Evlilik, cinsel tamamlanma ve paylaşmadır aynı zamanda. Cinsiyetle ilgili konular, cinsel organlar ve cinsel faaliyetler dünyanın her yerinde ve her zaman insanların ilgisini çekmiştir. Çiftleşme yoluyla üreyen diğer hayvanlarda olduğu gibi, beden yapısı, organları ve hormonları insanın cinsel haz duymasına yarayacak biçimde yaratılmıştır. Örneğin bebeklerin altı temizlenirken veya bezi değiştirilirken, küçük çocuklar giydiği pantolon, bindiği bisiklet cinsel organlarına sürtünürken, cinsel bir haz alırlar. Yetişkin insanın ağzında, dudaklarında, çenesinde, genital organlarında ve diğer bazı bölgelerindeki sinir uçları da cinsel uyarılara karşı duyarlıdır. Doğa insanı böyle yaratmıştır, bunu inkara biyolojik olarak imkan yoktur. Öyleyse cinsel yaşam hep vardır, hep ilgi çekmiştir, doğa belki de canlıların varlığını sürdürmek amacıyla cinsel yaşamı haz alma yeteneğiyle birleştirmiştir.
Evlilik ilişkisiyle aynı yatağı ve aynı evi paylaşan kadının ve erkeğin, böylesine doğuştan beri var olan cinsel dürtülerine artık doyum sağlayabilmeleri ve hiçbir cinsel sorunlarının olmaması gerekirdi. Oysa ki, hukuksal, toplumsal, töresel ve kişisel olarak kabul edildiği ve hatta bedensel ve ruhsal hiçbir bozuklukları da bulunmadığı halde, pek çok eşin evlilikte iyi bir cinsel uyum sağlayamadıklarını ve mutlu olmadıklarını hep biliyoruz.
Örneğin, bugün hâlâ pek çok eş, cinsel ilişkiden kadınların da erkekler kadar zevk duyabileceğinin bilincinde değil gibidir. Oysa ki, cinsel haz, eşler arasında paylaşılırsa, her iki taraf için de anlamlı hale gelir. Bunu sadece erkeği rahatlatan bir görev veya salt çoğalmaya yarayan bir araç gibi gören çiftlerin anlamlı bir ilişkiyi yaşayabilmesi mümkün değildir.