Gerçekte her iki cinsin de evlilik beklentileri temelde birbirinin aynıdır: Huzur verici, güven verici bir yaşam. Bu ise, eşler arasında hem iyi bir duygu alışverişi, hem iyi bir cinsel tamamlanma varsa mümkündür. İkisi bir bütündür. Cinsel tamamlanma ve cinsel doyum, günlük yaşamı etkiler, günlük yaşamın etkisi ise cinsel yaşama yansır.
Öyleyse bu tamamlanma, paylaşma nasıl sağlanabilir? Şu temel ilkenin de ciddiyetle benimsenmesi ve uygulanması, insan ruh sağlığının temeli olarak kabul edilmiştir:
Ruhsal açıdan sağlıklı ve duygusal anlamda olgun insan değiştirilmesi mümkün olmayan gerçekleri oldukları gibi kabul eder, ama değiştirilmesi mümkün olan gerçekleri değiştirmek için de elinden gelen tüm çabayı gösterir.
Oysa pek çok mutsuz evlilikte eşlerin bu ayırımı yapmadığına tanık oluyoruz. Değiştirilmesi mümkün olmayan olaylar karşısında hala "neden oldu?", "niçin oldu?", "nasıl da oldu?" şeklinde uzun süren büyük yakınmalar göstermektedirler. Örneğin, ölüm, kabul edilmesi ve telafisi mümkün olmayan en zor olaydır. Ama ne yapalım ki, bütün insanlar ölümlüdür, öyleyse bu konuda biz yapabileceğimiz şeyleri yapmışsak ve yapabileceğimiz hiçbir şey kalmamışsa, ölüm gerçeğini kabul etmek zorundayız. Tıpkı ölüm gerçeğini kabul etme zorunluluğumuz gibi, değiştiremeyeceğimiz diğer gerçekleri de oldukları biçimde kabul edebilmemiz son derece önemlidir. Atasözünün dediği gibi, "Olmuşla' ölmüşe çare yok" gerçeğini kabul edebilsek, bundan sonra aynı hataların tekrarlanmaması için gerekli önlemleri alsak, değiştirilmesi gereken gerçekler için çaba harcayabilsek, çok daha mutlu olur ve mutlu ederdik. Bunu yapabilen insanlara psikoloji dilinde "duygusal bakımdan olgun insan" denir. Psikoloji dilinde insanın kafa-düşünce olgunluğu ile duygusal olgunluğu ayrı ayrı şeylerdir. İş başkalarına gelince, belki en doğru nasihatları verebilen olgun ve akıllı bir insan, eğer kendisiyle ilgili konularda aynı olgunluğu göstermiyorsa, bu insana "duygusal anlamda olgunlaşmamış, çocuksu kalmış" denir.
Özellikle ülkemizde kimi eşlerin temel noktalarda birbirlerini oldukları gibi kabul etmediklerini, eşlerini kendi düşünce ve beklentileri doğrultusunda değiştirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Pek çok eş, karşılıklı saygıya dayanmayan evliliklerin sadece bir menfaat veya iş ortaklığı haline dönüştüğünü görmüyorlar. Bu durumda evlilik ya zorla tahammül edilen bir beraberliğe ya da açıkça tahammülsüzlüğe dönüşür. Öyleyse nedir saygı? Nedir diğerinin kişiliğini kabul etmek? Bilmemiz gerekir ki, her insan farklı kişilik özelliklerine sahiptir. Her insanın yetişme biçimi, içinde yetiştiği çevre koşulları ve etkilenme biçimi farklıdır. Hatta aynı ailede yetişmiş kardeşlerin ve çoğu ikizlerin bile farklı yetenekleri, farklı istekleri vardır. Gelecek beklentilerinin, özlemlerinin hatta mutluluk ve mutsuzluk anlayışının bile bütün insanlarda aynı olmaması doğaldır. Öyleyse ömür boyu bizimle birarada yaşayacak insanı nasıl olur da tümden değiştirmeye, kendi düşündüğümüz kalıpların içine sokmaya çalışabiliriz? O da bizi kendi özlem ve kendi görüşlerinin içinde eritmeye çalışınca, buna isyan etmez miyiz? "Evet, ben böyle düşünüyorum, ama eşimin bunu böyle değerlendirmeyeceğini biliyorum, öyleyse ikimiz için uygun, ortak çözüm yolu ne olabilir?" diyebilen insan, gerçekte eşine ve kendine saygı duyan, olgun insandır. "Ben eşimin nerede, ne kadar değişeceğini ve hangi şeylerden rahatsız olacağını bilirim, öyleyse ikimize uygun sınırı iyi çizmeliyim" diyebilen eşler, zaten karşılıklı anlayış içindedir, diyebiliriz.
Tipik bir örnek alalım: Diyelim ki, bir kadın, kocasının çok dürüst, namuslu, çalışkan, görevlerini harfi harfine yerine getirmeye özen gösteren, kurallara bağlı, dikkatli, prensip sahibi bir insan olduğunu biliyor. Ama bu insan, çok para kazanamıyor. Karısının "Sen de niçin başkaları gibi çok para kazanamıyorsun. Git ne yaparsan yap, ben de herkes gibi şunlara şunlara sahip olmak istiyorum" tarzında eşini, kişiliğinin tamamen dışında davranmaya zorluyor. Böylesi tutumun evliliği ve eşleri eninde sonunda yıpratacağı açıktır.
Oysa aynı kadının "Evet ben şunlara şunlara sahip olmak istiyorum, ama kocamın hırsızlık yapmayacağını da biliyorum, öyleyse bu şeylere sahip olabilmek için benim bu eve katkım ne olabilir, ben ne yaparsam istediklerime sahip olabilirim, ya da ne şekilde kocamın işlerini kolaylaştırayım ki, o bunları alabilir hale gelsin?" biçiminde yaklaşımı ise evliliğe mutluluk getirir. Bir başka örnek alalım. Diyelim ki, evli bir kadın, belli bir mesleği sürdürmek üzere eğitim yapmış ve bu meslekte çalışmanın kendisine çok doyum verdiğini eşi de biliyor ama, "Ben kendime karısını çalıştırıyor dedirtmem, diğer kadınlar gibi otursun evde, ev işi ve çocuklar nesine yetmez" düşüncesiyle onun çalışmasına karşı çıkıyor. Böyle bir evlilikte, eşi bir süte boyun eğse de acaba mutlu olur mu? Acaba erkeğin "Evet, eşim için mesleğini yapmanın önemli olduğunu biliyorum, eşim mesleği iie ev kadınlığını bağdaştırmayı göze aldığına göre, ben bu konuda kendisine neden anlayışlı davranmayayım?" düşüncesi erkekliğinden bir şeyler kaybetmesi midir? Yoksa evliliğine mutluluk kazandırması mıdır?
Özetle, ruh sağlığı alanındaki tecrübelerimiz bize şunu söyler: Eğer insanlar, eşlerinin değiştirilmesi mümkün olmayan yönlerini kabul eder, değiştirilmesi mümkün olanlar üzerinde de ortak noktalarda uzlaşabilirlerse, mutlulukları uzun süreli olacaktır.