neden olduğu hastalığın kuluçka devresi 3 ile 30 gün arasında değişebilmektedir. Yüz adalelerinde kasılmalar ilk belirtidir. Zamanla tüm vücutta kasılmalar meydana gelmektedir. Evde doğum, yenidoğan tetanozu için oldukça önemli bir risk faktörüdür. Sağlıksız koşullarda doğum yapan anne ve bebeği tetanoza yakalanabilir. Anneler bu hastalığa karşı aşılanmamışlarsa doğan her 100 bebekten birinin ölümü kaçınılmazdır. 1993 yılında ülkemizde, hamile kadınların ancak %21'i tetanoza karşı aşılanabilmiştir.

Gebeliğin ilk aylarından itibaren birer ay arayla aşı olarak hem kendinizi, hem de bebeğinizi tetanoza karşı koruyabilirsiniz. İlk gebeliğinde iki doz aşı yaptıran annenin ikinci gebeliğinde bir doz aşı yaptırması yeterlidir. Bebek ise ilk yılında üç kez karma aşı ile aşılanmalı , bir yıl ve beş yıl sonra aşı tekrarlanmalıdır.

Konuyla ilgili aramalar : difteri aşısı , boğmaca aşısı , tetanoz aşısı , tetanos

Verem Aşısı (BCG) ( Tüberküloz Aşısı )

Sponsorlu Bağlantılar:

Verem Aşısı (BCG)
Verem (tüberküloz) insanlığın en eski hastalıklarından birisidir. Tüberkülozla ilgili bilinen en eski tıbbi kayıt, milattan bin yıl kadar öncesinde yaşamış Çinli bilim adamı Huang Ti Nei-Ching'e aittir. Arkeolojik araştırmalada bulunan, binlerce yıl öncesine ait insan iskeletlerinde, tüberküloza bağlı değişiklikler tespit edilmiştir. Bu saptamanın ilk örneği 1908 yılında Smith ve Ruffer tarafından Mısır'da ortaya çıkarılan 3000 yıllık mumyada tespit edilen omurga tüberkülozudur. Verem hastalığına neden olan mikrobu ilk kez tanımlayan araştırıcı Dr. Robert Koch'tur. Bin sekiz yüzlü senelerin ikinci yarısında yaşamış olan ünlü bilim adamının balgamdan elde ettiği ve tüberkülin adını verdiği süzüntü, günümüzde halen verem hastalığının teşhisinde "PPD" deri testi olarak kullanılmaktadır.

Aradan geçen yıllar içinde hastalığın tanı yöntemleri ve tedavisi konusunda çok büyük ilerlemeler olmasına rağmen tüberküloz, bugün gelmiş olduğumuz noktada hala bir halk sağlığı sorunu olarak önemini korumaktadır. Hatta son yıllarda verem vakalarında belirgin bir artış meydana gelmiştir.

Tüberküloz, özellikle akciğeri tutan, ancak vücudun hemen her organına yerleşebilen, sinsi seyirli bir infeksiyon hastalığıdır. Hastalığa neden olan etken Mikobakterium adlı mikroptur. Sıklıkla solunum yoluyla bulaşır. Çocuklarda %90 oranında akciğerlere yerleşir. Ayrıca ağız içi, bademcikler, barsaklar ve deriye yerleşmesi de söz konusu olabilir. Hastalık bulaştıktan 6 hafta kadar sonra ilk belirtiler görülmeye başlar. 38º C civarında ateş, halsizlik, iştahsızlık, hafif öksürük, bazan eklem ağrısı görülür. Kuşkusuz bu belirtiler sadece verem hastalığında görülmez. Çekilen akciğer röntgeninde şişmiş lenf bezelerinin tespiti öncelikle verem hastalığını düşündürür.

Tedavi edilmeyen akciğer veremi ilerler; akciğer zarını, iç organları, kemikleri ve nihayet beyin zarlarını tutarak menenjit sonucu ölüme yolaçabilir. Tüberküloz hastalığının tanısı zor, tedavisi uzun süreli, pahalı ve zahmetlidir.

Tüberküloz menejitte geç tanı konulan çocuklarda tedaviye rağmen ölüm ya da ağır sakatlıklar kaçınılmaz olabilmektedir. Yine her hastalıkta olduğu gibi verem hastalığından korunma da hastalığın tedavisinden çok daha kolaydır.

Verem aşısı (BCG), tüberküloz mikroplarına karşı yüksek derecede koruma gücüne sahip bir aşıdır. Bebek 1 veya 2 aylık olduğunda sol omuzdan deri içine yapılır. Uygulandıktan sonra oluşan beyazlık yarım saat içinde kaybolur. Birkaç hafta içinde yara oluşur, sekizinci haftada kabuklanır.

Doğumdan sonraki 3 ay içinde herhangi bir araştırmaya gerek olmaksızın BCG aşısı yapılabilir. Ancak üç aydan büyük çocuklara PPD testi yapılıp negatif bulunduğu taktirde aşı uygulanır. Test pozitif bulunursa bebek, ileri araştırma, kesin tanı ve tedavi için takibe alınır. Sağlıklı bireylere uygulanan aşının koruma süresi yaklaşık 5 yıl olduğundan ilkokul 1. sınıfta verem aşısı tekrarlanmalıdır.

Konuyla ilgili aramalar : verem aşısı , tüberküloz aşısı , bcg

Rutin Aşı Takvimi, Çocuk Aşıları

Sponsorlu Bağlantılar:

Rutin Aşı Takvimi


Yaş - Aşı


Doğum - Hepatit B
1 ay - Hepatit B
2 ay - BCG
2 ay - DTP + TOPV
3 ay - DTP (*) + TOPV
4 ay - DTP (*) + TOPV
6 ay - Hepatit B
9 ay - Kızamık
16 ay - DTP (*) + TOPV
4-6 yaş - DTP (*) + TOPV
14-16 yaş - dT (**) .

Açıklamalar :
Hepatit B: B tipi sarılık aşısı.
BCG: Verem aşısı. DTP: "Difteri Boğmaca Tetanoz" karma aşısı.
TOPV: Ağızdan "Çocuk felci" aşısı.
dT: Eriştin tip difteri aşısı içeren "difteri Tetanoz" aşısı.
(*) İlk karma aşıyla havale ve bilinç kaybı gözlenenlere DT (Difteri Tetanoz" aşısı uygulanır.
(**) Erişkin tip difteri Tetanoz aşısı bulunamazsa yalnızca Tetanoz aşısı yapılır. 10 yılda bir tekrarlanır.

Ana Çocuk Sağlığı Merkezi ve Sağlık Ocaklarında rutin olarak uygulanmayan diğer aşılar:
"Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak" MMR (15. ay ve 5 yaş),
"Hepatit A" (0.1.6. ay),
"Hemofilus influenza tip b" Hib (DTP+TOPV ile beraber) ve
"Su çiçeği" aşılarının (15. ay MMR ile beraber) olanaklar elveriyorsa rutin olarak uygulanması sağlanmalıdır.

Aşı Kampanyaları
Sağlık ve sosyo ekonomik düzeyin yetersiz olduğu gelişmekte olan ülkelerde, rutin aşı uygulamalarıyla bağışıklama çoğu kez yeterli olmamaktadır. Hemen hemen bütün infeksiyon hastalıklarının her yerde ve yaygın olarak bulunması, teknik olanaksızlıklar vb nedenlerle hedef kitlenin istenilen oranda aşılanamaması söz konusudur. Bu durumda olabildiğince fazla sayıda çocuğun aşılanabilmesi için kampanyalara ihtiyaç duyulmaktadır. Kampanyalar, bir hastalığı tümüyle ortadan kaldırmak amacıyla da yapılabilmektedir. Ağızdan çocuk felci aşısının son dört yıl içinde çok sayıda ülkede aynı tarihlerde kampanyalar halinde uygulanması, yok etme çabalarına iyi bir örnektir. Bu yaygın kampanyada amaç çocuk felcini, tıpkı çiçek hastalığında olduğu gibi tamamen yeryüzünden silmektir.
RUTİN OLARAK UYGULANAN AŞILAR 1983 yılında UNICEF (Dünya Çocukları Yardım Fonu) tarafından başlatılan "Çocuk Yaşatma Devrimi"nin ilkelerinden biri de tüm çocukları aşı ile korunulması mümkün, öldürücü ve sakat bırakıcı altı hastalık olan tüberküloz (verem), difteri, boğmaca, tetanoz, çocuk felci ve kızamıktan korumaktır. Ülkemizde bu aşıların uygulanmasına öncelik verilmektedir. T.C. Sağlık Bakanlığı 1998 yılı itibariyle hepatit b aşısını da rutin aşı takvimi içine almıştır.

Aileler çocuklarını bir yaşını doldurmadan önce b tipi sarılık, tüberküloz, difteri, boğmaca, tetanoz, çocuk felci ve kızamığa karşı aşılatmış olmalıdırlar. Aşılar, çocukları bir çok tehlikeli hastalıktan korur. Aşılanmamış çocuklarda beslenme bozukluğu, sakatlık ve ölümler aşılı olanlardan daha sık görülür.

Rutin Olarak Uygulanan Aşılar:
BCG (Verem)
Difteri-Boğmaca-Tetanoz
Çocuk Felci (ağızdan, canlı)
Kızamık
Hepatit B (B tipi sarılık)
Güncel Aşılar
Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak (MMR)
Hemofilus influenza Tip B (Hib)
Hepatit A (A tipi sarılık)
Asellüler Boğmaca
Çocuk Felci (adale içine, ölü)
Su Çiçeği
Grip (influenza)
Diğer

Geliştirilmekte Olan Aşılar :
Parazit Aşıları
AIDS'e karşı aşı
Kanser Aşıları
Diğer

Konuyla ilgili aramalar : çocuklar için aşı takvimi , pediatrik aşı takvimi , çocuk aşıları

13 Mart 2011 Pazar

Astım Nedir? Astım Hastalığının Tedavisi

Sponsorlu Bağlantılar:

Astım nedir?
Astım, hava yollarının çeşitli uyaranlara artmış yanıtının söz konusu olduğu, tekrarlayıcı, kendiliğinden veya tedavi ile tamamen veya kısmen geri dönüşümlü öksürük, hırıltı, nefes darlığı gibi belirtilerinin yer aldığı bir hastalıktır.

Astım Neden olur?
Çocukluk çağında % 90 oranında allerjik kökenli olduğu bilinmektedir. Yıl boyu maruz kalınan ev içi allerjenlerin bronşlarda yarattığı allerjik iltihabi durum, soğuk hava, egzersiz, viral solunum yolu enfeksiyonları, kimyasal buharlar, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi nonspesifik uyaranlarla temas sonucu astım belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olur. Bunun yanında spesifik olarak allerjinin söz konusu olduğu ev dışı allerjenlerle temas sonucu genellikle mevsimsel olarak aynı tablo gözlenmektedir.

Nasıl seyreder?
Astım tanısı alan çocukların çoğunun hayatın ilk 2 yılında belirti verdiği saptanır. İlk yıllarda öksürük ve hırıltının ana uyaranı viral solunum yolu enfeksiyonlarıdır. Bu yaşlarda akciğerlerin gelişiminin henüz tamamlanmamış olması, küçük hava yolu çaplarının dar, kıkırdak dokunun az olması, tekrarlayıcı bronş daralmasına katkıda bulunur. Dört beş yaşlarında akciğerlerin gelişiminin tamamlanması ile erken yaşlarda astım belirtileri gösteren birçok çocukta klinik olarak düzelme gözlenmektedir. Düzelmeyen bir grup hasta ve daha geç astım tanısı almış çocukların bir kısmı da ergenlik çağında klinik bir iyilik dönemine girerler. Genel olarak çocukluk çağında astım tanısı almış hastaların yaklaşık %50-60'ı ergenlik döneminde iyileşirler. İyileşen olguların bir bölümü orta yaş döneminde tekrar hastalık belirtileri göstermeye başlayabilmektedirler.

Nasıl teşhis edilir?
Astım tanısı koymada en değerli tanı aracı öyküdür. Öksürük, hırıltı ve / veya nefes darlığı belirtilerinin gece kötüleşmesi şiddetle astımı düşündürür. Yattıktan sonra veya sabaha karşı yaklaşık 30 dakika süreyle devam eden ve bronş genişletici ilaçlara olumlu yanıt veren öksürük aksi ispat edilene kadar astım kabul edilmelidir.

Akciğer fonksiyonları nasıl değerlendirilir?
Astımda akciğer fonksiyonlarının ölçülmesi gerek tanı gerekse tedaviye yanıtın değerlendirilmesi açısından büyük önem taşır. Spirometre ile ölçülen solunum fonksiyonlarında zorlu nefes verme sırasında yapılan ölçümlerin sağlıklı bireylerle yapılan karşılaştırılması ve tedavi ile bu değerlerin göstermekte olduğu düzelme değerlendirilmektedir.

Allerji nasıl belirlenir?
Astıma neden olması olası allerjinin hangi maddeye karşı geliştiğinin saptanmasında allerji deri testleri kullanılır. Ön kol ön yüzüne veya sırta delme metodu ile uygulanan deri testinde ciltteki kızarma ve kabarmanın şiddetine göre değerlendirme yapılıp, hastanın neye allerjisi olduğu saptanmaktadır.

Allerji deri testi uygulamasının mümkün olmadığı, 3 yaş altı çocuklar, yaygın allerjik egzaması olan hastalar, antihistaminik içeren ilaç kullanmakta olanlar, ciltte dermografismus adı verilen cilde bastırma sonucu kabarma reaksiyonu verenlerde, kanda spesifik immünoglobulin E düzeyi saptanması yöntemiyle allerjen tespiti yapılabilir.

Astım nasıl tedavi edilir?
Tüm allerjik hastalıklarda olduğu gibi astımda da birinci basamak tedavi alleji geliştirilmiş olan maddeden uzak durmaktır. Uygun öneriler doğrultusunda alınacak çevre önlemleri ile hastalık belirtilerinin ve bronşlardaki aşırı duyarlılığın belirgin derecede azalması mümkündür.

Çevre önlemlerinin yeterli olmadığı, ilaç tedavisinin uygun görüldüğü hastalarda havayolu ile akciğerlere çekilip bronşları tedavi eden sprey ilaçlar kullanılmaktadır. Bunlar sadece bronşları gevşetici özelliğe sahip rahatlatıcılar ve allerjik iltihabın yarattığı aşırı bronş duyarlılığını azaltmak yoluyla tedavi edici özelliğe sahip olanlar olarak ikiye ayrılabilir. Son yıllarda bu amaca yönelik kana karışma oranı en aza indirilmiş, kortizonlu ilaçlara özgü yan etkileri ağızdan alınanlara kıyasla çok çok az olan yeni jenerasyon kortizon bazlı sprey ilaçlar geliştirilmiştir. Allerjinin bronşlarda yapabileceği kalıcı hasarı önlemede tek seçenek olarak sunulan bu ilaçlarla astım belirtileri en aza indirilmektedir..

Konuyla ilgili aramalar: : astım hastalığı nedir , astım nasıl olur , astım tanısı nasıl konur , nasıl geçer

Alerji nedir, Allerji Nelere Karşi olunur

Sponsorlu Bağlantılar:

Allerji nedir?  Allerji, çoğu bireyin temas ettiğinde sorun yaşamadığı bir maddeye karşı vücudun anormal duyarlılık göstermesi olarak tanımlanabilir. Allerji çoğu zaman aile bireyleri arasında multifaktoriyel genetik bir geçiş göstermektedir. Anne ya da babadan birinin allerjik vücut yapısına sahip olması durumunda çocukta allerji gelişme riski % 25 iken, hem annenin hem babanın allerjik olması durumunda bu oran % 50'ye çıkmaktadır. Hem anne, hem babada aynı allerjik hastalığın bulunması durumunda ise çocukta aynı hastalık görülme riski % 70 olarak bildirilmektedir.

Allerji nelere karşı gelişir?  Çevremizde var olan her tür maddeye karşı allerjik reaksiyon gelişebilir. Allerjenler gıdalarla alınanlar, hava yolu ile alınanlar, vücuda dışarıdan enjekte edilenler ve deri yolu ile alınanlar şeklinde sınıflandırılabilir. İlk 3 yaşta ağızdan alınan maddelere karşı (en sık inek sütü, soya ve yumurta) allerji gelişimi ön planda iken, 3 yaştan sonra hava ile alınan allerjenlerle reaksiyonlar ön plana geçer. Hava ile alınan allerjenler içinde, , küf mantarları, hayvan epitel ve tüyleri, yabani ot, çimen ve ağaç polenleri sayılabilir.

Allerjik hastalıklar nelerdir?  Allerjik reaksiyonlar çocuklarda çeşitli hastalık tipleri ile karşımıza çıkmaktadır. (kurdeşen), ve genel hastalık tiplerini oluşturur.

Konuyla ilgili aramalar: : allerji nedir , alerjiye neden olan şeyler

Kızıl Hastalığı, Belirtileri ve Tedavisi

Sponsorlu Bağlantılar:

Kızıl Hastalığı nedir: Kızıl, çocuğun bütün derisinde özgün bir kırmızımsı-pembe döküntü oluşturan, oldukça yaygın bir çocukluk hastalığıdır. Boğaz ağrısına da yol açan streptokok bakterilerinden yol açtığı kızıl, kolayca tedavi edilen bir hastalıktır.

Kızıl Hastalığının Nedenleri, Görülme sıklığı, Risk faktörleri :
Kızıla yol açan bakteri, aynı zamanda bademcik iltihabına ve birçok boğaz ağrısına da yol açan streptokoklar grubundandır. Kızıl hastalığından sorumlu olan streptokok türü boğaz ve bademciklere yayılarak, çoğalır. Bakteriler çoğalmaları sırasında toksin üretirler ve bu toksin biriktikçe, kan dolaşımı aracılığıyla bütün bedeni etkilemeye başlar. Bakteriler öksürük ve hapşırmayla, ayrıca enfeksiyonu taşıyan insanlarla temasla bulaşabilir. Bedene girmelerinden sonra, kuluçka dönemi altı gün kadar sürer.

Belirtileri :
En kötü biçimiyle kızıl, çocuğun ateşinin apansız çok fazla yükselmesiyle başlar; ayrıca çocuk kızarır, boğazı ağrır, bademcikleri şişerek kızarır ve beyaz bir zarla kaplanır. İkinci gün, yüzü kırmızı bir renk alır ve döküntü bedenin her yerine yayılır. Kabarık lekeler, deriye benekli bir görünüm verir.

Başlangıçta dil beyaz ve kaba tüylü bir görünümdedir; hastalık ilerledikçe kırmızı lekelerle kaplanmaya başlar ve kızıl hastalığının niteleyici görünümü olan “çilek dil” görünümünü alır. Çocuk kendini son derece kötü ve bitkin hisseder, iştahı son derece azalır. Ama döküntü soldukça, kendini daha iyi hissetmeye başlar. Derisi ve dili normale dönmeden önce, altı hafta kadar soyulur; bununla birlikte hastalığının başladığı günden bir hafta ya da on gün sonra iyileşir.

Tedavisi :
Tedavide genellikle streptokokları öldüren penisilin kullanılır. Hastalığın hafif geçtiği çocuklarda bile mikropların üreme şansı kalmaması ve çocuğun enfeksiyonu başkalarına bulaştırmaması için, birkaç gün süreyle penisilin tedavisi uygulanır. Hasta çocuk yatak dinlenmesine alınır; ateşi yüksekse, düşürmek için bedenin günde birkaç kez ılık suya batırılmış süngerle silinmesi gerekir.

Terleme yoluyla yitirdikleri beden sıvılarını karşılamak ve su yitimine uğramalarını önlemek için bol sıvı içirilmelidir. Sulandırılmış meyve suları içtiği sürece, iştahsızlığı karşısında herhangi bir kaygıya kapılmaya neden yoktur.

Komplikasyonlar/Riskler :
Kızıl genellikle, normal evrimini tamamlayarak hiçbir soruna yol açmadan kısa sürede iyileşir. Tedaviye hemen başlanılmaması, yani streptokokların çoğalarak yayılmalarına olanak verilmesi durumunda, ortaya çıkabilecek ikinci enfeksiyonlar arasında ortakulak iltihabı, bir çeşit böbrek iltihabı ve romatizma sayılabilir. Romatizma ve böbrek iltihabı ciddi hastalıklardır.

Kaynak: Medicare

Konuyla ilgili aramalar: : kızıl hastalığı , kızıl aşısı , çocuğum kızıl

Kızamıkçık Hastalığı ve Kızamıkçık Aşısı

Sponsorlu Bağlantılar:

Kızamıkçık Hastalığı nedir?
Kızamıkçık,damlacık enfeksiyonu yoluyla insandan insana bulaşan ve ateş,boğaz ağrısı ve vücutta bir kaç gün süren deri döküntülerine neden olabilen bir hastalıktır. Hastalık yuva,kreş ve okul gibi kalabalık ortamlarda çok kısa sürede bulaşabilmekte ve çocuklarda genellikle hafif geçirilmektedir. Hastalık ergenlik çağında ve erişkinlerde daha ağır seyretmektedir. Birçok genç erişkinde ve büyükte kızamıkçık enfeksiyonu sırasında büyük eklemlerde ağrı ve kızarıklıkla seyreden eklem iltihapları görülür. Eklem sorunları kısa sürede geçer ancak nadiren kronikleştiği de olur.

Kızamıkçığın en önemli ve ciddi tablosu hamile bayanların kızamıkçığa yakalanması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Hamileliğin erken dönemlerinde kızamıkçığa yakalanılırsa bebekte körlük,sağırlık,beyin gelişimi bozuklukları ve zeka geriliği ,kalp bozuklukları,hatta düşükler ve ölü doğumlar görülebilir. Bu nedenle tüm kadınların hamile kalmadan önce bir kan testi ile kızamıkçık geçirip geçirmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Eğer hastalık daha önce geçirilmediyse tüm bayanların kızamıkçık aşısı ile aşılanmaları ve 3 ay süreyle hamile kalmamaları tavsiye edilmektedir. Aşılanan kişilerin %98'i bu hastalığa karşı yaşam boyu korunmaktadırlar.

Kızamıkçık Aşısı :
Hastalık yapan bu üç virüsün zayıflatılması ve hastalık yapıcı etkilerinin ortadan kaldırılması yoluyla geliştirilen üçlü kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,yıllardır tüm dünyada güvenle kullanılmaktadır. Bebekler anne karnındayken annenin bu hastalıklara karşı oluşturduğu bağışıklık cisimciklerini ( antikorlar) almakta ve bu şekilde yaşamın ilk aylarında doğal olarak korunmaktadırlar. Ancak,anneden geçen bu antikorların yavaş yavaş ortadan kalkması nedeniyle bebekler 9. Aydan itibaren korunmasız olarak kalabilmektedir. Bu nedenle tüm bebeklerin 9. Aydan itibaren mutlaka bir doz kızamık aşısı almaları gerekmektedir. Kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,eğer bebeğe 9. Ayda kızamık aşısı yapılmadıysa 12. Aydan itibaren uygulanmalıdır. Fakat 9. Ayda kızamık aşısı uygulanmışsa kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısının yapılma zamanı 15. Ay olmalıdır. Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı olan bebeklerde ,nadiren aşıdan 5 ile 12 gün sonra hafif ateş ve bazı hafif deri döküntüleri olabilmekte ve bu belirtiler tedaviye gerek kalmadan 1-2 günde kendiliğinden iyileşmektedir. Bu bebeklere doktor tavsiyesiyle bir iki gün süreyle ateş düşürücü şurup ya da fitil verilebilir . Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı ,bu hastalıklardan herhangi birini geçirmemiş erişkinlere de uygulanabilir.

Aşı yapılacak kişinin örneğin önceden kabakulak geçirmiş olması,bu üçlü karma aşının yapılmasını engelleyici bir neden değildir. Sadece hamilelere uygulanmaması gerekir.

Konuyla ilgili aramalar: : kızamıkcık hastalığı , kızamıkcık aşısı , çocuğum kızamıkçığa yakalandı , hangi yolla bulaşır

Kızamık Hastalığı ve Kızamığın Tedavisi

Sponsorlu Bağlantılar:

Kızamık : Çok bulaşıcı bir akut virüs enfeksiyonudur; özel bir tedavisi yoktur, rahatsızlık veren belirtileri gidermeye yönelik ilaçlar kullanılır.

Kızamık Hastalığının Nedenleri :
Kızamığın etkeni olan virüs, hastaların burun ve yutak salgılarıyla çıkan damlacıklarda bulunur; ağız ya da burundan üst solunum yollanna ya da dolaylı olarak konjunktiva mukozasına girer. Vücuda girdiği yerde üreyerek düşük miktarda bütün vücuda yayılır ve lenf dokusu hücrelerinde üremeyi sürdürür.Daha sonra ikinci kez, çok daha uzun süreli ve kitlesel olarak kana yayılır; bu döneme ilişkin ilk belirtiler virüsün bulaşmasmdan yaklaşık 9-10 gün sonra ortaya çıkar. Hastalık bu aşamadan sonra, 14-15'inci güne değin çok bulaşıcıdır. Virüsün vücuda girmesinden yaklaşık 14 gün sonra döküntülerin başlamasıyla virüsün üremesi azalır; 16. günden sonra genellikle kanda virüse rastlanmaz. Yalnız idrarda bulunan virüs bu ortamda varlığım günlerce sürdürür. Döküntüler kanda hastalığa özgü antikorların belirmesi ve hastanın iyi-leşmeye başlamasıyla aynı dönemde görülür; kızarıklıkların pul pul dökülmeye başlamasıyla bulaşıcılık dönemi bütünüyle sona erer.

Bulaşma :
Kızamığın derideki belirtileri yaygın döküntülerdir. Kızamık tüm dünyada yaygın olarak rastlanan döküntülü bir hastalıktır. Etkeni, çok küçük ve vücudun dışındaki kimyasal ve fiziksel etkenlere karşı çok az direnci olan bir virüstür. Hastadan sağlıklı kişilere üst solunum yolları yoluyla ve özellikle konuşurken ve öksürürken çıkan tükürük damlacıkları aracılığıyla kolayca bulaşır. Bulaşmanın bu kadar kolay oluşu nedeniyle kızamık genellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında küçük salgınlar halinde görülür. Kızamık salgınında hastalığa önce çocuklar yakalanır; erişkinlerin büyük bir bölümü ile üç aylıktan küçük bebekler salgını, hastalığa yakalanmadan atlatabilir. îlk bakışta tuhaf görünen bu olay kolayca açıklanabilir. Vücut ilk kez virüsle karşılaştığında hastalığa yakalanır ve virüse özgü antikor üretmeye başlar. Kandaki bu antikorlar virüsle yeniden karşılaştığında, virüsü etkisizleştirir; böylece hastalığa karşı direnç geliştirilmis olur. Sütçocukları anne karnındaki yaşamlannda bu antikorları annelerin-den aldıklanndan, erişkinlerin büyük bir bölümü de çocukluk çağında hastalığa tutulduklarından salgından etkilenmezler. Hastalığın ileri derecede bulaşıcı olması nedeniyle 2-4 yılda bir kızamık salgınları ortaya çıkar.

Bir toplulukta salgın görüldüğünde, bağışıklığı olmayan bütün bireyler hastalanır ve bağışıklık kazanır; bu nedenle, hastalığa yakalanacak yeni bireylerin ortaya çıkması için belli bir süre geçmesi gerekir.

Hastalığın Belirtileri :
Kızamıkta sıklıkla belirgin olarak birbirinden ayrılabilen dört dönem gözlenir: Kuluçka dönemi, döküntü öncesi dönem (prodrom dönemi), döküntülü dönem ve iyileşme dönemi. Bulaşma kuluçka döneminde anında başlar, virüs 8-12 gün boyunca vücutta belirti vermeden ürer. Normal olarak 10. günde döküntü öncesi dönem başlar, ateş hızla yükselir ve ağızda yanağın içinde, azıdişleri hizasında kırmızı bir alanla çevrili küçük beyaz lekeler belirir; bu lekeler ilk tanımlayan hekimin adıyla anılır (Koplik lekeleri). 2-3 günden fazla sürmeyen bu dönemde çocuk isteksiz, yorgun ve uykuludur; iştahı azalmıştır, aksırır, hırıltılı, inatçı ve kuru bir öksürüğü vardır; sulanan ve kızaran gözleri güçlü ışıktan rahatsız olduğundan ışıklı ortamlar dan uzak durur. Bu aşamada kızamığa henüz tam konmamış olsa da son derece bulaşıcıdır ve çocuğun enfeksiyonu aile bireylerine yayma olasılığı yüksektir. Ateşin geçici olarak azalmasıyla döküntülü dönem başlar. Döküntüler başlangıçta düz, sınırları belirgin pembe renkli küçük lekeler biçimindedir; daha sonra hafifçe kabanr, büyür, sayılan artar ve giderek koyulaşıp kırmızılaşır.

Döküntüler çıkarken ateş yemden yükselir ve çocuğun genel durumu kötüleşir. Sürekli yatmak ister ve çok yorgundur, gözleri kolayca sulanır, aksırıklar yerini gerçek bir soğuk algınlığına bırakır, öksürük hala hıntılı ve çok rahatsız edicidir, özellikle küçük çocuklarda ishal görülür. Döküntülerin ortaya çıkmasından üç ya da dört gün sonra, ateş hızla düşer; kırıklık hali, öksürük ve soğuk algınlığı kaybolur, çocuk rahatlamış görünür. Döküntüler de ilk ortaya çıktığı bölgelerden başlayarak hızla solar. Kızarıklıkların pullanarak dökülme döneminin ardından çocuğun tümüyle iyileştiği söylenebilir. Döküntüler hiçbir iz bırakmadan hızla kaybolur; özellikle yüz ve boyun çevresindeki deri pul pul dökülür. Ne var ki, hastalığın bu son evresi her zaman fark edilmez, özellikle hastalığın hafif geçtiği olgularda hiç görülmez.

Görülebilecek Komplikasyonlar :
Tüm olguların yaklaşık yüzde 6'sında komplikasyonlar görülür; iki yasma kadar ve erişkinlerde bu oran daha yüksek olabilir. En sık rastlananlar solunum sistemi komplikasyonlandır; döküntülerin ortaya çıkmasından önceki dönemde ve döküntülü dönemde başlayan ve olguların büyük bir bölümünde kızamık virüsünün doğrudan etken olduğu bronş-akciğer iltihapları (bronkopnömoni) ile genellikle bakteri kökenli enfeksiyonlara bağlı olarak iyileşme döneminde görülen-bronş-akciğer iltihaplan ayırt edilmelidir.

îlki özellikle küçük çocuklarda çok ağır geçer ve virüs kökenli olduğundan antibiyotik tedavisiyle tedavi edilmez. Geç dönemde görülen bakteri kökenli bronş-akciğer iltihaplarında, ateş, irinli ve balgamlı öksürük ile solunum güçlüğü görülür. Bu tablo, antibiyotiklerle tedavi edilebildiğinden pek tehlikeli sayılmaz. Bir başka solunum sistemi komplikasyonu da üç yaşından küçük çocuklarda görülen ve solunum güçlüğüne neden olan gırtlak iltihabıdır (laren-Jit). Geçmişte çok sık görülen irinli kulak iltihabı (otit) antibiyotik tedavisinin uygulanmasından sonra giderek azalmıştır; virüs kökenli iltihabın yerleştiği ortakulak mukozasında bakterilerin üremesiyle oluşur. Kızamık komplikasyonlanndan en tehlikeli olanı son yıllarda daha sık görünen beyin iltihabıdır (ensefalit). Bin olgudan birinde görülen beyin iltihabı sıklıkla 2-9 yaş arasında ortaya çıkar. iyileşme döneminde ateşin yeniden yükselmesiyle başlar, havale nöbetleri ve koma görülür. Ender rastlanan bazı olgularda çok erken dönemde, döküntüler ortaya çıkmadan önce de başlayabilir. Klinik belirtiler genellikle çok değişken ve ağırdır. Çocuğun 1-2 gün içinde ölmesine yol açan biçimleri de vardır.

Tanı :
Döküntü ortaya çıkmadan önce kızamık tanışı koymak, hastalığın bulaşıcı olup olmadığı da bilinmiyorsa, çok güçtür, îlk belirtiler (ateş, soğuk algınlığı, öksürük vb) kesinlikle hastalığa özgü değildir ve grip gibi üst solunum yolları enfeksiyonlannda da görülür. Erken dönemde görülen Koplik lekeleri tanı açısından büyük önem taşır. Kızamığa özgü döküntüler gerek özellikleri, gerek ortaya çıkış biçimi (kulakların arkasından başlayıp yüze ve vücuda yayılması) açısından tanıyı kolaylaştırır. Gene de döküntünün yukarıda betimlenenden farklı olabileceği de unutulmamalıdır; lekeler kimi zaman çok küçük ve soluk, kimi zaman da büyüktür ve içi sıvı dolu küçük keseciklerle kaplıdır. Kimi zaman döküntülerin altındaki kılcal damarlar çatlar ve kanamaya benzer bir görünüm ortaya çıkarsa da çok önemli değildir. Döküntülerin görünümü hastalığın gidişini hiçbir zaman etkilemez. Koplik lekeleri başka hiçbir hastalıkta görülmediğinden, kızamağın erken dönemde, özellikle bulaşıcılığın en yüksek olduğu dönemde tanınmasını sağlar.

Tedavi :
Kızamık virüsünü yok eden özel bir ilaç olmadığından belirtileri hafifletmeye yönelik tedavi uygulanır. Kon-junktivit için gözler ılık borik asitle yıkanır ve gözkapaklan özenle temizlenir. Soğuk algınlığı sırasında günde birkaç kez burna damar büzücü damla damlatılırsa çocuk daha kolay soluk alıp verebilir, îshal başlasa da özel bir tedavi gerekmez, çocuğa bir iki gün sıvı besinler verilir. Yalnızca solunum sistemi belirtilerinin ağır olduğu az sayıdaki olguda, antibiyotik tedavisi gerekir. Hasta evinde uygun koşullar sağ-landığında rahatlıkla tedavi edilebilir ve komplikasyonlardan korunur. Beslenme ve ortam özellikle önemlidir. Küçük hasta en az on gün yalnız kalacağından, özellikle nezleli ve döküntülü dönemlerde odasmın rahat ve konforlu olması, iyi havalanması, ama hava akımının olmaması, oda sıcaklığının 20°C kadar olması ve odanın aşırı aydınlatılmamış olması gerekir. Bu arada hastanın yalıtılmasının da (karantinaya alınmasınm) tartışmalı olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü hastalığın en bulaşıcı olduğu aşama, henüz tanı konulamayan döküntü öncesi dönemdir. Hastalık sırasında sıvı ya da yarı sıvı, kolay sindirilen, sebze çorbası, sütte ezilmiş bisküvi, taze meyve suyu (özellikle şekerli limonata ve portakal suyu) gibi besinler verilmelidir. Özellikle iştahın az, ateşin yüksek olduğu döküntülü evrede çocuk yemek için zorlanmamalıdır.

Korunma :
Günümüzde en etkili korunma yöntemi kızamık virüsüne özgü insan gamma globülinidir. Salgınlarda ve çocuğun sağlığının başka hastalıklar nedeniyle kötü olduğu dönemlerde korunmaya önem verilmelidir. Gammagiobülin, bulaşmadan önce uygulandığında, kızamığı etkili bir biçimde önler; geç uygulandığında etkisizdir, yalnızca belirtileri hafifletir. Kızamık çocuklarda erişkinlere göre daha ağır geçtiğinden en iyi önlem gammagiobülin kullanılarak hastalığın hafif geçmesinİ sağlamaktır. tki ya da üç yaşından küçük çocuklar dışındaki bireylerde bulaşmayı önlemektense koruyucu önlemlereağırlık vermek önerilir. Hastalığı geçiren çocuğun vücudunda kızamık virüsüne özgü antikorlar üretildiğinden yaşam boyu bağışıklık kazanılır. Kızamık aşısı da korunma sağlayabilir; bu amaçla tavuğun embriyon hücrele-rinden elde edilen ve etkinliği azaltılmış bir kızamık virüsü türü kullanılır. Aşı, tek dozda derialtına şırınga edilir. Bebeklere dokuz aydan başlayarak kızamık aşısı yapılabilir. Bu durumda yüzde 95 koruma sağlanır. Bir yaşında yapılan aşılarda ise, koruma oranı yüzde 99'dur. Salgın durumlannda altı aylık bebekler de aşılanabilir. Ama aşının sonradan yinelenmesi gerekir. Aşıdan sonra çocuk çok hafif bir enfeksiyon geçirebilir, ve kalıcı bağışıklık kazanır.

Konuyla ilgili aramalar: : kızamık hastalığı , kızamık aşısı , nasıl bulaşır , kızamık bulaşıcımıdır , kızamığın belirtileri , kızamıkta tanı nasıl konur , tedavisi

Kabakulak Hastalığı ve Kabakulak Aşısı

Sponsorlu Bağlantılar:

Kabakulak : Kabakulak, damlacık enfeksiyonu ile insandan insana bulaşmakta ve ateş,baş ağrısı,kulak ağrısı şeklinde belirtiler veren ve kulak memesi hizasında yanaklarda tek veya çift taraflı şişliğe neden olan tükürük bezlerinin iltihabıdır. Hastalık yapan kabakulak virüsü,vücuda girdikten sonra kan yoluyla yayılmakta ve ayrıca pankreasın iltihaplanmasına ,beyin ve omuriliği saran zarların iltihaplanmasına (menenjit) ,erkek ve kadınlarda yumurtalıkları iltihaplanmalarına da neden olabilmekte ve sağırlık,kısırlık gibi kalıcı hasarlara yol açabilmektedir.

Kabakulak Aşısı :
Hastalık yapan bu üç virüsün zayıflatılması ve hastalık yapıcı etkilerinin ortadan kaldırılması yoluyla geliştirilen üçlü kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,yıllardır tüm dünyada güvenle kullanılmaktadır. Bebekler anne karnındayken annenin bu hastalıklara karşı oluşturduğu bağışıklık cisimciklerini ( antikorlar) almakta ve bu şekilde yaşamın ilk aylarında doğal olarak korunmaktadırlar. Ancak,anneden geçen bu antikorların yavaş yavaş ortadan kalkması nedeniyle bebekler 9. Aydan itibaren korunmasız olarak kalabilmektedir.

Bu nedenle tüm bebeklerin 9. Aydan itibaren mutlaka bir doz kızamık aşısı almaları gerekmektedir. Kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı,eğer bebeğe 9. Ayda kızamık aşısı yapılmadıysa 12. Aydan itibaren uygulanmalıdır. Fakat 9. Ayda kızamık aşısı uygulanmışsa kızamık,kızamıkçık ve kabakulak karma aşısının yapılma zamanı 15. Ay olmalıdır. Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı olan bebeklerde ,nadiren aşıdan 5 ile 12 gün sonra hafif ateş ve bazı hafif deri döküntüleri olabilmekte ve bu belirtiler tedaviye gerek kalmadan 1-2 günde kendiliğinden iyileşmektedir. Bu bebeklere doktor tavsiyesiyle bir iki gün süreyle ateş düşürücü şurup ya da fitil verilebilir . Kızamık. Kızamıkçık ve kabakulak karma aşısı ,bu hastalıklardan herhangi birini geçirmemiş erişkinlere de uygulanabilir. Aşı yapılacak kişinin örneğin önceden kabakulak geçirmiş olması,bu üçlü karma aşının yapılmasını engelleyici bir neden değildir. Sadece hamilelere uygulanmaması gerekir.

Konuyla ilgili aramalar: : kabakulak hastalığı , kabakulak aşısı

Tetanoz Hastalığı

Sponsorlu Bağlantılar:

Tetanos mikrobu, genellikle toprakta yaşayan, vücuda çok küçük yara ve kesiklerden dahi girebilen bir mikroptur. Mikrop salgıladığı "tetanos zehri" ile omuriliğe ve sinir sistemine zarar vermekte ve gelişmiş tüm tedavi olanaklarına rağmen hala 10 hastadan 6'sının ölümüne yol açmaktadır. Oksijensiz ortamda yaşayan bu mikrop paslı çivi, bıçak gibi maddelerin yanı sıra cam kesiği, hayvan pisliği ve açık yaraların toprakla temas etmesi ve sonucunda insanlara bulaşmaktadır.

Tetanoz hastalığı en sık yaşamın birinci ayının bitiminden önce görülmekte ve "yeni doğan tetanosu" adını almaktadır. Yeni doğan bebekler, tetanos mikrobuyla ya sağlıksız şartlardaki doğum esnasında yada doğum sonrası göbek bağının steril olmayan koşullarda yapılması nedeniyle karşılaşmaktadır. Doğum sonrasında göbek kordonunun mikropla temas etmiş bıçak, jilet ve hatta cam ile kesilmesi sonucunda bebeğe bulaşmakta ve kana karışan mikroplar yoluyla hastalık ortaya çıkmaktadır. Bu bebeklerin hemen hepsi her türlü tedaviye rağmen daha yaşamın ilk günlerinde ölmektedirler.

Tetanoz hastalığının bebeklerdeki en önemli üç belirtisi; emme güçlüğü kasılmalar ve teskin edilemeyen ağlamadır. Bebekleri yeni doğan tetanosundan korumak için, anne adaylarının gebeliklerinin 3. Ayından itibaren mutlaka tetanos aşısı olmaları gerekmektedir. Tetanos aşısı olmaları gerekmektedir. Tetanos aşısı hem anneyi hem de bebeği koruyacağı gibi ne anne nede doğacak bebeğine karşı zararlı bir etkisi olmaz. İster hastanede, ister farklı bir ortam ve koşulda doğum yapılacak olsun tüm anne adaylarının aşılanması gereklidir. Bu uygulama devletimizin sağlık politikasıdır.

Difteri,boğmaca ve tetanoz aşısı (3'lü karma aşı) Karma aşılar,çocukları difteri,boğmaca ve tetanoz hastalıklarına karşı korumak için uygulanmaktadır. Yeni doğan bir bebek ,yaşamını ikinci ayından itibaren 1-2 ay arayla 3 kez aşılanmalı ve ardından 18. Ayda bir hatırlatma dozu yapılmalıdır. İlkokul 1. Sınıfında ise boğmaca çıkarılarak,sadece difteri-tetanos karma aşısı yapılmalıdır. (bu dönemde ayrıca verem,çocuk felci ve kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşıları uygulanmalıdır. ) gelişen bilim ve teknoloji,çok sayıda hastalığa karşı tek enjeksiyon ile koruma sağlamaya yönelik yeni aşıları geliştirme çabasındadır. Günümüzde difteri,boğmaca ve tetanos aşılarına çocuk felci ve hib menenjit aşısı eklenerek oluşturulan beşli aşı pasteur merieux connaught tarafından geliştirilerek kullanıma sunulmuştur. Dünyanın ilk beşli aşısı olan bu aşı ilerdeki bölümlerimizde ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Aşı kola ya da bacağın ön kısmına adale içi yolla ya da cilt altına uygulanmaktadır.

Konuyla ilgili aramalar: : tetanoz hastalığı , tetanos , tetanoz aşısı

Boğmaca Hastalığı

Sponsorlu Bağlantılar:

Boğmaca tüm yaşlarda ve hatta erişkinlerde bile ortaya çıkabilen,nefes almayı engelleyecek biçimde öksürük nöbetlerine neden olan bir hastalıktır. Bu öksürük nöbetleri 6-12 hafta arasında sürmekte ve bu nöbetlerin ardından birçok çocukta kilo kayıplarına bile neden olabilen kusmalar görülmektedir. Ayrıca, boğmaca 1 yaş altındaki çocuklarda daha sık olmak üzere zatürreeye,beyin ve göz içi kanamalarına ve ölümlere neden olabilmektedir.

Konuyla ilgili aramalar: : boğmaca

Difteri Hastalığı

Sponsorlu Bağlantılar:

Difteri : Difteri, salya ve tükürük gibi salyalarla temas edilmesi veya bu mikropla kirlenmiş maddelerin (oyuncak vb. ) ağıza götürülmesiyle ve solunum yoluyla bulaşmaktadır. Difteri mikrobu çok güçlü bir zehir salgılayarak burunda ve boğazda solunumu engelleyici bir enfeksiyona, kalp yetmezliğine, sinir sisteminde hasarlara neden olabilir. Hastalanan her on kişiden birisi maalesef her türlü tedaviye rağmen hayatını kaybetmektedir.

Konuyla ilgili aramalar: : difteri

Çocuk Felci Hastaliği, Çocuk Felci Aşisi

Sponsorlu Bağlantılar:

Çocuk Felci Hastalığı :


Çocuk felci hastalığının nedeni, polio virüsü denilen bir mikroptur. Çevre koşularının kötü olduğu yerlerde suların,besinlerin mikroplu dışkı ile kirlenmesi ve kalabalık ortamlarda havaya yayılan mikropların solunmasıyla bulaşır. Hastalığa yakalanan çocuklarda hafif ateş,baş ağrısı,kas ağrıları,bulantı -kusma gibi her hastalıkta görülebilecek ortak bulgular mevcuttur. Bazı çocuklarda hastalık bu bulgularla sınırlı kalırken , bazılarında ise ,kalıcı felçler meydana gelmektedir. Felçler çok tipik olarak yumuşaktır. Yani kaslar sert ve kasılmış durumda değildir. Felçler genel olarak, çocuğun kendini ayağa kaldırmasında ve yürümesinde güçlük şeklinde ilk bulgularını verir. Çoğu hastada felç olan bacak ya da kolda duyu kaybı yoktur. İğne batırıldığında bunu hissederler. Bir yaşından büyük yaş grubundaki hassas çocuklar ve yetişkinler mikrobu kaptıklarında felç gelişmesi açısından daha büyük risk altındadırlar. Felç gelişen hastalarda ölüm oranı %2 ile % 20 arasında değişmekte ancak ,beyindeki solunum merkezinin etkilenmesiyle bu oran % 40'a kadar çıkabilmektedir.




Çocuk felci hastalığının çiçek hastalığında olduğu gibi ülkemizde ve tüm dünyada kökünün kazınması için yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Bazı ülkeler bunu başarmıştır ama ne yazık ki Türkiye'nin de aralarında bulunduğu birçok ülke için çocuk felci büyük bir sorun olmaya devam etmektedir. Tedavisi bulunmayan ,kalıcı sakatlıklar ve ölümlere neden olan bu hastalığın kökünün kazınması , ancak aşılanma ile mümkündür. Hem bu açıdan hem de virüsün çevremizde yaygın olarak bulunması nedeniyle çocuk felci aşılamasının önemi oldukça artmaktadır.


Çocuk felci aşıları :


Günümüzde çocuk felci hastalığına karşı kullanılan iki farklı aşı vardır. İnaktive çocuk felci aşısı (enjeksiyon şeklinde uygulanır ) ve oral çocuk felci aşısı (ağızdan damla şeklinde verilir. ) inaktive çocuk felci aşısı ölü aşıdır. Son derece güvenli ve etkin olması en önemli özelliğidir. Yaşamın ikinci ayından başlayarak 1- 2 ay arayla toplam 3 doz enjeksiyon şeklinde uygulanır. Bebek 18 aylık olduğunda bir hatırlatma dozu daha yapılmalıdır.
Pasteur Merieux Connaught tarafından geliştirilen beşli aşı içerisinde difteri,tetanos,boğmaca ve hib aşıları birlikte bulunmaktadır. Başta sanayileşmiş ülkeler olmak üzere bir çok ülkede yaygın olarak kullanılmaktadır. Çocuk felcine karşı bireysel korunmanın sağlanmasında vazgeçilmez bir aşıdır.


Oral çocuk felci aşısı ağızdan damla şeklinde verilerek uygulanmaktadır. Oldukça etkin bir aşı olmakla birlikte aşının verilmesi sırasında çocuğun kusması ya da tükürmesi gibi durumlardan olumsuz etkilenebilmektedir. Aşı uygulanması esnasında ishali olan bebeklere bir ay sonra bir doz aşının daha uygulanması tavsiye edilmektedir. Çocuk felcine karşı toplumsal korunmanın sağlanmasında önemi vardır.


İnaktive ve oral çocuk felci aşılarının birlikte kullanımı Yapılan çalışmalar,bu hastalığa karşı en iyi korunmanın inaktive ve oral çocuk felci aşılarının ardışık kullanılması ile sağlanabileceğini göstermektedir. Ardışık kullanım önce inaktive ,ardından oral olmak üzere çocuğa farklı zamanlarda her iki aşının da verilmesi prensibine dayanır. Birçok ülkede tercih edilen bu uygulama ;aşılamaya 2,4,6 ya da 2,3,4. Aylarda beşli aşı ile başlanan çocuklara 18. Aydaki hatırlatıcı dozun ağızdan oral aşı şeklinde verilmesi ile gerçekleştirilmektedir. İnaktive ve oral çocuk felci aşılarını ardışık kullanmanın sağladığı en büyük avantaj ,inaktive aşı ile önce bireysel korunmanın sağlanması,daha sonra oral aşı ile toplumsal korunmanın sağlanmasıdır. Böylece çocuk felci hastalığına karşı hem bireyde hem de toplumda çok güçlü ve kalıcı bir bağışıklama sağlanması mümkün olur. Çocuk felci aşılarının her iki çeşidi de ,difteri,tetanos,boğmaca ve diğer çocukluk aşıları ile birlikte ve aynı gün uygulanabilir.


Aşı uygulanmasından sonra annelerin bebeklerini emzirmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Aşıdan hemen sonra dahi bebeğe mama,süt ve diğer besinler verilebilir,herhangi bir süre kısıtlaması yoktur.


Konuyla ilgili aramalar: : çocuk felci ve çocuk felci aşısı

8 Mart 2011 Salı

Toksik Guatr (Graves Hastalığı) ve Hemşirelik Bakımı

Sponsorlu Bağlantılar:


Toksik Guatr (Graves Hastalığı)
Ülkemizde en sık rastlanan hipertiroidi nedenlerin­den biridir. Hipertiroidilerin %75-80’ini oluştu­rur. 20-40 yaşları arasında ve kadınlar­da daha sık görülür. Etyolojisinde emosyonel faktörlerin ve stresin rol oynadığın­dan söz edilmektedir.
Hastalık; diffüz parankimatöz guatr + tirotoksitoz + Graves oftalmopatisi ve ya Graves dermopatisi i­le karakterizedir. Bu rahatsızlık­ların bir tanesi bile Graves’ten şüphelenmek için yeter­lidir.
Otoimmun bir hastalıktır. Bu hastalıkta kanda otoantikorlar bulu­nur. Antikorlar, yabancı maddelere, virüslere veya bakterilere karşı oluşan proteinler­dir. Otoantikorlar ise vücudun kendi dokularına veya kimyasına karşı oluş­muş antikorlardır. Graves hastalığında TSH reseptörleri­ne karşı antikorlar oluşur. Bu antikorlara Tiroit Reseptör Antikorları (TRAb) denir. Bunlar TSH reseptörleri ile birleş­tiği zaman TSH'dan daha fazla miktar­da tiroid hormon yapımını artı­rır.
2.2.3.1. Graves’te Belirtiler Nelerdir?
1.      Apathetik hipertiroidism  (Yaşlılarda İlgisizlik)
2.      Barsak hareketlerinde artma
3.      Cilt ve tırnaklarda değişiklik
4.      Cinsel istek azalması
5.      Çarpıntı
6.      Göz bulguları
7.      Kilo kaybı
8.      Kuvvet azalması
9.      Laboratuar testlerinde bozulma (SGOT, SGPT, bilirubin ve LDH yükselebilir.)
10.  Mensturasyonda azalma (miktar olarak)
11.  Saç dökülmesi
12.  Sıcaklıkta artma, sıcağa tahammülsüzlük
13.  Sinirlilik, aşırı heyecan ve duygusallık
14.  Tremor
2.2.3.2. Graves’te Hangi Testler Uygulanır?
Hipertiroidi hastalığı olan birçok hastada tanı koyacak yeterli semptomlar ortaya çıkar. Hatta bazı hasta yakınları bazen hastalığın tanısını koyarak hastayı doktora getirir. Örneğin; toplumumuzda birçok insan sinirlilik ve nedeni bilinmeyen zayıflamalarda öncelikle diyabet veya guatrın araştırılması gerektiğini bilir.
 Hastaların şikayetleri yanında tiroid hormonlarının biri veya her ikisi birden yükselir. TSH değeri ise normalin altındadır, yani baskılıdır. Bazen tiroid hormonları yükselmeden de değişik nedenlere bağlı olarak TSH normal değerinin altında görülebilir.
a) TSH       : Hipofiz tümörü sonucu oluşan hipertiroidi dışında bütün hastalarda TSH normal değerin altındadır. Ancak, her düşük değerli TSH'sı bulunan hastaların tümü de hipertiroidi değildir. Başka nedenlere bağlı olarak da bu görülebilir. Bazen TRH testi yapılarak bu iki durum birbirinden ayrılabilir.
b) Tiroit hormonları: Birçok hipertiroidili hastada her iki tiroid hormonu da (T3 ve T4) yüksek olarak bulunur. Bazen özellikle toksik otonom tiroid nodülleri'nde veya toksik multinodüler guatrda sadece T3 hormonu yüksek bulunabilir. TSH yüksekliği ile birlikte her iki hormonun yüksekliği hipofiz tümörü sonucu ortaya çıkar. Hasta şikayetlerinin olmaması ise genetik bir hastalık olan tiroid hormon direncini gösterir. Çok nadir olan bu hastalıkta çeşitli organlarda tiroid hormonlarının etkisi görülmez.
c) Tiroit Otoantikorları: Bazen Graves hastalığı ile toksik multinodüler guatrın ayırıcı tanısında zorluk çekilebilir. Bu iki hastalığı birbirinden ayırmak için TRAb (tirotiropin reseptör antikorları) kullanılır. Bu antikor, Graves hastalığında pozitiftir. Ayrıca, göz bulgusu olan ötiroid (semptomsuz) Graves hastalığının teşhisinde  de bu antikordan yararlanılır.
d) Radyoaktif İyot (Uptake) Testi: Bu test değişik nedenlere bağlı oluşan hipertiroidilerin ayırıcı tanısında kullanılır. Uptake, Graves hastalığında normal değerlerden yüksektir.
e) Tiroit sintigrafisi: Tiroit sintigrafisi Graves hastalığı toksik otonom fonksiyonel tiroid nodulü ve toksik multinodüler guatrın ayırıcı tanısında kullanılan önemli bir tanı aracıdır. Ancak gerek radyoiyot uptake testi gerekse tiroid sintigrafisi yapılmadan önce hastanın normal iyot almaması gerekir. Mesela, bilgisayarlı tomografide, miyelogramda (kemik iliğinde bulunan çeşitli kan yapıcı hücrelerin birbirlerine olan oranlarının yüzde olarak belirtildiği formül), kontrastlı böbrek grafisinde veya arteriogramda kullanılan kontrastlı maddeler bu iki testi 6 hafta kadar etkilemekte ve bu testlerin yorumlanmasında güçlük çekilmektedir. Bu nedenle bu testlere girecek hastalara öncelikle uptake ve sintigrafi uygulandıktan sonra diğer tetkiklerin yapılması gerekir.
f) Sedimantasyon: Hipertiroidi nedenlerinden biri olan subakut tiroiditin ayırıcı tanısında kullanılır. Bu test, hastadan alınan kanda bulun proteinlerin bir tüp içindeki çöküş hızını gösterir. Subakut tiroiditte sedimantasyon normalin üzerine, bazen 100mm/dak üzerine çıkabilir. Açlık veya tokluk sırasında uygulanabilir.
g) Tiroglobulin (Tg): Tiroid bezinin follikül ve epitel hücrelerinde bol miktarda bulunan ve tiroid hormonlarını içeren iyotlanmış proteindir. Normal koşullarda kana çok az miktarda geçtiğinden, ipertiroidili hastaların tümünde yüksek olarak bulunur.
2.2.3.3. Graves Hastalığının Tedavisi Nasıl Yapılır?
Bu hastalığın tedavisinde öncelikle aşağıdaki bilgileri göz ardı etmemek gerekir:
1.   Tedavi yapılmayan hastalarda semptom ve belirtiler azalıp artarak yıllarca sürebilir.
2.   Tedavisiz vakalarda uzun yıllar sonra hipotiroidi gelişir, yani tiroid fonksiyonlarını tamamen kaybeder.
3.   Göz bulguları (ekzoftalmi) ile Graves hipertiroidisi birbirinden tamamen ayrı olarak seyreder. Başarılı bir hipertiroidi tedavisinden sonra bile göz bulguları kendi seyrini takip eder.
Bu hastalıkta üç türlü tedavi yöntemi mevcuttur:
1.   Antitiroid Tedavisi (propycil, tramazol tedavisi)
2.   Cerrahi Tedavi (tiroidektomi)
3.   Radyoiyot Tedavisi (atom tedavisi)


Antitiroid İlaçlarla Tedavi Yapılan Durumlar:
Türkiye'de iki çeşit Antitiroid ilaç mevcuttur: Propycil ve Thyramazol. İki ilaç da tiroid hormon yapımını engeller. Antitiroid ilaçlar Graves’te remisyon varlığına dayanılarak kullanılır. Remisyon, hastalığın geçici olarak ortadan kalktığı ve hastanın normale döndüğü zamana denir. Tedavi edilmeyen bazı Graves hastalarında hastalık geçici olarak iyileşebilir. Antitiroid tedavi ile ancak %30 hasta remisyona girebilir. En yüksek remisyon bir veya iki yıllık antitiroid tedavisinden sonra ortaya çıkar. Geri kalan %70 hastada ise ilaç kesildikten sonra hipertiroidi tekrarlar. Hastalığın tekrarlaması durumunda radyoiyot ve ya cerrahi tedavi uygulanır.
Antitiroid tedavi, küçük guatrlarda ve orta şiddetteki Graves’te kullanılır. Propycil kullanılması durumunda ilaç her 8 saatte bir, Thyramazol kullanılması durumunda ise ilaç günde bir kez alınır. Antitiroid tedaviden sonra ötiroid durumu bir buçuk-iki ay sonra sağlanabilir. Remisyon sağlamak için ilaçlar genellikle bir veya iki yıl alınır. Antitiroid ilaçlara verilecek cevap hastadan hastaya değiştiğinden hastaların daha sık doktor kontrolü gerekir.
Cerrahi Tedavi Yapılan Durumlar:
Cerrahi tedavi, aşağıdaki durumlarda Graves hastalığında uygulanır:
a.   Tiroit nodülü bulunan ve kanser şüphesi olan hastalarda
b.   İkinci 3 ayında bulunan hamile hastalarda
c.   Çok büyük guatrlarda
Tiroit cerrahisinde uygulanan yönteme tiroidektomi denir. Bu yöntemde tiroid glandının %90 kadarı çıkarılır. Geri kalan doku bazen tiroid antikorları (TRAb) tarafından uyarılarak hastalık tekrar nüksedebilir. Cerrahi tedavi öncesi hastalar, beta blokerlerle, iyotla veya antitiroid ilaçlarla tiroidektomiye hazırlanır. Hazırlık için bazen her üç tedavi de birlikte kullanılır. Cerrahi girişim, hasta ötiroid duruma, yani tiroid hormonları normal düzeylere getirildikten sonra uygulanır. Bunun için ortalama 2 ay gerekir. Hasta ötiroid duruma getirilmeden cerrahi girişimin uygulanması tiroid krizi denilen ve hayatı tehdit eden duruma neden olur. Tiroit krizi, ayrıca, enfeksiyonlarda ve ağır geçirilen diğer hastalıklarda da görülebilir. Kriz sırasında hastada yüksek ateş, bulantı, kusma, ishal, vücuttan su eksilmesi, akli bozukluk ve çarpıntı görülür. Bu durumdaki hastalar yoğun bakıma alınarak tedavi edilmelidir.
Graves Hastalığında Radyoiyot (Atom) Tedavisi:
Radyoiyot tedavisi, halk arasında Atom tedavisi olarak bilinmektedir. Bu tedavi, 1942 yılından beri Amerika’da 1954 yılından beri ise Türkiye’de başarılı bir şekilde Graves hastalığının tedavisinde kullanılmaktadır. Basit, etkili, güvenilir ve diğer tedavi yöntemlerine göre nispeten daha ucuz olması nedeniyle Amerika’da Graves hastalığının tedavisinde en fazla tercih edilen yöntemdir. Ülkemizde de son zamanlarda en sık tercih edilen tedavi yöntemidir.
Radyoiyot ağızdan verildikten sonra en fazla tiroid dokusu tarafından tutulur. Ayrıca tükrük bezlerinde tutularak ağız boşluğuna ifraz edilir. Büyük kısmı böbrek tarafından mesaneye atılır. Çok az bir kısmı ise ter bezleri ve mide sekresyonları ile vücudu terk eder. Graves hastalığında tiroid glandının radyoiyodu tutma özelliği çok artmış, diğer organlara giden radyoiyot miktarı ise oldukça azalmıştır. Bu nedenle, bu hastalıkta radyoiyodun etkisi daha çok tiroid üzerine olur. Radyoiyot tedavisi görecek hastalar öncelikle şu bilgileri öğrenmelidir;
Radyoiyot,
a.   Kansere neden olmaz,
b.   Çocuk olmasını engellemez,
c.   Hamilelikten önce uygulanmışsa hastaların çocuklarında sakatlığa veya kansere neden olmaz,
d.   Ailenin diğer fertlerine zarar vermez.
2.2.3.4. Graves Hastalığı’nda Hemşirelik Bakımı
a) Hemşirelik Girişimleri
ü  Öncelikle iyi bir değerlendirme yapılmalıdır,
ü  Semptomların hikayesi ve şiddeti,
ü  Ailenin tiroid hastalığına ilişkin hikayesi,
ü  Vücut ağırlığı ve oranları,
ü  Laboratuar sonuçları bilinmelidir.
ü  Aktivite (Fizik egzersiz),
ü  Beslenme yetersizliği
ü  Uyku düzenindeki değişiklikler,
ü  Vücut imajı ile ilgili olumsuz düşünceler,
ü  Anksiyete ve sinirlilik gibi psikolojik sorunlarını çözümlemeye yönelik bakımın planlanması gerekir.
b) Ameliyat Öncesi Bakım
ü  Dinlendirici ve terapötik çevrenin yanı sıra, özellikle ameliyattan önceki geceyi sakin geçirmesi için gerekirse ilaç alması sağlanır (Anestezinin direktifine göre).
ü  Bu dönemde, tiroid bezinin çok fazla hormon yapmasını önlemek amacıyla, antitiroid ilaçlara devam edilir. Böylece heyecan ve endişenin giderilmesiyle metabolik hızda normale dönecektir.
ü  Yeterli beslenme gereksinimleri sağlanır. Metabolik aktivitedeki artış düşünülerek 4000-5000 kalorilik karbonhidratlı ve proteinli diyet verilir.
ü  Uyarıcı etkisi nedeniyle hastaya çay ve kahveden kaçınılması önerilir.
ü  Hasta ameliyat sonrası dönem hakkında bilgilendirilir.
c) Ameliyat Sonrası Bakım
Ameliyat sonrası bakım, komplikasyonları önlemeyi ve ya erken dönemde tanımlayarak tedavi ve bakımı yönlendirmeyi amaçlar. Hasta, başı yükseltilmiş ve yastıklarla desteklenmiş olarak yarı fawler pozisyonunda tutulur.
Solunum Durumu: Tiroid bezi, ana solunum yollarına çok yakın olduğundan değişik nedenlerle solunum fonksiyonunun gerçekleştirilmesinde tehlike oluşturabilir. Bu nedenle gürültülü solunum ya da hırıltı hasta açısından dikkatle izlenmelidir. Solunum yavaşlarsa birkaç saat O2 verilir. Ayrıca bir de trakeostomi seti hazır bulundurulmalıdır.
Kanama: Ameliyat sonrası dönemin ilk 12-24 saatleri arasında kanama olasılığı vardır.Yara yerinden kanama nedeni ile oluşan hematom, trakea  üzerine basınç yaparak solunum yolunun obstrüksiyonuna neden olabilir. Bu nedenle, düzensiz soluk alma ya da alamama sürekli izlenerek hekime rapor edilmelidir.
Larengeal Sinir Yaralanması: Hasta konuşma ya da soluk almada güçlük çektiği zaman en çok kuşku yaratan durum, sinirler üzerine baskı yapan ihtimalidir. Konuşma yeteneğinin tamamen yok olması ihtimalini azaltmak için derhal doktora rapor edilmelidir.
Tetani: Hasta el, yüz ve ayaklarda hissizlik ve uyuşmadan şikayet edebilir. Bu durum, cerrahi girişim sırasında paratiroid bezlerinden  bir ya da birkaçının kaza ile alınması sonucu, kalsiyum metabolizmasını etkileyerek müsküler spazma neden olur. Hekime haber verilerek, direktifleri doğrultusunda “kalsiyum glukonat” verilir.
Tirotoksik Kriz Belirtilerinin Gözlenmesi: Nabız hızlıdır, düzenli değildir. Isı yükselmiş, huzursuzluk artmıştır. Acil olarak O2 verilmesi ve sedasyon sağlanmalıdır.
Yutkunma: Ağrılı olabilir. Hasta oral almada cesaretlendirilmeli ve sık sık çalkalaması önerilmelidir. Rahatsızlık olduğunda aspirinle gargara yararlı olabilir.

Konuyla ilgili aramalar : graves nedir , toksik guatr nedir , graves hastalığı nedir