Zeytinin Faydaları
Zeytin daha çok Akdeniz Bölgesi'nde yetişen bir ağaçtır. Zeytin ağacı yapraklarını dökmeyen, büyük gövdeli 5 ila 20 metre yüksekliğinde olan ki uzun ömürlü bir ağaçtır.
Zeytinin yararları
* Karaciğere faydalıdır.
* Sarılık hastalığına karşı tedavi eden özelliğe sahiptir.
* Bağırsak kurtlarını dökmeye yardımcı olur.
* Zeytin ve zeytin yağı farklı kanser türlerine karşı vücudu korur.
* Eczacılık alanda birçok ilacın yapımı için kullanılıyor.
* Bilhassa zeytinyağı bir kişinin bedene gereken omega altı yağ asidinin tamamını karşılar.
* Hücre yenileyici özelliğine sahip olan zeytin, cildi güzellik verir ve kişiyi daha genç göstermektedir.
* Zeytin yapraklarından yapılmakta olan içen yüksek tansiyonu düşürür.
* Yüksek oranda A, D, E ve K vitaminlerini ihtiva eder.
* Saçları dökülen kişiler zeytinyağı ile saç diplerine masaja attıkları takdirde, saç dökülmeleri durur.
* Zeytin ve zeytin yağı diktiği zaman hastalığına karşı tedavi eden nitelikleri dikkat çeker.
* Sindirim sisteminiz çok zayıf ise zeytinyağını mutlak kullanınız. Çünkü zeytinyağı içersinde doymamış yağ asitleri vardır ve bu olup asitler vücudunuzda birikmiş olan toksinlerin hepsinin atılmasına imkan vermektedir.
* Zeytinyağı banyo sonrası cilde sürüldüğü zaman, sürüldüğü alandaki hücreleri yeniler.
Zeytinin zararları var mıdır?
Hücrelerinizin yenilenmesi içinizle etini sürecin üst bölgelere dikkatli seçin. Örnek verecek olursak yüzü bölgenize zeytinyağında hücre yenilemesi için fazlaca sürerseniz, zeytinyağının kıl kökleri kuvvetlendirici etkiyi ile yüz bölgenizde kıllanma oluşabilir.
İlgili aramalar: zeytinin faydaları, zeytinyağının faydaları
31 Mart 2015 Salı
Zeytinin Faydaları
Sponsorlu Bağlantılar:
Etiketler:
zeytin,
zeytinin faydaları,
zeytinyağı,
zeytinyağının faydaları
Armut ve Armutun Faydaları
Sponsorlu Bağlantılar:
Armut ve Armutun Faydaları
Armut, sarı ile yeşil renk arasında bir renge sahip olan, yumuşak, tatlı, ufak çekirdekleri olan epey yararlı bir besindirç çengele armut, Ankara armudu, kumla armut olmak üzere birçok çeşidi bulunur. Yemekler den evvel yenecek bir tane armut, sağlık yönünden çok faydalıdır.
Armut faydaları
- Böbrekleri sağlıklı ve düzenli çalışmasına imkan veren armut, böbreklerdeki kum ve taşların dökülmesine destek olmaktadır.
- Kanınızı temizleyerek bütün salgı bezinizin normal çalışmasına imkan vermektedir.
- İdrar yollarındaki iltihapları söken armut, sıklıkla idrara çıkmanı sağlar.
- Yüksek tansiyonu düşürücü etki sağlar.
- Kabız olduğunuz zaman yiyeceğimiz bir tane armut, kabızlığa çözüm getirir.
- Sinir sistemini güçlendirir.
- Susuzluk problemini yok eder.
- Bilhassa öğrencilerin armut tüketmesi halinde, ders çalışmaktan yorulan zihinlerini dinlendirir.
- Romatizma hastalarına, mafsal kireçlenmesi hastalığı bulunanlara armut tedavi eden etki ortaya koyar.
- Madensel tuz yönünden epey zengin olan armut, bedeninizin ihtiyacı olan tuzlu karşılar.
- Armut kalp çarpıntısını gidererek kalbinizi güçlendirir.
- Sindirim sisteminizi güçlendirir.
- Gebelik süreci boyunca baş gösteren kusmaları engeller.
- Nezle ya da grip olduğunuz zaman bu hastalıkları çabuk atlatmanız sağlar.
- Çok sinirli kişilerin armut tükettikleri zaman daha sakin bir yapıya kavuştukları görülmektedir.
Armut zararları var mıdır?
Bilinen bir zararı olmayan armut, tansiyon düşürücü etkiyi ile düşük tansiyonu olan kişiler tarafından azıcık bir miktar tüketilmelidir.
İlgili aramalar: armutun faydaları nelerdir, armudun yararları neler
Armut, sarı ile yeşil renk arasında bir renge sahip olan, yumuşak, tatlı, ufak çekirdekleri olan epey yararlı bir besindirç çengele armut, Ankara armudu, kumla armut olmak üzere birçok çeşidi bulunur. Yemekler den evvel yenecek bir tane armut, sağlık yönünden çok faydalıdır.
Armut faydaları
- Böbrekleri sağlıklı ve düzenli çalışmasına imkan veren armut, böbreklerdeki kum ve taşların dökülmesine destek olmaktadır.
- Kanınızı temizleyerek bütün salgı bezinizin normal çalışmasına imkan vermektedir.
- İdrar yollarındaki iltihapları söken armut, sıklıkla idrara çıkmanı sağlar.
- Yüksek tansiyonu düşürücü etki sağlar.
- Kabız olduğunuz zaman yiyeceğimiz bir tane armut, kabızlığa çözüm getirir.
- Sinir sistemini güçlendirir.
- Susuzluk problemini yok eder.
- Bilhassa öğrencilerin armut tüketmesi halinde, ders çalışmaktan yorulan zihinlerini dinlendirir.
- Romatizma hastalarına, mafsal kireçlenmesi hastalığı bulunanlara armut tedavi eden etki ortaya koyar.
- Madensel tuz yönünden epey zengin olan armut, bedeninizin ihtiyacı olan tuzlu karşılar.
- Armut kalp çarpıntısını gidererek kalbinizi güçlendirir.
- Sindirim sisteminizi güçlendirir.
- Gebelik süreci boyunca baş gösteren kusmaları engeller.
- Nezle ya da grip olduğunuz zaman bu hastalıkları çabuk atlatmanız sağlar.
- Çok sinirli kişilerin armut tükettikleri zaman daha sakin bir yapıya kavuştukları görülmektedir.
Armut zararları var mıdır?
Bilinen bir zararı olmayan armut, tansiyon düşürücü etkiyi ile düşük tansiyonu olan kişiler tarafından azıcık bir miktar tüketilmelidir.
İlgili aramalar: armutun faydaları nelerdir, armudun yararları neler
İncir ve İncirin Faydaları
Sponsorlu Bağlantılar:
İncir ve İncirin Faydaları
İncir, muhteviyatında yüksek miktarda protein, vitamin ve mineraller barındırır. İnsan vücudunun ihtiyacı olan kalsiyumun yüzde 20’si 100 gram incir de bulunmaktadır.
İncirin faydaları
* İncir muhteviyatında yüksek miktarda lif barındırır ve bu sebepten ötürü ki tüketmiş olduğunuz gıdalardaki kolesterolün kana karışmadan bedeninize atılmasını sağlar.
* İncir sindirim sisteminizi güçlendirir ve vücudunuzu mikroplardan arındırır.
* Süt, peynir, yoğurt gibi gıdaları tüketmeyi sevmiyorsanız, mutlak incir tüketiminizi arttırmanız gerekir. Çünkü süt peynir ve yoğurttan alamadığınız vitaminlerin tamamını incirden alabilirsiniz.
* İncir kansere karşı vücudumuzu korur ve kanser olan hücrelerin büyümesini engeller.
* Taze incir yapraklarının sütü sağılarak siğil olan alana sürüldü takdirde siğilleri tedavi eden özelliğini göstermektedir.
* Kurutulmuş incir yapraklarından hazırlanan çay hemoroid ve ağrılarını yok eder.
* İştah artışı özelliği bulunur.
İncirin zararları
Belli bir zararın olmamasına karşın, çok tüketilmesi halinde ki şişmanlamanıza sebep olabilir.
İlgili aramalar: incir, incirin faydaları, incirin sağlığa yararları
İncir, muhteviyatında yüksek miktarda protein, vitamin ve mineraller barındırır. İnsan vücudunun ihtiyacı olan kalsiyumun yüzde 20’si 100 gram incir de bulunmaktadır.
İncirin faydaları
* İncir muhteviyatında yüksek miktarda lif barındırır ve bu sebepten ötürü ki tüketmiş olduğunuz gıdalardaki kolesterolün kana karışmadan bedeninize atılmasını sağlar.
* İncir sindirim sisteminizi güçlendirir ve vücudunuzu mikroplardan arındırır.
* Süt, peynir, yoğurt gibi gıdaları tüketmeyi sevmiyorsanız, mutlak incir tüketiminizi arttırmanız gerekir. Çünkü süt peynir ve yoğurttan alamadığınız vitaminlerin tamamını incirden alabilirsiniz.
* İncir kansere karşı vücudumuzu korur ve kanser olan hücrelerin büyümesini engeller.
* Taze incir yapraklarının sütü sağılarak siğil olan alana sürüldü takdirde siğilleri tedavi eden özelliğini göstermektedir.
* Kurutulmuş incir yapraklarından hazırlanan çay hemoroid ve ağrılarını yok eder.
* İştah artışı özelliği bulunur.
İncirin zararları
Belli bir zararın olmamasına karşın, çok tüketilmesi halinde ki şişmanlamanıza sebep olabilir.
İlgili aramalar: incir, incirin faydaları, incirin sağlığa yararları
Piüri Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar:
PİÜRİ
Piüri, idrara cerahat karışması olayına verilen tıptaki isimdir. Böyle bir durumda idrarda akyuvarlar bulunmaktadır. Santrifüjdan sonra idrardan elde edilen çökelti mikroskop altında incelendiğinde, her mikroskop alanında esasında 3 ila 5 lökosit bulunmaktadır. İdrarda cerahat bulunması, yani piüri, idrar yollarında iltihabi bir olayın bulunduğuna bir kanıttır. Bazı durumlarda da üreme yollarındaki bir iltihap, piüriye neden olabilir. Bazı vakalarda ise iltihabın bulunmasına karşın, piüri bulunmayabilir. İdrara çok fazlaca miktarda cerahat karıştığında, idrar boza yoğunluğunda olabilmektedir. Bu duruma "masif piüri" denilmektedir. İdrardaki akyuvarların sayısı fazla olduğunda, bu durum çıplak gözle bile idrarın renginden saptanabilir. Buna "Makroskobik piüri" denilmektedir. Akyuvarlar sadece mikroskop altında saptanabiliyorsa, "Mikroskobik piüri"den bahsedilebilir.
İlgili aramalar: piüri nedir, masif piüri ne demektir, mikroskopik piüri nedir, makroskobik piüri neye denir, idrardan cerahat atılması
Piüri, idrara cerahat karışması olayına verilen tıptaki isimdir. Böyle bir durumda idrarda akyuvarlar bulunmaktadır. Santrifüjdan sonra idrardan elde edilen çökelti mikroskop altında incelendiğinde, her mikroskop alanında esasında 3 ila 5 lökosit bulunmaktadır. İdrarda cerahat bulunması, yani piüri, idrar yollarında iltihabi bir olayın bulunduğuna bir kanıttır. Bazı durumlarda da üreme yollarındaki bir iltihap, piüriye neden olabilir. Bazı vakalarda ise iltihabın bulunmasına karşın, piüri bulunmayabilir. İdrara çok fazlaca miktarda cerahat karıştığında, idrar boza yoğunluğunda olabilmektedir. Bu duruma "masif piüri" denilmektedir. İdrardaki akyuvarların sayısı fazla olduğunda, bu durum çıplak gözle bile idrarın renginden saptanabilir. Buna "Makroskobik piüri" denilmektedir. Akyuvarlar sadece mikroskop altında saptanabiliyorsa, "Mikroskobik piüri"den bahsedilebilir.
İlgili aramalar: piüri nedir, masif piüri ne demektir, mikroskopik piüri nedir, makroskobik piüri neye denir, idrardan cerahat atılması
Bakteriüri Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar:
BAKTERİÜRİ
İdrarda çok miktarda bakteri olması hadisesine "Bakteriüri" denilmektedir. İdrarda en çok koli, stafilokok ve streptokok bakterilerine rastlanır. Bakteriüride, idrar berrak görünümden uzaklaşarak bulanık bir görünüm kazanmaktadır. Bakterilerin kaynağı, idrar yollarındaki herhangi bir yapı olabilir. Bunun yanısıra bağırsaklar veya bademcikler de bakteriler için bir odak oluşturabilir. Bakteriüri'nin tedavisinde bakterilerin kaynağı bulunur ve buraya yönelik bir tedavi programı uygulanır.
İdrarda çok miktarda bakteri olması hadisesine "Bakteriüri" denilmektedir. İdrarda en çok koli, stafilokok ve streptokok bakterilerine rastlanır. Bakteriüride, idrar berrak görünümden uzaklaşarak bulanık bir görünüm kazanmaktadır. Bakterilerin kaynağı, idrar yollarındaki herhangi bir yapı olabilir. Bunun yanısıra bağırsaklar veya bademcikler de bakteriler için bir odak oluşturabilir. Bakteriüri'nin tedavisinde bakterilerin kaynağı bulunur ve buraya yönelik bir tedavi programı uygulanır.
Kum Dökme (Kristaliüri) Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar:
KUM DÖKME (KRİSTALİÜRİ)
Oksalat, fosfat, ürat ya da sistin kristallerinin erimemiş halde idrar içinde atılmaları olayına "Kristalüri" (kum dökmek) denilmektedir.
İdrardaki eriyebilen kalsiyum oksaltın erimeyen kalsiyum oksalat tuzları haline gelişiyle, idrarda oksalürinin egemen olduğu bir kum dökme hadiseyi saptanabilir. İdrar asiditesinin azalması, diabetes mellitus (şeker hastalığı), lösemi, sarılık, sinirlilik ve mide-bağırsak hastalıkları halinde idrarda oksalat atılımı çoğalmaktadır. Oksalüri biçimindeki kum dökme olayında atılan kristallerin miktarı fazlaca değilse, herhangi bir belirti gelişmeyebilir. Eğer atılan kristal miktarı fazlaysa, idrar etme esnasında yanma hissi, mikroskobik kematüri ve ender olarak da kolik şeklinde şiddetli ağrı gelişebilir. Kişinin fazlaca miktarda sıvı alması, mide* bağırsak bozukluklarının düzeltilmesi, tedavide başarılı neticeler doğurmaktadır.
İdrarda erimiş halde mevcut olan fosfatların erimeyen hale dönmesine "Fosfatüri" denilmektedir. Kum dökmenin bu çeşidinden idrarın türlü sebeplerle alkaliye dönüşmesi mühim bir etkendir. Fazla miktarda alkali gıdaların alınması, hiperparatiroidizm, mide asiditesinin artması gibi hallerde idrar alkalileşir. Fosfatüride , idrar beyazımsı renkte ve bulanıktır. Bekletildiğinde ise dibine tebeşir tozu gibi fosfatlar çöker. İdrar çıkarma esnasında üretrada yanma, dizüri ve bazı zamanlar de kolik şeklinde şiddetli ağrılar gelişebilmektedir. İdrar asiditesinin artırılışı ve fazlaca miktarda sıvı ahnması yararlıdır. Üratüride ise, idrarda erimemiş halde ürat kristalleri bulunur. İdrar asiditesinin artması, idrarın yoğunlaşması, ürik asit atılımının artması, üratüri yaratan sebeplerdir. Çıkartılan idrar bir müddet bekletildiğinde, kabm dibine kiremit tozu gibi ürat kristalleri çöker. Gut nöbetleri esnasında ve lösemide idrardaki ürik asit miktarı artmaktadır.
Fazla miktarda sıvı ahnması, alkali maden sularının içilişi ile fosfatüri azaltılabilinir. Lakin asıl tedavi, etkene yönelik olmalıdır. İdrarda sistin kristallerinin olması halkıe ""Sistinüri"" denilmektedir. Kalıtsal bir metabolizma hastalığıdır. Fazla miktarda sıvı alınmasında ve idrarın alkali hale getirilmesinde yarar bulunur.
İlgili aramalar: kum dökmek, kristalüri, fosfatüri, kum dökme nedir, kristaliüri nedir
Oksalat, fosfat, ürat ya da sistin kristallerinin erimemiş halde idrar içinde atılmaları olayına "Kristalüri" (kum dökmek) denilmektedir.
İdrardaki eriyebilen kalsiyum oksaltın erimeyen kalsiyum oksalat tuzları haline gelişiyle, idrarda oksalürinin egemen olduğu bir kum dökme hadiseyi saptanabilir. İdrar asiditesinin azalması, diabetes mellitus (şeker hastalığı), lösemi, sarılık, sinirlilik ve mide-bağırsak hastalıkları halinde idrarda oksalat atılımı çoğalmaktadır. Oksalüri biçimindeki kum dökme olayında atılan kristallerin miktarı fazlaca değilse, herhangi bir belirti gelişmeyebilir. Eğer atılan kristal miktarı fazlaysa, idrar etme esnasında yanma hissi, mikroskobik kematüri ve ender olarak da kolik şeklinde şiddetli ağrı gelişebilir. Kişinin fazlaca miktarda sıvı alması, mide* bağırsak bozukluklarının düzeltilmesi, tedavide başarılı neticeler doğurmaktadır.
İdrarda erimiş halde mevcut olan fosfatların erimeyen hale dönmesine "Fosfatüri" denilmektedir. Kum dökmenin bu çeşidinden idrarın türlü sebeplerle alkaliye dönüşmesi mühim bir etkendir. Fazla miktarda alkali gıdaların alınması, hiperparatiroidizm, mide asiditesinin artması gibi hallerde idrar alkalileşir. Fosfatüride , idrar beyazımsı renkte ve bulanıktır. Bekletildiğinde ise dibine tebeşir tozu gibi fosfatlar çöker. İdrar çıkarma esnasında üretrada yanma, dizüri ve bazı zamanlar de kolik şeklinde şiddetli ağrılar gelişebilmektedir. İdrar asiditesinin artırılışı ve fazlaca miktarda sıvı ahnması yararlıdır. Üratüride ise, idrarda erimemiş halde ürat kristalleri bulunur. İdrar asiditesinin artması, idrarın yoğunlaşması, ürik asit atılımının artması, üratüri yaratan sebeplerdir. Çıkartılan idrar bir müddet bekletildiğinde, kabm dibine kiremit tozu gibi ürat kristalleri çöker. Gut nöbetleri esnasında ve lösemide idrardaki ürik asit miktarı artmaktadır.
Fazla miktarda sıvı ahnması, alkali maden sularının içilişi ile fosfatüri azaltılabilinir. Lakin asıl tedavi, etkene yönelik olmalıdır. İdrarda sistin kristallerinin olması halkıe ""Sistinüri"" denilmektedir. Kalıtsal bir metabolizma hastalığıdır. Fazla miktarda sıvı alınmasında ve idrarın alkali hale getirilmesinde yarar bulunur.
İlgili aramalar: kum dökmek, kristalüri, fosfatüri, kum dökme nedir, kristaliüri nedir
30 Mart 2015 Pazartesi
Kronik Böbrek Yetmezliği
Sponsorlu Bağlantılar:
Kronik Böbrek Yetmezliği
Bilindiği üzere, böbreklerde yaklaşık olarak iki milyon tane nefron bulunur. Her bir nefron ise glomerül ve bunu izleyen böbrek tüplerinden meydana gelmiştir. Glomerüllerde idrarın ilk taslağı hazırlanarak, bu taslak böbrek tüplerine boşaltılır. Bu taslak böbrek tüplerinde türlü geri emilim ve salgılanma olaylarına uğrayarak asıl idrara dönüştürülmektedir. Nefronların herbirine küçük bir böbrek gözü ile bakabiliriz.
Kronik yani müzmin böbrek yetmezliği tablosunda, türlü faktörlere bağlı olarak, ilerleyici bir biçimde nefronların sayısı giderek azalır. Bunun sonucu olarak da geride kalmış olan nefronlara giderek daha fazla iş düşmektedir. Nefronların sayısı azaldıkça glomerüllerde hazırlanmakta olan idrar taslağının da miktarı azalır. Yani glomerül filtrasyonu azalır. Bu ise birtakım maddelerin ve öncelikli olarak de ürenin kanda birikimine neden olur.
Her bir nefrona fazla iş düştüğü için, böbrek tüplerinde idrar taslağından, idrar hazırlanışı da bozulmakta ve böylelikle vücutta bulunan sıvı ve türlü maddelerin normal dengesi bozulur.
Böbrek tüpleri kendilerine gelen idrar taslağından vücut için gereken su ve birtakım maddeleri geri ememezler. Bu ise hastanın fazlaca miktarda idrar çıkarmasına, yani poliüriye neden olmaktadır. Çok su kaybeden hasta, bunu çok su içerek karşılamaya çalışır. Bu durum hastalığın başlangıç zamanlarında tespit edilmektedir. Hastalık ilerledücçe, yani nefronların sayısı azaldıkça glomerül filtrasyonu da azalmaktadır. Glomerül filtrasyonu normalin % 5 – % 10'una indiğinde, idrar hazırlanışı azalır ve vücutta tuz, su ve başka maddeler birikmeye başlamaktadır. Bu tablo yüksek tansiyon, kalp yetmezliği ve ödemle seyreder.
Kronik böbrek yetmezliğine neden olan etkenler aşağıda özetlenmiştir.
1) Glomerülonefritler
2) Böbreklerde oluşan damar hastalıkları
3) Çeşitli zehirlenmeler
4] İdrar yollarının kronik tıkayıcı hastalıkları
6) Her iki böbreğin konjenital hastalıkları
7) Bazı enfeksiyon hastalıkları
5) Kronik piyelonefrit
8) Böbrekleri etkisine alan birtakım böbrek hastalıkları
9) Radyasyon
10) Böbrek tüplerinin kronik hastalıkları
İlgili aramalar: kronik böbrek yetmezliği, kby nedir, müzmin böbrek yetmezliği nedir
Bilindiği üzere, böbreklerde yaklaşık olarak iki milyon tane nefron bulunur. Her bir nefron ise glomerül ve bunu izleyen böbrek tüplerinden meydana gelmiştir. Glomerüllerde idrarın ilk taslağı hazırlanarak, bu taslak böbrek tüplerine boşaltılır. Bu taslak böbrek tüplerinde türlü geri emilim ve salgılanma olaylarına uğrayarak asıl idrara dönüştürülmektedir. Nefronların herbirine küçük bir böbrek gözü ile bakabiliriz.
Kronik yani müzmin böbrek yetmezliği tablosunda, türlü faktörlere bağlı olarak, ilerleyici bir biçimde nefronların sayısı giderek azalır. Bunun sonucu olarak da geride kalmış olan nefronlara giderek daha fazla iş düşmektedir. Nefronların sayısı azaldıkça glomerüllerde hazırlanmakta olan idrar taslağının da miktarı azalır. Yani glomerül filtrasyonu azalır. Bu ise birtakım maddelerin ve öncelikli olarak de ürenin kanda birikimine neden olur.
Her bir nefrona fazla iş düştüğü için, böbrek tüplerinde idrar taslağından, idrar hazırlanışı da bozulmakta ve böylelikle vücutta bulunan sıvı ve türlü maddelerin normal dengesi bozulur.
Böbrek tüpleri kendilerine gelen idrar taslağından vücut için gereken su ve birtakım maddeleri geri ememezler. Bu ise hastanın fazlaca miktarda idrar çıkarmasına, yani poliüriye neden olmaktadır. Çok su kaybeden hasta, bunu çok su içerek karşılamaya çalışır. Bu durum hastalığın başlangıç zamanlarında tespit edilmektedir. Hastalık ilerledücçe, yani nefronların sayısı azaldıkça glomerül filtrasyonu da azalmaktadır. Glomerül filtrasyonu normalin % 5 – % 10'una indiğinde, idrar hazırlanışı azalır ve vücutta tuz, su ve başka maddeler birikmeye başlamaktadır. Bu tablo yüksek tansiyon, kalp yetmezliği ve ödemle seyreder.
Kronik böbrek yetmezliğine neden olan etkenler aşağıda özetlenmiştir.
1) Glomerülonefritler
2) Böbreklerde oluşan damar hastalıkları
3) Çeşitli zehirlenmeler
4] İdrar yollarının kronik tıkayıcı hastalıkları
6) Her iki böbreğin konjenital hastalıkları
7) Bazı enfeksiyon hastalıkları
5) Kronik piyelonefrit
8) Böbrekleri etkisine alan birtakım böbrek hastalıkları
9) Radyasyon
10) Böbrek tüplerinin kronik hastalıkları
İlgili aramalar: kronik böbrek yetmezliği, kby nedir, müzmin böbrek yetmezliği nedir
29 Mart 2015 Pazar
Morarma Neden Olur?
Sponsorlu Bağlantılar:
Morarma Neden Olur?
Morarma deride ve mukozalarda bazı zamanlar da iç organların morumsu veya mavimsi bir renk almasıdır. Kılcal damarlardaki kanda indirgenmiş, yani oksijene bağlanmamış hemoglobin veya methemoglobin ve sulfhemoglobin gibi hemoglobin türevlerinin artışına bağlı bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Genelde dudaklarda, parmak uçlarında, dilde ve kulaklarda daha belirgindir. Morarmanın görülüşü için 100 mi kanda 5 gr’den fazla indirgenmiş hemoglobin bulunması gerekir. Kandaki toplam hemoglobin oranı ne kadar yüksekse, bu değere o kadar çabuk ulaşılır. Kandaki alyuvar sayısının artmış olduğu polisitemide morarma daha basit ortaya çıkmaktadır. Oysa ki kansızlık durumunda hemoglobin oranı düşük olduğu için indirgenmiş hemoglobin de az olur ve morarma daha geç görülmektedir. Kan hemoglobininde hiç bir farklılık yok iken de deride ve mukozalarda pigment artmasına bağlı renk değişiklikleri oluşabilir. Örneğin, deri kronik gümüş zehirlenmelerinde gümüş birikimi sebebiyle grimsi mavi, altın tuzlarıyla tedavi esnasında da altın birikimine bağlı bir şekilde mavimsi bir renk alır. Bu durumda gerçek manada morarma mevzubahis olmaz.
Morarmanın Çeşitleri
Yaygın Morarmalar
* konjenital (doğumsal) kalp hastalıkları
* dokularda su tutulması ve damarlarda kan toplanmasına bağlı bir şekilde gelişmekte olan konjestif kalp yetmezliğinden kaynaklanan akciğer bozuklukları
* solunum yetmezliği
* tıkanshy;ma yapıcı hastalıklar (astım, amfîzem, kronik bronşit)
* sınırlayıcı bozukluklar (şişmanlık, omurganın bir yana doğru ilerlemiş eğriliği yani tıpta ki adıysla skolyoz)
* akciğer dokusunda azalmaya sebep olan hastalıklar (pnömokonyoz, sarkoidoz)kaynaklandığı kan bileşimi değişiklikleri
* polisitemi
Bölgesel Morarmalar
kaynaklandığı atardamar dolaşım bozuklukları:
* bariz bir alanla sınırlı damar sertliği
* Raynaud hastalığı
* akrosiyanoz
* Buerger hastalığı
kaynaklandığı toplardamar dolaşımı engelleri:
* akut tromboflebit
* kronik toplardamar yetmezliği
* üst anatoplardamarın tıkanması
* alt anatoplardamann tıkanması
İlgili aramalar: cilt neden morarır, morarma neden olur, morarmanın nedenleri nelerdir, deride morluk neden olur, vücut neden morarır
Morarma deride ve mukozalarda bazı zamanlar da iç organların morumsu veya mavimsi bir renk almasıdır. Kılcal damarlardaki kanda indirgenmiş, yani oksijene bağlanmamış hemoglobin veya methemoglobin ve sulfhemoglobin gibi hemoglobin türevlerinin artışına bağlı bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Genelde dudaklarda, parmak uçlarında, dilde ve kulaklarda daha belirgindir. Morarmanın görülüşü için 100 mi kanda 5 gr’den fazla indirgenmiş hemoglobin bulunması gerekir. Kandaki toplam hemoglobin oranı ne kadar yüksekse, bu değere o kadar çabuk ulaşılır. Kandaki alyuvar sayısının artmış olduğu polisitemide morarma daha basit ortaya çıkmaktadır. Oysa ki kansızlık durumunda hemoglobin oranı düşük olduğu için indirgenmiş hemoglobin de az olur ve morarma daha geç görülmektedir. Kan hemoglobininde hiç bir farklılık yok iken de deride ve mukozalarda pigment artmasına bağlı renk değişiklikleri oluşabilir. Örneğin, deri kronik gümüş zehirlenmelerinde gümüş birikimi sebebiyle grimsi mavi, altın tuzlarıyla tedavi esnasında da altın birikimine bağlı bir şekilde mavimsi bir renk alır. Bu durumda gerçek manada morarma mevzubahis olmaz.
Morarmanın Çeşitleri
Yaygın Morarmalar
* konjenital (doğumsal) kalp hastalıkları
* dokularda su tutulması ve damarlarda kan toplanmasına bağlı bir şekilde gelişmekte olan konjestif kalp yetmezliğinden kaynaklanan akciğer bozuklukları
* solunum yetmezliği
* tıkanshy;ma yapıcı hastalıklar (astım, amfîzem, kronik bronşit)
* sınırlayıcı bozukluklar (şişmanlık, omurganın bir yana doğru ilerlemiş eğriliği yani tıpta ki adıysla skolyoz)
* akciğer dokusunda azalmaya sebep olan hastalıklar (pnömokonyoz, sarkoidoz)kaynaklandığı kan bileşimi değişiklikleri
* polisitemi
Bölgesel Morarmalar
kaynaklandığı atardamar dolaşım bozuklukları:
* bariz bir alanla sınırlı damar sertliği
* Raynaud hastalığı
* akrosiyanoz
* Buerger hastalığı
kaynaklandığı toplardamar dolaşımı engelleri:
* akut tromboflebit
* kronik toplardamar yetmezliği
* üst anatoplardamarın tıkanması
* alt anatoplardamann tıkanması
İlgili aramalar: cilt neden morarır, morarma neden olur, morarmanın nedenleri nelerdir, deride morluk neden olur, vücut neden morarır
Mikrospori
Sponsorlu Bağlantılar:
MİKROSPORİ: Genel özellikleriyle trikofitiye benzeyen bir tür mantar hastalığıdır. Bu da halk arasında saçkıran olarak bilinir. Saçlı deride meydana getirdiği plaklar trikofitidekilere benzer. Fakat bunların sayısının daha az, her bir plağın çapı daha büyüktür. Mikrospori'nın neden olduğu yamalar biçimindeki alopesiler (saç dökülmeleri), nedbeleşmemiş bir zemin üstünde oldukları için iyileşirler ve bu bölgelerde yeniden saç çıkmaktadır. Tedavi ve koruyucu önlemler, trikofitide olduğu gibidir.
Trikofiti
Sponsorlu Bağlantılar:
TRİKOFİTİ
Trikofiti halk arasında saçkıran veya kuru kel adlarıyla bilinen hastalıktır. Erkek çocuklarda daha sık olmak üzere, okul dönemi çocuklarında görülmekte olan bulaşıcı bir mantar hastalığıdır. Genelde erginlik çağından sonra nedbe izi (sikatris] bırakmaksızın kendi kendine iyileşir. Hastalık sebebiyle yer yer dökülen saçların iyileşmeyle yeniden çıktığı görülmektedir.Bu hastalığa neden olan mantar türüne "Trikofiton" denilir. Trikofitonlar kıl folikülünün ağzından girerek saç gövdesine, sonrdan da saçın içerisine yerleşirler . Böylelikle saçın rengi değişir, gevrek duruma gelmektedir. Sonrasında saçlı deride yer yer küçük yuvarlak-oval plaklar olmaktadır. Bu plak bölgelerindeki saçlar, yukarıda değindiğimiz gibi renklerini değiştirmişler, gevrekleşmişlerdir. Kolayca dökülerek yer yer yamalar biçiminde, birçoğu geçici kelliklere neden olurlar. Trikofiti vakalarının tedavisi "Griseofulvin" adlı ilaç ile yapılır. Bu hastalığı geçirmekte olan çocuklar, katiyyen okula gönderilmemelidir. Çocuğun başı örtülmeli ve kullandığı şapka, tarak, havlu, fırça, yastık kılıfları, kaşkol, başörtüsü ve saçıyla temas etmiş olan öbür bütün eşyalar dezenfekte etmek gerekir. Okul ve oyun arkadaşları, kardeşleri ve eğer var ise evdeki kedi ve köpek bu hastalık açısından araştırılışı gerekir. Bulaştırmayı engellemek amacı ile çocuğun yaşıtlarıyla ve ev hayvanlarıyla oynaması bir müddet önlenmelidir.
İlgili aramalar: trikofiti nedir, saçkıran nedir, saçkıran nasıl bir hastalıktır, kuru kel hastalığı nedir
Trikofiti halk arasında saçkıran veya kuru kel adlarıyla bilinen hastalıktır. Erkek çocuklarda daha sık olmak üzere, okul dönemi çocuklarında görülmekte olan bulaşıcı bir mantar hastalığıdır. Genelde erginlik çağından sonra nedbe izi (sikatris] bırakmaksızın kendi kendine iyileşir. Hastalık sebebiyle yer yer dökülen saçların iyileşmeyle yeniden çıktığı görülmektedir.Bu hastalığa neden olan mantar türüne "Trikofiton" denilir. Trikofitonlar kıl folikülünün ağzından girerek saç gövdesine, sonrdan da saçın içerisine yerleşirler . Böylelikle saçın rengi değişir, gevrek duruma gelmektedir. Sonrasında saçlı deride yer yer küçük yuvarlak-oval plaklar olmaktadır. Bu plak bölgelerindeki saçlar, yukarıda değindiğimiz gibi renklerini değiştirmişler, gevrekleşmişlerdir. Kolayca dökülerek yer yer yamalar biçiminde, birçoğu geçici kelliklere neden olurlar. Trikofiti vakalarının tedavisi "Griseofulvin" adlı ilaç ile yapılır. Bu hastalığı geçirmekte olan çocuklar, katiyyen okula gönderilmemelidir. Çocuğun başı örtülmeli ve kullandığı şapka, tarak, havlu, fırça, yastık kılıfları, kaşkol, başörtüsü ve saçıyla temas etmiş olan öbür bütün eşyalar dezenfekte etmek gerekir. Okul ve oyun arkadaşları, kardeşleri ve eğer var ise evdeki kedi ve köpek bu hastalık açısından araştırılışı gerekir. Bulaştırmayı engellemek amacı ile çocuğun yaşıtlarıyla ve ev hayvanlarıyla oynaması bir müddet önlenmelidir.
İlgili aramalar: trikofiti nedir, saçkıran nedir, saçkıran nasıl bir hastalıktır, kuru kel hastalığı nedir
Kerion Selsi
Sponsorlu Bağlantılar:
KERİON SELSİ
Mikrosporium ve trikofitonların neden olduğu saçkıranın daha derin olan ve iltihaplı biçimi olarak kabul edilen bir mantar hastalığı türüdür. Burada mantarlar kıl foliküllerinin derinliklerine inerek onların iltihaplanmalarına neden olmuşlardır (Folikülüt). Bu bölgeler iltihapla plaklar şeklinde görülür ve üzerlerindeki saçlar kolaylıkla köklerinden koparılabilir. Lezyon, kenarlarından sıkıştırıldığında cerahat akar.
İlgili aramalar: kerion selsi nedir, keryon selsi
Mikrosporium ve trikofitonların neden olduğu saçkıranın daha derin olan ve iltihaplı biçimi olarak kabul edilen bir mantar hastalığı türüdür. Burada mantarlar kıl foliküllerinin derinliklerine inerek onların iltihaplanmalarına neden olmuşlardır (Folikülüt). Bu bölgeler iltihapla plaklar şeklinde görülür ve üzerlerindeki saçlar kolaylıkla köklerinden koparılabilir. Lezyon, kenarlarından sıkıştırıldığında cerahat akar.
İlgili aramalar: kerion selsi nedir, keryon selsi
28 Mart 2015 Cumartesi
Spermatik Kordon
Sponsorlu Bağlantılar:
SPERMATİK KORDON: Erkek çocuk anne rahmindeyken, doğuma kısa bir müddet kalana kadar testisleri karın boşluğunun içindedir. Doğuma yakm günlerde testisler beraberlerinde duktus deferenslerini, damar ve sinirlerini de alıp karın ön duvarından aşağı, skrotumun içerisine inerler. Bu iniş esnasında karın ön duvarından, birtakım kas liflerinden ve ‘Fasya’ denilen zarlardan oluşmuş bir tünel teşkil eder. Bu tünele ‘Spermatik kordon’ denilir. Testisler skrotuma inip daha sonra spermatik kordonun içerisinden ‘Duktus deferens’, atar ve toplardamarlar, birtakım sinir lifleri, lenf damarları geçer.
Vezika seminalis
Sponsorlu Bağlantılar:
VEZİKA SEMİNALİS
Vezika seminalis, kendi üstünde fazlaca sayıda kıvrılmış tek bir borucuk sistemidir. Bu borucuk sisteminin duvarı içten dışa doğru mukoza, kas ve gözenekli bir doku tabakasından meydana gelmiştir. Mukozat ab akasında salgı yapan hücreler de bulunmaktadır. Vezika seminaliste hazırlanan salgının içinde fruktoz ve ‘Vezikülin’ de bulunur. Bu salgı spermium hacminin büyük bir kısmını oluşturur. Vezika seminalis olgun spermiumlarm depolandığı bir alan olmaz.Spermiumlar, Epididimis’de depolanırlar. Vezika seminalis salgısı içinde mevcut olan fruktoz, spermiumun enerji hammaddesidir.
Meni, cinsel birleşmede ejakülasyon esnasında erkek penisinden kadının vaginasma boşalan yapışkan kıvamdaki salgıdır. Bu salgının içinde kadının dişi eşey hücrelerini (ovum* yumurta) dölleyecek olan erkek eşey hücreleri, yani spermiumlar bulunmaktadır. Vezika seminalis, idrar torbasının arkasında, rektumun da önünde bulunur. Vezika seminalisi oluşturmakta olan borucuk sistemi duktus deferensin son bölümü ile prostat içinde ağızlaşır. Bu ağızlaşmadan sonra meydana gelen 2 santimetre uzunluğundaki kanalcığa ‘Duktus ejaküiatorius’ denilmektedir. Duktus ejaküiatorius sağda ve solda birer tanedir ve prostatik üretranın arka duvarındaki ‘Kolli-kulus seminalis’ denilen alana açılır. Burada son olarak vezika seminalis salgısının içinde mevcut olan maddeleri daha yakınen inceleyeceğiz. Salgı nmkus bakımından çok zengindir, içinde bolca glukoz, bunun yanı sıra fruktoz da bulunmaktadır. Son iki madde spermatozoidlerin enerji hammaddelerini teşkil eder. Salgının içinde C vitamini, amino asitler ve Vezikülin bulunur. Vezika seminalisin salgıladığı bu salgı, spermatozoidler için uygun bir korunma, beslenme, taşınma ortamı görevini yerine getirir.
Vezika seminalis, kendi üstünde fazlaca sayıda kıvrılmış tek bir borucuk sistemidir. Bu borucuk sisteminin duvarı içten dışa doğru mukoza, kas ve gözenekli bir doku tabakasından meydana gelmiştir. Mukozat ab akasında salgı yapan hücreler de bulunmaktadır. Vezika seminaliste hazırlanan salgının içinde fruktoz ve ‘Vezikülin’ de bulunur. Bu salgı spermium hacminin büyük bir kısmını oluşturur. Vezika seminalis olgun spermiumlarm depolandığı bir alan olmaz.Spermiumlar, Epididimis’de depolanırlar. Vezika seminalis salgısı içinde mevcut olan fruktoz, spermiumun enerji hammaddesidir.
Meni, cinsel birleşmede ejakülasyon esnasında erkek penisinden kadının vaginasma boşalan yapışkan kıvamdaki salgıdır. Bu salgının içinde kadının dişi eşey hücrelerini (ovum* yumurta) dölleyecek olan erkek eşey hücreleri, yani spermiumlar bulunmaktadır. Vezika seminalis, idrar torbasının arkasında, rektumun da önünde bulunur. Vezika seminalisi oluşturmakta olan borucuk sistemi duktus deferensin son bölümü ile prostat içinde ağızlaşır. Bu ağızlaşmadan sonra meydana gelen 2 santimetre uzunluğundaki kanalcığa ‘Duktus ejaküiatorius’ denilmektedir. Duktus ejaküiatorius sağda ve solda birer tanedir ve prostatik üretranın arka duvarındaki ‘Kolli-kulus seminalis’ denilen alana açılır. Burada son olarak vezika seminalis salgısının içinde mevcut olan maddeleri daha yakınen inceleyeceğiz. Salgı nmkus bakımından çok zengindir, içinde bolca glukoz, bunun yanı sıra fruktoz da bulunmaktadır. Son iki madde spermatozoidlerin enerji hammaddelerini teşkil eder. Salgının içinde C vitamini, amino asitler ve Vezikülin bulunur. Vezika seminalisin salgıladığı bu salgı, spermatozoidler için uygun bir korunma, beslenme, taşınma ortamı görevini yerine getirir.
Hidrotübasyon
Sponsorlu Bağlantılar:
HİDROTÜBASYON
Fallop borularına bir alet yardımı ile ilaçlı su verilmesine hidrotübasyon denilir.
Hidrotübasyon, fallop borularında var olan tıkanıklıkların açılabilişi amacı ile kullanılan modern tedavi yöntemlerindendir. Rahim ve fallop borularının filminin (histerosalpingografi) çekiminde olduğu şekilde rahim ağzına adapte edilen (yerleştirilen) bir alet yardımıyla, uygun basınçta ilaçlı su verilerek, fallop borularındaki var olan tıkanıklıklar açılmaya çalışılır. Fallop borularına verilen bu ilaçlı su, birçok ilaçlardan oluşmuş bir karışımdır. Bu, antibiyotik, kortizon, ağrı gideren ve yapışıklığı eritecek maddelerin karışımından ibarettir. Adet devrinin ilk yarısında yani prolifera* syon süreci boyunca haftada bir veya iki kez uygulanmaktadır. Hidrotübasyon, fallop borularına uygulanacak ameliyatlar dan evvel hazırlık amacı ile da uygulanabildiği gibi, ameliyattan sonra tıkanık olması açılmış fallop borusunun açıklığının devamının elde edilmesi için de uygulanmaktadır. Pelvis bölgesinde iltihabi bir hadise var ise veya üreme organlarında daha önce geçirilmiş operasyon veya iltihabi hastalıkların neticesi yapışıklıklar var ise hidrotübasyon uygulamasının sakıncası bulunur. Hidrotübasyon uygulaması sonucunda, çocuğu olmayan her yüz kadından yaklaşık olarak yirmi kadarı çocuk sahibi olabilmektedir.
İlgili aramalar: hidrotübasyon nedir
Fallop borularına bir alet yardımı ile ilaçlı su verilmesine hidrotübasyon denilir.
Hidrotübasyon, fallop borularında var olan tıkanıklıkların açılabilişi amacı ile kullanılan modern tedavi yöntemlerindendir. Rahim ve fallop borularının filminin (histerosalpingografi) çekiminde olduğu şekilde rahim ağzına adapte edilen (yerleştirilen) bir alet yardımıyla, uygun basınçta ilaçlı su verilerek, fallop borularındaki var olan tıkanıklıklar açılmaya çalışılır. Fallop borularına verilen bu ilaçlı su, birçok ilaçlardan oluşmuş bir karışımdır. Bu, antibiyotik, kortizon, ağrı gideren ve yapışıklığı eritecek maddelerin karışımından ibarettir. Adet devrinin ilk yarısında yani prolifera* syon süreci boyunca haftada bir veya iki kez uygulanmaktadır. Hidrotübasyon, fallop borularına uygulanacak ameliyatlar dan evvel hazırlık amacı ile da uygulanabildiği gibi, ameliyattan sonra tıkanık olması açılmış fallop borusunun açıklığının devamının elde edilmesi için de uygulanmaktadır. Pelvis bölgesinde iltihabi bir hadise var ise veya üreme organlarında daha önce geçirilmiş operasyon veya iltihabi hastalıkların neticesi yapışıklıklar var ise hidrotübasyon uygulamasının sakıncası bulunur. Hidrotübasyon uygulaması sonucunda, çocuğu olmayan her yüz kadından yaklaşık olarak yirmi kadarı çocuk sahibi olabilmektedir.
İlgili aramalar: hidrotübasyon nedir
27 Mart 2015 Cuma
Epizyotomi (Dikişli Doğum)
Sponsorlu Bağlantılar:
EPİZYOTOMİ
Normal vajinal doğum sırasında, perinenin korunması ve meydana gelebilecek istenmeyen perine yırtıklarının önlenmesi amacı ile hekim tarafı ile yapılmakta olan 4* 5 cm’lik perine kesisidir. Tıp dilinde epizyotomi ismini alan bu perine kesisi halk dilinde "dikişli doğum" adı ile bilinir. Doğum sonrası kesilen bu yer yine doktor tarafı ile dikilir. Kesilen bir yerin tamiri ve iyileşmesi, meydana gelebilecek bir yırtığa oranla daha sağlıklı ve basit olduğu için genel olarak ilk doğumlar esnasında epizyotomi yeğlenirjlk doğumda perine direncini oldukça kaybetmiş olduğundan, daha sonrasındaki doğumlarda genel olarak epizyotomi gerekmez. Hiç doğum yapmamış kadınlarda, doğum yapmış bulunanlara göre daha fazla görülmekte olan, anüsün de yırtılabilmedi gibi kötü hadiselere yol açabilen perine yırtıkları epizyotomi yapılmasıyla önlenmiş olmaktadır.
Normal vajinal doğum sırasında, perinenin korunması ve meydana gelebilecek istenmeyen perine yırtıklarının önlenmesi amacı ile hekim tarafı ile yapılmakta olan 4* 5 cm’lik perine kesisidir. Tıp dilinde epizyotomi ismini alan bu perine kesisi halk dilinde "dikişli doğum" adı ile bilinir. Doğum sonrası kesilen bu yer yine doktor tarafı ile dikilir. Kesilen bir yerin tamiri ve iyileşmesi, meydana gelebilecek bir yırtığa oranla daha sağlıklı ve basit olduğu için genel olarak ilk doğumlar esnasında epizyotomi yeğlenirjlk doğumda perine direncini oldukça kaybetmiş olduğundan, daha sonrasındaki doğumlarda genel olarak epizyotomi gerekmez. Hiç doğum yapmamış kadınlarda, doğum yapmış bulunanlara göre daha fazla görülmekte olan, anüsün de yırtılabilmedi gibi kötü hadiselere yol açabilen perine yırtıkları epizyotomi yapılmasıyla önlenmiş olmaktadır.
Forseps
Sponsorlu Bağlantılar:
FORSEPS NEDİR?
Doğum esnasında bebeğin dışarı çekilişi için kullanılan birtakım özel aygıtlara "Forseps" denilmektedir. Bu aygıtların kullanılmasıyla, gerekli görülmekte olan birtakım hallerde doğum hadiseyi hızlandırılın akta ve kolaylaştırılmaktadır. Lakin forsepslerin kullanılmasını gerektirmiş olan durumlar:
A) Çocuk ile ilgili gereklilikler
1) Çocuk kalp atışlarında bozuklukların saptanması
2) Göbek kordonunun sarkması
3) Plasentanın erkenden ayrılması
B) Anne ile ilgili gereklilikler
1) Rahim gücünün herhangi bir nedenden dolayı çocuğu daha fazla itememesi
2) Ani akciğer ödeminin gelişmesi
3) Kalp hastalıkları
4) Doğum esnasında enfeksiyonun bulunması
Doğum esnasında bebeğin dışarı çekilişi için kullanılan birtakım özel aygıtlara "Forseps" denilmektedir. Bu aygıtların kullanılmasıyla, gerekli görülmekte olan birtakım hallerde doğum hadiseyi hızlandırılın akta ve kolaylaştırılmaktadır. Lakin forsepslerin kullanılmasını gerektirmiş olan durumlar:
A) Çocuk ile ilgili gereklilikler
1) Çocuk kalp atışlarında bozuklukların saptanması
2) Göbek kordonunun sarkması
3) Plasentanın erkenden ayrılması
B) Anne ile ilgili gereklilikler
1) Rahim gücünün herhangi bir nedenden dolayı çocuğu daha fazla itememesi
2) Ani akciğer ödeminin gelişmesi
3) Kalp hastalıkları
4) Doğum esnasında enfeksiyonun bulunması
Vakum İle Doğum
Sponsorlu Bağlantılar:
VAKUM İLE DOĞUM
Bebeğin başına uygulanmakta olan metal bir tablanın vantuz gibi etki edip bebeğin doğumuna yardım edilmesidir. Adından anlaşılabileceği gibi "vakum ile doğum" negatif basınç temeline dayanmaktadır. Çan olarak isimlendirilen değişik boyutlardaki metal aygıtlar bebeğin başına yerleştirilir, çanın ucunda iç içe hortum ve zincir bulunur. Bu hortumun başka ucu negatif basınç sağlayan, yani vakum oluşturmakta olan bir makineye bağlanır ve makine çalıştırılarak bariz bir müddet beklenir, tam vakum oluştuğunda da zincir yardımı ile bebek annenin rahim kasılışları ile aynı anda yavaşça çekilir. Doğum sonrası bebeğin başında çanın biçimini almış biçimde bir şişlik kalır, bu tümüyle bebeğin kafatasının haricinde olup, kafa içiyle, beyinle ilgili olmaz. Yaklaşık 10 gün içerisinde kendi kendine yavaşça kaybolmaktadır. Vakum ile doğum forseps uygulamasını gerektirmiş olan hallerde gerçekleştirilir. Fakat vakum ile doğum tümüyle forsepsin yerini dolduramaz, bazı zamanlar ona yardımcı olarak, bazı zamanlar de tümüyle onun yerine kullanılabilir.
Bebeğin başına uygulanmakta olan metal bir tablanın vantuz gibi etki edip bebeğin doğumuna yardım edilmesidir. Adından anlaşılabileceği gibi "vakum ile doğum" negatif basınç temeline dayanmaktadır. Çan olarak isimlendirilen değişik boyutlardaki metal aygıtlar bebeğin başına yerleştirilir, çanın ucunda iç içe hortum ve zincir bulunur. Bu hortumun başka ucu negatif basınç sağlayan, yani vakum oluşturmakta olan bir makineye bağlanır ve makine çalıştırılarak bariz bir müddet beklenir, tam vakum oluştuğunda da zincir yardımı ile bebek annenin rahim kasılışları ile aynı anda yavaşça çekilir. Doğum sonrası bebeğin başında çanın biçimini almış biçimde bir şişlik kalır, bu tümüyle bebeğin kafatasının haricinde olup, kafa içiyle, beyinle ilgili olmaz. Yaklaşık 10 gün içerisinde kendi kendine yavaşça kaybolmaktadır. Vakum ile doğum forseps uygulamasını gerektirmiş olan hallerde gerçekleştirilir. Fakat vakum ile doğum tümüyle forsepsin yerini dolduramaz, bazı zamanlar ona yardımcı olarak, bazı zamanlar de tümüyle onun yerine kullanılabilir.
26 Mart 2015 Perşembe
Preeklampsi Neden Olur?
Sponsorlu Bağlantılar:
PREEKLAMPSİ
Gebeliğin 20. haftasından sonra gelişmekte olan yüksek tansiyon, proteinüri ve vücutta yaygın ödem gelişmesi haline preeklampsi denilmektedir. Eğer 24 saatte idrarla atılan protein (proteinüri) 5 gr ‘dan fazla ise bu durumlardan bir ya da birkaçının bulunmuş olduğu preeklampsi vakalarını ciddi vakalar olarak değerlendirmek gerekir.
Gerek preeklampsi gerekse de eklampside temel bozukluğun damarların aşırı daralması olduğu gösterilmiştir. Damarların vücutta üretilen damar büzücü maddelere aşırı bir duyarlık gösterdikleri ortaya konmuştur. Lakin bu aşırı duyarlığın necleni henüz bilinmiyor. Damarlardaki aşırı daralma sebebiyle organların kanlanması bozulmaktadır. Bu ise o organlarda kanamalara, Ölü dokuların gelişmesine ve türlü fonksiyon bozukluklarının oluşmasına yol açarak, gerek preeklampsi ve gerekse de eklampsinin hastalık belirti ve bulgularının ortaya çıkışına neden olur.
Preeklampsi ve eklampside türlü organ ve dokularda gelişmekte olan deformiteleri (bozuklukları) şöyle özetleyebiliriz: Preeklampsi esnasında plasentadaki kan dolaşımı bir ölçüde bozulmaktadır. Bu da çocuk için bir sorun yaratabilir. Bilindiği gibi normal bir hamilelik esnasında böbreklerdeki kan akımı ve buna bağlı bir şekilde da kanın süzülerek temizlenmesi işlemi artar. Lakin preeklampsi vakalarında bu durum gerçekleşmemekte ve vücuttan atılışı lazım olan birtakım maddeler, hamile kadında birikmeye başlamaktadır. Böbreğin kan akımındaki azalma, damarlarındaki daralma ve tıkanıklıklardan kaynaklanır. Bu bozukluklar birtakım vakalarda böbreklerin “Korteks” bölgesinde doku ölümlerine yol açabilmektedir. “Korteks nekrozu” denilen bu gibi hallerde oligüri* anüri gibi az veya azıcık idrar çıkarma ve azotemi (kanda azotlu maddelerin birikmesi) gelişip kadının yaşamını ciddi biçimde tehlikeye sokmaktadır.
Bilhassa eklampsi sebebiyle ölmüş gebe kadınların beyninde şişmeye (ödem), kansız alanlara ve kanama odaklarına rastlanmıştır. Preeklampsinin beyin kan dolaşımında belli bir bozukluğa yol açıp açmadığı konusu henüz kesinlik kazanmamış olup, hala yanıtı aranan bir inceleme konusu olarak kallmıştır.
Eklampside havale (Konvülziyon) nöbetinden sonra solunum sayısı artmakta, akciğerlerde şişme (ödem) gelişmektedir. Bazı vakalarda kalp yetmezliği de gelişmektedir. Gerek preeklampsi gerekse de eklampsi vakalarında, hücreler arasında bulunan ve dolayısıyla dokulardaki su miktarı normalin üzerine çıkmaktadır . Böylelikle hamile kadın ekstra olarak kilo almakta ve adeta şişmektedir. Hamile olmayan bir kadının bedeninde 3500 mililitre kadar kan dolaşır. Gebeliğin son dönemlerde ise kadında 5000 ml kan bulunmaktadır. Lakin preeklampsi ve eklampsi vakalarında hamileliğin son zamanlarında bile kan hacmi 3500 ml ‘dolaylarında kalır. Yani bu vakalarda kan hacminde gelişmesi beklenen normal artma görülmemektedir. Söz konusu olan bu kadınların kanında pıhtılaşma bozuklukları da görüldüğü gibi, alyuvarların (Eritrosit) daha fazla parçalandıkları da gösterilmiştir. Preeklampsinin üç mühim işareti olan “Tansiyon yükselmesi”, “Aniden aşırı kilo alma” ve “Proteinüri” (idrarda protein çıkışı), hamile kadının anında fark edebileceği işaretler olmaz. Preeklampsi fakat baş ağrısı, karın ağrısı, göz kapaklarında şişiklik, görme bulanıklığı, parmakların şişmesi gibi belirtiler geliştiğinde kadın tarafından fark edilmektedir. Bu ise hastalığın oldukça ilerlemiş bir sürecine rastlar. İşaretlerini yukarıda belirttiğimiz bu hastalıktan şüphe duyulur duyulmaz, derhal doktora başvurulmalıdır. Bu yapılmadığında gerek çocuğun ve gerekse de annenin yaşamı tehlikeye girer. Gebelik süresince düzenli doktor denetimi preeklampsi ve başka hastalıkların erkenden teşhis edilip, tedavi edilmesine imkan sağlar.
İlgili aramalar: preeklampsi nedir, preeklampsi neden olur, gebelik zehirlenmesi nedir, preklamsi nedir, preklampsi ne demektir
Gebeliğin 20. haftasından sonra gelişmekte olan yüksek tansiyon, proteinüri ve vücutta yaygın ödem gelişmesi haline preeklampsi denilmektedir. Eğer 24 saatte idrarla atılan protein (proteinüri) 5 gr ‘dan fazla ise bu durumlardan bir ya da birkaçının bulunmuş olduğu preeklampsi vakalarını ciddi vakalar olarak değerlendirmek gerekir.
Gerek preeklampsi gerekse de eklampside temel bozukluğun damarların aşırı daralması olduğu gösterilmiştir. Damarların vücutta üretilen damar büzücü maddelere aşırı bir duyarlık gösterdikleri ortaya konmuştur. Lakin bu aşırı duyarlığın necleni henüz bilinmiyor. Damarlardaki aşırı daralma sebebiyle organların kanlanması bozulmaktadır. Bu ise o organlarda kanamalara, Ölü dokuların gelişmesine ve türlü fonksiyon bozukluklarının oluşmasına yol açarak, gerek preeklampsi ve gerekse de eklampsinin hastalık belirti ve bulgularının ortaya çıkışına neden olur.
Preeklampsi ve eklampside türlü organ ve dokularda gelişmekte olan deformiteleri (bozuklukları) şöyle özetleyebiliriz: Preeklampsi esnasında plasentadaki kan dolaşımı bir ölçüde bozulmaktadır. Bu da çocuk için bir sorun yaratabilir. Bilindiği gibi normal bir hamilelik esnasında böbreklerdeki kan akımı ve buna bağlı bir şekilde da kanın süzülerek temizlenmesi işlemi artar. Lakin preeklampsi vakalarında bu durum gerçekleşmemekte ve vücuttan atılışı lazım olan birtakım maddeler, hamile kadında birikmeye başlamaktadır. Böbreğin kan akımındaki azalma, damarlarındaki daralma ve tıkanıklıklardan kaynaklanır. Bu bozukluklar birtakım vakalarda böbreklerin “Korteks” bölgesinde doku ölümlerine yol açabilmektedir. “Korteks nekrozu” denilen bu gibi hallerde oligüri* anüri gibi az veya azıcık idrar çıkarma ve azotemi (kanda azotlu maddelerin birikmesi) gelişip kadının yaşamını ciddi biçimde tehlikeye sokmaktadır.
Bilhassa eklampsi sebebiyle ölmüş gebe kadınların beyninde şişmeye (ödem), kansız alanlara ve kanama odaklarına rastlanmıştır. Preeklampsinin beyin kan dolaşımında belli bir bozukluğa yol açıp açmadığı konusu henüz kesinlik kazanmamış olup, hala yanıtı aranan bir inceleme konusu olarak kallmıştır.
Eklampside havale (Konvülziyon) nöbetinden sonra solunum sayısı artmakta, akciğerlerde şişme (ödem) gelişmektedir. Bazı vakalarda kalp yetmezliği de gelişmektedir. Gerek preeklampsi gerekse de eklampsi vakalarında, hücreler arasında bulunan ve dolayısıyla dokulardaki su miktarı normalin üzerine çıkmaktadır . Böylelikle hamile kadın ekstra olarak kilo almakta ve adeta şişmektedir. Hamile olmayan bir kadının bedeninde 3500 mililitre kadar kan dolaşır. Gebeliğin son dönemlerde ise kadında 5000 ml kan bulunmaktadır. Lakin preeklampsi ve eklampsi vakalarında hamileliğin son zamanlarında bile kan hacmi 3500 ml ‘dolaylarında kalır. Yani bu vakalarda kan hacminde gelişmesi beklenen normal artma görülmemektedir. Söz konusu olan bu kadınların kanında pıhtılaşma bozuklukları da görüldüğü gibi, alyuvarların (Eritrosit) daha fazla parçalandıkları da gösterilmiştir. Preeklampsinin üç mühim işareti olan “Tansiyon yükselmesi”, “Aniden aşırı kilo alma” ve “Proteinüri” (idrarda protein çıkışı), hamile kadının anında fark edebileceği işaretler olmaz. Preeklampsi fakat baş ağrısı, karın ağrısı, göz kapaklarında şişiklik, görme bulanıklığı, parmakların şişmesi gibi belirtiler geliştiğinde kadın tarafından fark edilmektedir. Bu ise hastalığın oldukça ilerlemiş bir sürecine rastlar. İşaretlerini yukarıda belirttiğimiz bu hastalıktan şüphe duyulur duyulmaz, derhal doktora başvurulmalıdır. Bu yapılmadığında gerek çocuğun ve gerekse de annenin yaşamı tehlikeye girer. Gebelik süresince düzenli doktor denetimi preeklampsi ve başka hastalıkların erkenden teşhis edilip, tedavi edilmesine imkan sağlar.
İlgili aramalar: preeklampsi nedir, preeklampsi neden olur, gebelik zehirlenmesi nedir, preklamsi nedir, preklampsi ne demektir
LH (Luteinizan Hormon) Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar:
LUTEİNİZAN HORMON (LH)
Adenohipofizin bazofil hücrelerinden salgılanmakta olan bir başka hormon olan "Luteinizan hormon" başka ismiyle Interticial Cell* Stimulating Hormone (ICHS) yumurtası atılmış olan olgun folikül kalıntısının "Korpus luteum" adlı özel yapıya dönüşmesine imkan vermektedir.
Bilindiği gibi korpus luteumdan da "Progesteron" adlı hormon salgılanır. LH, ovülasyondan (Yumurtlama) 1 ila 2 gün önce en yüksek kan düzeyine ulaşır ve ovülasyondan. hemen sonra salgılanmakta olan miktarı azalır, LH’ın adenohipofizden salgılanması, hipotalamustan salgılanmakta olan "Luteinizan Hormon Serbestleştirici Faktör" (LH-RF) adlı hormonun etkisiyle olur.
İlgili aramalar: lh nedir, lh hormonu ne işe yarar, luteinizan hormonunun görevleri nelerdir
Adenohipofizin bazofil hücrelerinden salgılanmakta olan bir başka hormon olan "Luteinizan hormon" başka ismiyle Interticial Cell* Stimulating Hormone (ICHS) yumurtası atılmış olan olgun folikül kalıntısının "Korpus luteum" adlı özel yapıya dönüşmesine imkan vermektedir.
Bilindiği gibi korpus luteumdan da "Progesteron" adlı hormon salgılanır. LH, ovülasyondan (Yumurtlama) 1 ila 2 gün önce en yüksek kan düzeyine ulaşır ve ovülasyondan. hemen sonra salgılanmakta olan miktarı azalır, LH’ın adenohipofizden salgılanması, hipotalamustan salgılanmakta olan "Luteinizan Hormon Serbestleştirici Faktör" (LH-RF) adlı hormonun etkisiyle olur.
İlgili aramalar: lh nedir, lh hormonu ne işe yarar, luteinizan hormonunun görevleri nelerdir
Prolaktin
Sponsorlu Bağlantılar:
Prolaktin Nedir?
Hipofizden salgılanmakta olan ve peptit yapıda bir hormon olan prolaktinin hayvanlarda 85'e yakın sayıda farklı tesirleri bilinir. İnsanda bilinen fiziksel fonksiyonu süt oluşmasıyla alakalıdır. Erkekteki fiziksel rolü henüz netliğe kavuşmamıştır.
PROLAKTiN (LAKTOTROP HORMON – LTH)
Adenohipöfizin, asidofil hücrelerinden salgılanmakta olan "Prolaktin" (Laktotrop Hormon* LTH), süt salgılanmasına neden olan hormondur. Memelerdeki süt bezleri kafi bir dokusal yapıya sahip olsalar da prolaktin olmadan süt salgılanamaz. Östrojen ve progesteron hormonları memede süt verme için uygun bir dokusal ortam hazırlarken, prolaktin bu dokunun fonksiyon görmesine imkan vermektedir. Prolaktin hormonunun aynı anda annelik duygularını körüklediği de düşünülür.
Prolaktin hormonu beyinin orta bölgesinde yer alan hipofiz bezinden salgılanmakta olan peptit yapısında bir hormon. Kısaca PRL biçiminde yazılır. Hipofiz bezi pituiter bez diye de isimlendirilir. Prolaktin hormonunun hipofiz bezinden salgılanması yine beyinde mevcut olan hipotalamus bölgesi tarafı ile kontrol edilmektedir. Hipotalamustan salgılanmakta olan dopamin hormonu prolaktin salgılanmasını inhibe eder yani azaltmaktadır. Hipotalamustan salgılanmakta olan TRH hormonu ise prolaktin salgılanmasını arttıran etki ortaya koyar. (TRH: thyrotropin -releasing hormone)
Prolaktin (PRL) hormonunun normal değerleri nedir?
Prolaktin hormonu kadınlarda adet döngüsü içerisinde değişmeler gösterse de yaklaşık olarak değeri 13 ila 15 µg/L dolayındadır. Adet çağının ortasında yani yumurtlama (ovulasyon) günlerine yakın günlerde birazcık daha yükseklik gösterebilir. Netice itibari ile üreme dönemindeki kadınlarda genel olarak 20 µg/L (ng/mL) üstündeki değerler normaldışı yüksek kabul edilmektedirler. Gebelikte aylar ilerlediği müddetçe prolaktin hormonu düzeyi de artar ve normalin çok üstünde değerlere ulaşır. Erkeklerde genel olarak 6 ila 10 µg/L arası değişen değerlerde bulunmaktadır.
Prolaktin (PRL) hormonu tesirleri nelerdir?
Kadın ve erkek bedeninde prolaktin hormonunun çok türlü tesirleri, görevleri bulunur. Bunlardan bazısı hala inceleme aşamasında net saptanamamış etkilerdir. En net ve iyi bilinen tesirleri şunlardır:
* Kadında memelerde süt üretiminin sağlanması.
* Cinsel arzu ve istek ile alakalı görevleri bulunur.
* Erkeklerde sperm üretim evrelerinde tesirleri vardır.
Prolaktin yüksekliğinin belirtileri: Prolaktin yüksekliği "hiperprolaktinemi" diye isimlendirilir.
* Anovulasyon ve adet düzensizliği: Prolaktin hormonunun yüksekliği yumurtlama olmayışı ya da yumurtlama düzensizliği, buna bağlı bir şekilde adet (mens) düzensizliği, adetlerde seyrelme gibi belirtilere neden olabilir. Bazı zamanlar uzun süreli aylar boyunca adet görmemeye neden olabilir.
* Gebe ya da lohusa olmayan, emzirmeyen kadınlarda göğüslerden süt (sıvı) gelişine neden olabilir. Buna galaktore ismi verilir. Göğüslerde hassaslık ve ağrı ortaya çıkabilir.
* Prolaktin yüksekliği kadınlarda cinsel isteksizliğe neden olabilir.
* Sıcak basması (Menopozdakine benzer şikayetler)
* Vajinada kuruluk ve buna bağlı ilişkide ağrı duyulması
* Östrojen ve testosteron hormonlarında düşüklüğe neden olduğundan kemik erimesine (osteoporoz) neden olabilir.
* Erkeklerde prolaktin hormon yüksekliği göğüsşerde büyüme (jinekomasti), cinsel isteksizlik, sertleşememe gibi belirtilere neden olabilir.
* Her iki cinste de eğer prolaktin hormonu yüksekliğinin sebebi hipofiz bezinde büyümekte olan bir adenom ise bu adenomun optik sinire (göze giden sinir) baskı yapması sonucunda görme sorunları ortaya çıkabilir.
İlgili aramalar: prolaktin nedir, prl nedir, prolaktin hormonunun görevi nedir, lth nedir, lth açılımı nedir
Hipofizden salgılanmakta olan ve peptit yapıda bir hormon olan prolaktinin hayvanlarda 85'e yakın sayıda farklı tesirleri bilinir. İnsanda bilinen fiziksel fonksiyonu süt oluşmasıyla alakalıdır. Erkekteki fiziksel rolü henüz netliğe kavuşmamıştır.
PROLAKTiN (LAKTOTROP HORMON – LTH)
Adenohipöfizin, asidofil hücrelerinden salgılanmakta olan "Prolaktin" (Laktotrop Hormon* LTH), süt salgılanmasına neden olan hormondur. Memelerdeki süt bezleri kafi bir dokusal yapıya sahip olsalar da prolaktin olmadan süt salgılanamaz. Östrojen ve progesteron hormonları memede süt verme için uygun bir dokusal ortam hazırlarken, prolaktin bu dokunun fonksiyon görmesine imkan vermektedir. Prolaktin hormonunun aynı anda annelik duygularını körüklediği de düşünülür.
Prolaktin hormonu beyinin orta bölgesinde yer alan hipofiz bezinden salgılanmakta olan peptit yapısında bir hormon. Kısaca PRL biçiminde yazılır. Hipofiz bezi pituiter bez diye de isimlendirilir. Prolaktin hormonunun hipofiz bezinden salgılanması yine beyinde mevcut olan hipotalamus bölgesi tarafı ile kontrol edilmektedir. Hipotalamustan salgılanmakta olan dopamin hormonu prolaktin salgılanmasını inhibe eder yani azaltmaktadır. Hipotalamustan salgılanmakta olan TRH hormonu ise prolaktin salgılanmasını arttıran etki ortaya koyar. (TRH: thyrotropin -releasing hormone)
Prolaktin (PRL) hormonunun normal değerleri nedir?
Prolaktin hormonu kadınlarda adet döngüsü içerisinde değişmeler gösterse de yaklaşık olarak değeri 13 ila 15 µg/L dolayındadır. Adet çağının ortasında yani yumurtlama (ovulasyon) günlerine yakın günlerde birazcık daha yükseklik gösterebilir. Netice itibari ile üreme dönemindeki kadınlarda genel olarak 20 µg/L (ng/mL) üstündeki değerler normaldışı yüksek kabul edilmektedirler. Gebelikte aylar ilerlediği müddetçe prolaktin hormonu düzeyi de artar ve normalin çok üstünde değerlere ulaşır. Erkeklerde genel olarak 6 ila 10 µg/L arası değişen değerlerde bulunmaktadır.
Prolaktin (PRL) hormonu tesirleri nelerdir?
Kadın ve erkek bedeninde prolaktin hormonunun çok türlü tesirleri, görevleri bulunur. Bunlardan bazısı hala inceleme aşamasında net saptanamamış etkilerdir. En net ve iyi bilinen tesirleri şunlardır:
* Kadında memelerde süt üretiminin sağlanması.
* Cinsel arzu ve istek ile alakalı görevleri bulunur.
* Erkeklerde sperm üretim evrelerinde tesirleri vardır.
Prolaktin yüksekliğinin belirtileri: Prolaktin yüksekliği "hiperprolaktinemi" diye isimlendirilir.
* Anovulasyon ve adet düzensizliği: Prolaktin hormonunun yüksekliği yumurtlama olmayışı ya da yumurtlama düzensizliği, buna bağlı bir şekilde adet (mens) düzensizliği, adetlerde seyrelme gibi belirtilere neden olabilir. Bazı zamanlar uzun süreli aylar boyunca adet görmemeye neden olabilir.
* Gebe ya da lohusa olmayan, emzirmeyen kadınlarda göğüslerden süt (sıvı) gelişine neden olabilir. Buna galaktore ismi verilir. Göğüslerde hassaslık ve ağrı ortaya çıkabilir.
* Prolaktin yüksekliği kadınlarda cinsel isteksizliğe neden olabilir.
* Sıcak basması (Menopozdakine benzer şikayetler)
* Vajinada kuruluk ve buna bağlı ilişkide ağrı duyulması
* Östrojen ve testosteron hormonlarında düşüklüğe neden olduğundan kemik erimesine (osteoporoz) neden olabilir.
* Erkeklerde prolaktin hormon yüksekliği göğüsşerde büyüme (jinekomasti), cinsel isteksizlik, sertleşememe gibi belirtilere neden olabilir.
* Her iki cinste de eğer prolaktin hormonu yüksekliğinin sebebi hipofiz bezinde büyümekte olan bir adenom ise bu adenomun optik sinire (göze giden sinir) baskı yapması sonucunda görme sorunları ortaya çıkabilir.
İlgili aramalar: prolaktin nedir, prl nedir, prolaktin hormonunun görevi nedir, lth nedir, lth açılımı nedir
24 Mart 2015 Salı
Bebek Anne Karnında Ne Yapıyor?
Sponsorlu Bağlantılar:
Bebek Anne Karnında Ne Yapıyor?
Bebek rahim içerisinde, bağdaş kurmuş, bacaklarını karnına doğru çekmiş ve kollarını da göğsüne yaklaştırmış bir vaziyette durur. Üçüncü ayın sonlarında organları geliştiği için kollarını ve bacaklarını hareket ettirmeye başlamaktadır. Bebeğin başlangıçta hafif olan bu hareketleri gittikçe artar ve bebeğin beşinci ayı dolayında, yani bebek 5 aylık olduğunda, anne tarafı ile da hissedilmeye başlanır. Üçüncü aydan başlayıp kalbinin çalışması bariz hale gelmektedir. Bazı teknik araçlarla bebeğin kalp atışları bu erken dönemlerde duyulabilir. Anne karnından, kulakla duyulmaya başlaması ise 5 ila 6. aylardan sonra olmaktadır. Bebeğin kalbi dakikada 140 kez atar. Bebekler solunumunu akciğerleri ile yapmadığından, soluk alarak vermezler. Beşinci ay dolayında idrarını yapmaya başlar, bu yapmış olduğu idrar, su kesesinin içini dolduran sıvının mühim bir kısmını teşkil eder. Aynı şekilde 3 ila 4. aylarda yutmaya başlar, fakat dışkı yapmaz. Anne bir sıkıntıda olursa, yani kafi oksijeni alamazsa yeşil renkli bir kaka yapmaktadır. Gebeliğin ilk dönemlerinde, bebeğin başı anne başı ile aynı yöndedir, yani makatı rahim ağzına yakın durmaktadır. Fakat doğuma yakın, gebeliğin son zamanlarında dönerek, bebeğin başı anne başı ile ters yönde, yani rahim ağzına doğru yerleşmiş durumdadır. Bu genel olarak görülmekte olan normal seyir olup, bazı zamanlar farklı haller da gelişmektedir. Doğuma yaklaşan süreçte rahim ağzında bebeğin başı yer alacağına,’ makatı, ayağı veya kolu bulunabilir. Bu durumda, bebeğin rahim ağzında yer alan kısmına göre bebeğin makatı ile gelmesi, yan gelmesi gibi durumlardan bahsedilir. Bu tip durumlarda bebeğin ve annenin doğum sırasında hayati tehlike riski olmasın diye genelde sezaryen ile bebek alınmaktadır.
Bebek rahim içerisinde, bağdaş kurmuş, bacaklarını karnına doğru çekmiş ve kollarını da göğsüne yaklaştırmış bir vaziyette durur. Üçüncü ayın sonlarında organları geliştiği için kollarını ve bacaklarını hareket ettirmeye başlamaktadır. Bebeğin başlangıçta hafif olan bu hareketleri gittikçe artar ve bebeğin beşinci ayı dolayında, yani bebek 5 aylık olduğunda, anne tarafı ile da hissedilmeye başlanır. Üçüncü aydan başlayıp kalbinin çalışması bariz hale gelmektedir. Bazı teknik araçlarla bebeğin kalp atışları bu erken dönemlerde duyulabilir. Anne karnından, kulakla duyulmaya başlaması ise 5 ila 6. aylardan sonra olmaktadır. Bebeğin kalbi dakikada 140 kez atar. Bebekler solunumunu akciğerleri ile yapmadığından, soluk alarak vermezler. Beşinci ay dolayında idrarını yapmaya başlar, bu yapmış olduğu idrar, su kesesinin içini dolduran sıvının mühim bir kısmını teşkil eder. Aynı şekilde 3 ila 4. aylarda yutmaya başlar, fakat dışkı yapmaz. Anne bir sıkıntıda olursa, yani kafi oksijeni alamazsa yeşil renkli bir kaka yapmaktadır. Gebeliğin ilk dönemlerinde, bebeğin başı anne başı ile aynı yöndedir, yani makatı rahim ağzına yakın durmaktadır. Fakat doğuma yakın, gebeliğin son zamanlarında dönerek, bebeğin başı anne başı ile ters yönde, yani rahim ağzına doğru yerleşmiş durumdadır. Bu genel olarak görülmekte olan normal seyir olup, bazı zamanlar farklı haller da gelişmektedir. Doğuma yaklaşan süreçte rahim ağzında bebeğin başı yer alacağına,’ makatı, ayağı veya kolu bulunabilir. Bu durumda, bebeğin rahim ağzında yer alan kısmına göre bebeğin makatı ile gelmesi, yan gelmesi gibi durumlardan bahsedilir. Bu tip durumlarda bebeğin ve annenin doğum sırasında hayati tehlike riski olmasın diye genelde sezaryen ile bebek alınmaktadır.
Hamilemiyim Nasıl Anlarım?
Sponsorlu Bağlantılar:
Hamilemiyim Nasıl Anlarım?
Gebelik şüphesi doğuran belirti ve bulguları iki gruba ayırarak inceleyebiliriz.
A) Hamileliğin olası işaretleri:
1) Adet kanamasının (menstürasyon) görülmemesi [adet gecikmesi, rötarı).
2) Deri renginin koyulaşması ve karın derisindeki hamilelik çizgilerinin belirmesi
3) Vagina mukozasının renginin koyulaşmaya başlaması
4) Memelerdeki değişiklikler
B) Hamileliğin olası belirtileri:
1) İdrar etmede güçlük veya sık idrara çıkma
2) Bulantı ve kusma
3) Halsizlik
4) Çocuk hareketlerinin hissedilmeye başlanması
5) Besinlere karşı değişen istek.
Adet kanamasının en az 10 gün gecikmesi hamilelik ihtimalini akla getirir. Bunu izleyen ikinci ayda da adet kanamasının görülmemesi, bu kuşkuyu güç vermektedir. Lakin adet görememenin türlü sebepleri bulunur. Bunların içinde en fazla karşılaşılan neden hamile kalma korkusuyla veya başka psikolojik etkenlerle ovülasyonun (yumurtlamanın] olmamasıdır. Müzmin hastalıkların seyri veya çevresel farklılıklar de ovülasyonu bir müddet geciktirebilir . Böylelikle adet kanaması da olmaz ve kadın hamilelikten kuşkulanır. Adet görmemenin sebepleri bir evvelki bölümde anlatılmıştır. Deri renginin koyulaşması, karın ön duvarında dik şekilde ve pembe renkli hamilelik çizgilerinin belirmesi hamilelik şüphesi doğuran başka etkenlerdir.
Vagina mukozasının koyu kırmızı ila mor bir renk kazanması vagina dokusunda artan kana bağlıdır. Memelerin büyümesi, kolostrum denilen süti andıran bir sıvının meme uçlarından akması, memelerin sızlaması hamileliği düşündürür. Gebelik sebebiyle rahmin (Uterus) büyüyüşü mesaneye baskı yapmaktadır. Bu da kadının sıklıkla idrara çıkışına yol açar. Bulantı, kusma genel olarak hamileliğin 6 ila 12. haftaları içerisinde görülmektedir. Gebeliğin 20. hafta dolaylarında çocuğun hareketleri anne tarafı ile duyulmaya başlanır. Bu hareketler "Tekmeleme" olarak bilinir. Hamile kadınların basit yoruluyor olmaları da özgün olmayan bir bulgudur. Bu bölümde belirttiğimiz değişiklerden hiçbiri hamileliği kesin olarak teşhis ettirmez.
İlgili aramalar: hamilemiyim nasıl anlarım, hamilelik nasıl anlaşılır, gebe olduğumu nasıl anlayabilirim, hamileliğin işaretleri nelerdir, hamileliğin belirtileri neler
Gebelik şüphesi doğuran belirti ve bulguları iki gruba ayırarak inceleyebiliriz.
A) Hamileliğin olası işaretleri:
1) Adet kanamasının (menstürasyon) görülmemesi [adet gecikmesi, rötarı).
2) Deri renginin koyulaşması ve karın derisindeki hamilelik çizgilerinin belirmesi
3) Vagina mukozasının renginin koyulaşmaya başlaması
4) Memelerdeki değişiklikler
B) Hamileliğin olası belirtileri:
1) İdrar etmede güçlük veya sık idrara çıkma
2) Bulantı ve kusma
3) Halsizlik
4) Çocuk hareketlerinin hissedilmeye başlanması
5) Besinlere karşı değişen istek.
Adet kanamasının en az 10 gün gecikmesi hamilelik ihtimalini akla getirir. Bunu izleyen ikinci ayda da adet kanamasının görülmemesi, bu kuşkuyu güç vermektedir. Lakin adet görememenin türlü sebepleri bulunur. Bunların içinde en fazla karşılaşılan neden hamile kalma korkusuyla veya başka psikolojik etkenlerle ovülasyonun (yumurtlamanın] olmamasıdır. Müzmin hastalıkların seyri veya çevresel farklılıklar de ovülasyonu bir müddet geciktirebilir . Böylelikle adet kanaması da olmaz ve kadın hamilelikten kuşkulanır. Adet görmemenin sebepleri bir evvelki bölümde anlatılmıştır. Deri renginin koyulaşması, karın ön duvarında dik şekilde ve pembe renkli hamilelik çizgilerinin belirmesi hamilelik şüphesi doğuran başka etkenlerdir.
Vagina mukozasının koyu kırmızı ila mor bir renk kazanması vagina dokusunda artan kana bağlıdır. Memelerin büyümesi, kolostrum denilen süti andıran bir sıvının meme uçlarından akması, memelerin sızlaması hamileliği düşündürür. Gebelik sebebiyle rahmin (Uterus) büyüyüşü mesaneye baskı yapmaktadır. Bu da kadının sıklıkla idrara çıkışına yol açar. Bulantı, kusma genel olarak hamileliğin 6 ila 12. haftaları içerisinde görülmektedir. Gebeliğin 20. hafta dolaylarında çocuğun hareketleri anne tarafı ile duyulmaya başlanır. Bu hareketler "Tekmeleme" olarak bilinir. Hamile kadınların basit yoruluyor olmaları da özgün olmayan bir bulgudur. Bu bölümde belirttiğimiz değişiklerden hiçbiri hamileliği kesin olarak teşhis ettirmez.
İlgili aramalar: hamilemiyim nasıl anlarım, hamilelik nasıl anlaşılır, gebe olduğumu nasıl anlayabilirim, hamileliğin işaretleri nelerdir, hamileliğin belirtileri neler
Hamileliğin Kesin Belirtileri
Sponsorlu Bağlantılar:
HAMİLELİĞİN KESİN BELİRTİLERİ
Hamileliği kesin olarak teşhis ettiren 4 bulgu bulunur. Bunlar:
1) Çocuk kalp seslerinin (ÇKS) duyulması
2) Sonografik yöntemle çocuğun saptanması
3) Çocuğun aktif hareketlerinin doktor tarafından tespit edilmesi
4) Röntgen incelemesiyle çocuğun görülüşü "Doppler aygıtı" adı verilen bir aygıtın yardımı ile çocuk kalp sesleri hamileliğin 12 ila 14. haftalarından başlayıp işitilir. Çocuğun kalbi dakikada ortalama olarak 140 (120 ila 160) kez atar. Yeni geliştirilen bir aygıtla çocuk kalp sesleri hamileliğin henüz 48. gününde bile saptanabilmektedir. Fetoskop denilen bir başka aygıtla hamileliğin beşinci ayından başlayıp çocuk kalp sesleri işitilebilmektedir. Ultrasonografik incelemelerle hamilelik daha 5. haftasında anlaşılabilir. Karın bölgesine gönderilen özel ses dalgalarının yansımaları, özel bir aygıt vasıtasıyla algılanıp resimlere dönüştürülmektedir. Bu resimlerde cenini (emriyon) veya dölütü (fetus), plasentayı ve hamilelikle ilgili başka yapıları görmek muhtemeldir. "Ekosonograf", "ultrason" denilen bu aygıtlarla yapılmakta olan araştırmalar çocuğa hiç bir zarar vermez. Sonografik teknikle çocuktaki birtakım anormallikler bile saptanabilmektedir.
Gebeliğin 20. haftasından sonra dölüt aktif olarak hareket etmeye başlamaktadır. Bu hareketleri, muayeneyi yapan doktor algılayabilir. Röntgen incelemeleriyle de rahim içerisindeki çocuk görülebilmektedir. Çocuk, hamileliğin fakat 16. haftasından sonra röntgen ile görülebilmektedir. Lakin bu incelemelerin 12. hafta dan evvel katiyyen uygulanmaması gerekir. Daha sonrasındaki dönemlerde ise röntgen incelemeleri, en son başvurulacak metod olmalıdır. Zira röntgen ışınları çocuğa zarar verir, anormalliklere sebep olabilir.
İlgili aramalar: hamileliğin kesin belirtileri, gebeliğin kesin işaretleri, kesin hamilelik bulguları
Hamileliği kesin olarak teşhis ettiren 4 bulgu bulunur. Bunlar:
1) Çocuk kalp seslerinin (ÇKS) duyulması
2) Sonografik yöntemle çocuğun saptanması
3) Çocuğun aktif hareketlerinin doktor tarafından tespit edilmesi
4) Röntgen incelemesiyle çocuğun görülüşü "Doppler aygıtı" adı verilen bir aygıtın yardımı ile çocuk kalp sesleri hamileliğin 12 ila 14. haftalarından başlayıp işitilir. Çocuğun kalbi dakikada ortalama olarak 140 (120 ila 160) kez atar. Yeni geliştirilen bir aygıtla çocuk kalp sesleri hamileliğin henüz 48. gününde bile saptanabilmektedir. Fetoskop denilen bir başka aygıtla hamileliğin beşinci ayından başlayıp çocuk kalp sesleri işitilebilmektedir. Ultrasonografik incelemelerle hamilelik daha 5. haftasında anlaşılabilir. Karın bölgesine gönderilen özel ses dalgalarının yansımaları, özel bir aygıt vasıtasıyla algılanıp resimlere dönüştürülmektedir. Bu resimlerde cenini (emriyon) veya dölütü (fetus), plasentayı ve hamilelikle ilgili başka yapıları görmek muhtemeldir. "Ekosonograf", "ultrason" denilen bu aygıtlarla yapılmakta olan araştırmalar çocuğa hiç bir zarar vermez. Sonografik teknikle çocuktaki birtakım anormallikler bile saptanabilmektedir.
Gebeliğin 20. haftasından sonra dölüt aktif olarak hareket etmeye başlamaktadır. Bu hareketleri, muayeneyi yapan doktor algılayabilir. Röntgen incelemeleriyle de rahim içerisindeki çocuk görülebilmektedir. Çocuk, hamileliğin fakat 16. haftasından sonra röntgen ile görülebilmektedir. Lakin bu incelemelerin 12. hafta dan evvel katiyyen uygulanmaması gerekir. Daha sonrasındaki dönemlerde ise röntgen incelemeleri, en son başvurulacak metod olmalıdır. Zira röntgen ışınları çocuğa zarar verir, anormalliklere sebep olabilir.
İlgili aramalar: hamileliğin kesin belirtileri, gebeliğin kesin işaretleri, kesin hamilelik bulguları
Etiketler:
gebelik,
gebelik bulguları,
hamilelik,
hamilelik belirtileri
23 Mart 2015 Pazartesi
Göbek Kordonu Ne İşe Yarar?
Sponsorlu Bağlantılar:
Göbek Kordonu Ne İşe Yarar?
Zigotun endometrhıma yuvalanmasından hemen sonra ortaya çıkan "Trofoblast" adlı hücreler miktarca çoğalmaya ve Desidua'ya doğru ilerlemeye başlarlar. Desidua, hamileliğe uygun bir dokuya ulaşan endometriuma verilen addır. Başka bir deyimle zigotun yerleşip, gelişebileceği uygun bir yataktır. Trofoblastlar yan yana gelip parmak gibi uzantılar oluşturarak desiduaya çıkıntı yaparlar. Bu uzantılara Plasenta villusları denilir. Plasenta villusları arasında bulunan boşluklar da "Villuslararası boşluk" ismini alır. Bu boşluklar anne kanıyla doludur. Plasenta villuslarında ise fazlaca sayıda kan damarı bulunmaktadır. Bu kan damarı göbek kordonu vasıtasıyla cenine ulaşır . Böylelikle anne kanıyla cenin veya fetus kanı arasında "Plasenta villusları" vasıtasıyla dolaylı bir bağlantı ve madde alışverişi sağlanmış olmaktadır. Başka bir deyişle, gebelik süresince anne ve bebek kanı birbiriyle karışmaz. Plasenta öncelikli iki bölümden meydana gelir:
1) Anne bölümü
2) Çocuk bölümü
Anne bölümü farklılaşmış desiduadan yapılmıştır. Çocuk bölümü ise trofoblast ve mezenkim hücrelerinden yapılmıştır. Mezenkim hücreleri, korion zarını oluştururlar. Bu zarın plasenta kısmına ise "Korion plağı" denilir. Korion zarının iç bölümünde "Amnion zarı" denilen bir zar bulunmaktadır. Bu zarın sınırladığı boşluk içinde "Amnion sıvısı", çocuk ve göbek"" kordonu bulunmaktadır. Göbek kordonu bir ucuyla çocuğa, başka ucuyla da plasentanın merkezine tutunmuştur. Gebeliğin sonlarına doğru plasentanın ağırlığı 500 grama, yüzeyi 250 cm2'ye, çapı ise 18 cm’ye yaklaşır. Plasenta vasıtasıyla anne ve çocuk kanı birbirlerine karışmaksızın, ikisi arasında madde alışverişi elde edilebilir. Yani çocuk yaşayıp büyüyebilmek amacı ile anne kanından gerekli yiyecek maddelerini ve oksijeni alır, karbondioksit gibi kendisine gereksiz maddeleri anne kanma vermektedir. Anne solunum yolu ile bunu dışarı atar. Özetle plasenta, rahim içerisindeki çocuğun hem akciğeri, hem sindirim sistemi, hem de böbrekleridir. Göbek kordonu 1* 2.5 santim çapında ve 30* 100 santim boyundadır. İçinden iki atardamar ve bir toplardamar geçer. Atardamarlar kanı temizlenmek üzere plasentaya taşımaktadır. "Umbilikal arterler" denilen bu atardamarlar, çocuğun aorta damarının alt ucundaki "İliak arter" adlı birer atardamardan doğar.
Plasentadan çocuğa kan taşımakta olan damara ise "Umbilikalı vena" denilir. Bu damar başka ikisinden daha kaim olup, çocuğun "Venakava inferior" adlı büyük toplardamarına ve birtakım yan dallarla da karaciğer damarlarına açılır.
Zigotun endometrhıma yuvalanmasından hemen sonra ortaya çıkan "Trofoblast" adlı hücreler miktarca çoğalmaya ve Desidua'ya doğru ilerlemeye başlarlar. Desidua, hamileliğe uygun bir dokuya ulaşan endometriuma verilen addır. Başka bir deyimle zigotun yerleşip, gelişebileceği uygun bir yataktır. Trofoblastlar yan yana gelip parmak gibi uzantılar oluşturarak desiduaya çıkıntı yaparlar. Bu uzantılara Plasenta villusları denilir. Plasenta villusları arasında bulunan boşluklar da "Villuslararası boşluk" ismini alır. Bu boşluklar anne kanıyla doludur. Plasenta villuslarında ise fazlaca sayıda kan damarı bulunmaktadır. Bu kan damarı göbek kordonu vasıtasıyla cenine ulaşır . Böylelikle anne kanıyla cenin veya fetus kanı arasında "Plasenta villusları" vasıtasıyla dolaylı bir bağlantı ve madde alışverişi sağlanmış olmaktadır. Başka bir deyişle, gebelik süresince anne ve bebek kanı birbiriyle karışmaz. Plasenta öncelikli iki bölümden meydana gelir:
1) Anne bölümü
2) Çocuk bölümü
Anne bölümü farklılaşmış desiduadan yapılmıştır. Çocuk bölümü ise trofoblast ve mezenkim hücrelerinden yapılmıştır. Mezenkim hücreleri, korion zarını oluştururlar. Bu zarın plasenta kısmına ise "Korion plağı" denilir. Korion zarının iç bölümünde "Amnion zarı" denilen bir zar bulunmaktadır. Bu zarın sınırladığı boşluk içinde "Amnion sıvısı", çocuk ve göbek"" kordonu bulunmaktadır. Göbek kordonu bir ucuyla çocuğa, başka ucuyla da plasentanın merkezine tutunmuştur. Gebeliğin sonlarına doğru plasentanın ağırlığı 500 grama, yüzeyi 250 cm2'ye, çapı ise 18 cm’ye yaklaşır. Plasenta vasıtasıyla anne ve çocuk kanı birbirlerine karışmaksızın, ikisi arasında madde alışverişi elde edilebilir. Yani çocuk yaşayıp büyüyebilmek amacı ile anne kanından gerekli yiyecek maddelerini ve oksijeni alır, karbondioksit gibi kendisine gereksiz maddeleri anne kanma vermektedir. Anne solunum yolu ile bunu dışarı atar. Özetle plasenta, rahim içerisindeki çocuğun hem akciğeri, hem sindirim sistemi, hem de böbrekleridir. Göbek kordonu 1* 2.5 santim çapında ve 30* 100 santim boyundadır. İçinden iki atardamar ve bir toplardamar geçer. Atardamarlar kanı temizlenmek üzere plasentaya taşımaktadır. "Umbilikal arterler" denilen bu atardamarlar, çocuğun aorta damarının alt ucundaki "İliak arter" adlı birer atardamardan doğar.
Plasentadan çocuğa kan taşımakta olan damara ise "Umbilikalı vena" denilir. Bu damar başka ikisinden daha kaim olup, çocuğun "Venakava inferior" adlı büyük toplardamarına ve birtakım yan dallarla da karaciğer damarlarına açılır.
Yeni Doğan Bebek Kaç Kilo Olur?
Sponsorlu Bağlantılar:
Yeni Doğan Bebek Kaç Kilo Olur?
Zamanında doğan bir çocuğun vücut ağırlığı genel olarak 3100* 3600 gram arasında olur. Erkek çocuklar kızlara oranla 100 gr daha ağır olarak doğarlar. Lakin 2500 ila 5000 gram arasında doğmuş sağlıklı çocuklar bulunur. Eğer yeni doğan çocuk 4500 gramı aşıyorsa, bu çocuğa "makrozomik" denilir. Bu gibi hallerde annede şeker hastalığı araştırmak yararlıdır. 2500 gramdan aşağı bir doğum kilosuyla doğan çocuklara "Düşük doğum ağırlıklı bebek" (Low birth weight baby) denilir.
İlgili aramalar: yeni doğmuş bir bebek ortalama kaç kilo olur, yeni doğan bebek kaç gram olur, yeni doğan bir bebeğin ortalama kilosu nedir
Zamanında doğan bir çocuğun vücut ağırlığı genel olarak 3100* 3600 gram arasında olur. Erkek çocuklar kızlara oranla 100 gr daha ağır olarak doğarlar. Lakin 2500 ila 5000 gram arasında doğmuş sağlıklı çocuklar bulunur. Eğer yeni doğan çocuk 4500 gramı aşıyorsa, bu çocuğa "makrozomik" denilir. Bu gibi hallerde annede şeker hastalığı araştırmak yararlıdır. 2500 gramdan aşağı bir doğum kilosuyla doğan çocuklara "Düşük doğum ağırlıklı bebek" (Low birth weight baby) denilir.
İlgili aramalar: yeni doğmuş bir bebek ortalama kaç kilo olur, yeni doğan bebek kaç gram olur, yeni doğan bir bebeğin ortalama kilosu nedir
Yalancı Hamilelik Neye Denir?
Sponsorlu Bağlantılar:
Yalancı Hamilelik Neye Denir?
Menopoza giren bazı hanımlarda veya hamile kalmayı çok isteyen birtakım kadınlarda yalancı hamilelik gelişebilmektedir. Bu gibi vakalarda hamileliğin bütün öznel [örneğin iştah sapmaları, bulantı, halsizlik) bulguları gelişir, karın gaz ve / ya da yağ birikimi ile büyüyebilir. Bazı zamanlar adet bile kesilebilir. Memelerde hamilelikle ilgili farklılıklar gelişebilir. Lakin isminden deanlaşılacağı gibi hadise gerçek bir hamilelik olmayıp, hayal edilmiş olan bir hamileliktir. Gerçek bir hamilelik bulunmadığı halde, bir kadında hamilelik belirtilerinin görülmesidir. Şiddetli çocuk arzusu olan kadınlarda rastlanır. Böyle aşırı çocuk arzusu olan bir kadında, adet görülmemesi, bulantılar, kusmalar, aşermek ve karnın büyüyüşü gibi gebelik belirtileri bazı zamanlar doktoru bile yanıltacak kadar gerçek bir gebeliği andırır. Bu durumda dokuz ay süre ile kendisini hamile sanan ve 9 aylık hamile bir kadın görünümünde kadınlar bulunur. Böyle kadınların gerçek hamile olmadıkları yapılmakta olan tetkiklerle ortaya çıkartılabilir. Bu kadınlar gebe olmadıklarını öğrendiklerinde karınlarındaki şişlik yavaşça inmeye ve başka belirtiler de kaybolmaya başlamaktadır. Karınlarının gebelik bulunmadığı halde hamile gibi şişme göstermesi, burada yağ dokusu ve sıvı toplanması sonucudur. Yalancı hamilelik bütünüyle psikolojik kaynaklıdır. Bu tür kadınlarda genel olarak aşırı bir çocuk arzusu bulunur. Böyle normal bir hamilelik süresince kendisini hamile sanan kadın.doktor muayenesi ile hamile olmadığını anladığında bir şaşkınlığa uğrar, adeta yıkılır. Gebe olmadığını anlayan kadında bütün hamilelik belirti ve bulguları hızla kaybolmaktadır. Böyle kadınlara psikolojik açıdan yardım etmek gereklidir.
İlgili aramalar: yalancı gebelik neye denir, yalancı hamilelik nasıl olur, yalancı hamilelik nedir
Menopoza giren bazı hanımlarda veya hamile kalmayı çok isteyen birtakım kadınlarda yalancı hamilelik gelişebilmektedir. Bu gibi vakalarda hamileliğin bütün öznel [örneğin iştah sapmaları, bulantı, halsizlik) bulguları gelişir, karın gaz ve / ya da yağ birikimi ile büyüyebilir. Bazı zamanlar adet bile kesilebilir. Memelerde hamilelikle ilgili farklılıklar gelişebilir. Lakin isminden deanlaşılacağı gibi hadise gerçek bir hamilelik olmayıp, hayal edilmiş olan bir hamileliktir. Gerçek bir hamilelik bulunmadığı halde, bir kadında hamilelik belirtilerinin görülmesidir. Şiddetli çocuk arzusu olan kadınlarda rastlanır. Böyle aşırı çocuk arzusu olan bir kadında, adet görülmemesi, bulantılar, kusmalar, aşermek ve karnın büyüyüşü gibi gebelik belirtileri bazı zamanlar doktoru bile yanıltacak kadar gerçek bir gebeliği andırır. Bu durumda dokuz ay süre ile kendisini hamile sanan ve 9 aylık hamile bir kadın görünümünde kadınlar bulunur. Böyle kadınların gerçek hamile olmadıkları yapılmakta olan tetkiklerle ortaya çıkartılabilir. Bu kadınlar gebe olmadıklarını öğrendiklerinde karınlarındaki şişlik yavaşça inmeye ve başka belirtiler de kaybolmaya başlamaktadır. Karınlarının gebelik bulunmadığı halde hamile gibi şişme göstermesi, burada yağ dokusu ve sıvı toplanması sonucudur. Yalancı hamilelik bütünüyle psikolojik kaynaklıdır. Bu tür kadınlarda genel olarak aşırı bir çocuk arzusu bulunur. Böyle normal bir hamilelik süresince kendisini hamile sanan kadın.doktor muayenesi ile hamile olmadığını anladığında bir şaşkınlığa uğrar, adeta yıkılır. Gebe olmadığını anlayan kadında bütün hamilelik belirti ve bulguları hızla kaybolmaktadır. Böyle kadınlara psikolojik açıdan yardım etmek gereklidir.
İlgili aramalar: yalancı gebelik neye denir, yalancı hamilelik nasıl olur, yalancı hamilelik nedir
Meme Başı Çatlağı Neden Olur?
Sponsorlu Bağlantılar:
Meme Başı Çatlağı Neden Olur?
Emziren annelerde genelde görülebilen ve anneye ağrı veren bir haldir. Bebeğin emme gücü zaman içerisinde meme başında çatlaklara neden olabilir. Meme başının çatlamasında asıl mühim sorun, bu çatlaklardan mikropların kolaylıkla içeri girerek memenin iltihaplanmasına yol açmasıdır. Meme başı çatlakları, emzirmenin ağrılı oluşuna neden olur. Bu da annenin yeterince süt vermemesine ve sonuçta memelerde süt birikimine yol açar. Böylelikle meme iltihabı İçin uygun bir ortam olmaktadır. Böyle meme başındaki çatlaklar sebebiyle rahat emziremeyen anneler meme başına takılan kolay bir araç (meme başı adaptörü, meme başlığı) yardımı ile bir ölçüde rahat emzirirler ve memenin boşaltılışı sağlanmış olmaktadır. Bundan dolayı emziren annelerin, emzirip daha sonra meme başını temiz tutmaları ve hatta antibiyotikli bir pomad sürerek, mikropsuz bir gazlı bezle kapatmaları gerekir. Böylelikle meme başı, elbise gibi mikroplu ortamlara değmemiş olmaktadır. Emzireceği zaman ise bu pomadı, karbonatlı temiz su ile silerek bebeğe vermek gereklidir. Böylelikle hem meme başı çatlakları önlenmiş, hem de mikroplardan korunmuş olurlar.
İlgili aramalar: meme başı çatlağı neden olur, meme başında çatlağın nedenleri
Emziren annelerde genelde görülebilen ve anneye ağrı veren bir haldir. Bebeğin emme gücü zaman içerisinde meme başında çatlaklara neden olabilir. Meme başının çatlamasında asıl mühim sorun, bu çatlaklardan mikropların kolaylıkla içeri girerek memenin iltihaplanmasına yol açmasıdır. Meme başı çatlakları, emzirmenin ağrılı oluşuna neden olur. Bu da annenin yeterince süt vermemesine ve sonuçta memelerde süt birikimine yol açar. Böylelikle meme iltihabı İçin uygun bir ortam olmaktadır. Böyle meme başındaki çatlaklar sebebiyle rahat emziremeyen anneler meme başına takılan kolay bir araç (meme başı adaptörü, meme başlığı) yardımı ile bir ölçüde rahat emzirirler ve memenin boşaltılışı sağlanmış olmaktadır. Bundan dolayı emziren annelerin, emzirip daha sonra meme başını temiz tutmaları ve hatta antibiyotikli bir pomad sürerek, mikropsuz bir gazlı bezle kapatmaları gerekir. Böylelikle meme başı, elbise gibi mikroplu ortamlara değmemiş olmaktadır. Emzireceği zaman ise bu pomadı, karbonatlı temiz su ile silerek bebeğe vermek gereklidir. Böylelikle hem meme başı çatlakları önlenmiş, hem de mikroplardan korunmuş olurlar.
İlgili aramalar: meme başı çatlağı neden olur, meme başında çatlağın nedenleri
20 Mart 2015 Cuma
Jinekomasti Neden Olur?
Sponsorlu Bağlantılar:
Jinekomasti Neden Olur?
Erkeklerde memelerin normalden fazla büyümesine ve birtakım olaylarda ise süt salgılaması olayına jinekomasti denilir. Bazı erkeklerde buluğ döneminde memelerin büyüdüğü görülmektedir. Bu tür jinekomasti doğal karşılanır, geçicidir ve kesin sebebi bilinmiyor.
Yetişkin erkeklerde jinekomastinin görülmesi, vücutta olağandışı ölçüde östrojen hormonu salgılanmasına bağlıdır. Böbreküstü bezinde veya testislerde olağandışı olarak östrojen salgılayan bir tümörün bulunması, yetişkin erkeklerde jinekomasüye neden olmaktadır. Erkeklerde doğal olarak böbreküstü bezinden azıcık bir miktar Östrojen hormonu salgılanır. Salgılanan bu hormon karaciğer tarafı ile parçalanır. Siroz olaylarında karaciğer birçok görevini yerine getiremediği gibi östrojeni parçalama görevini de yerine getiremez ve erkeğin bedeninde normalin üzerinde östrojen hormonu birikmektedir. Östrojen hormonunun etkisiyle de memelerde jinekomasti gelişmektedir.
Jinekomastiye neden olan etkenler:
1- Fizyolojik nedenlere bağlı
2- Bazı testis tümörleri
3- Bazı hipofiz tümörleri
4- Karaciğer sirozu
5- Prostat kanserinde östrojen hormonu kullanılması
6- Bazı ilaçlar, örneğin; digital spironolakton, rezergin klorpromazin ve esrar kullanımı
Erkeklerde memelerin normalden fazla büyümesine ve birtakım olaylarda ise süt salgılaması olayına jinekomasti denilir. Bazı erkeklerde buluğ döneminde memelerin büyüdüğü görülmektedir. Bu tür jinekomasti doğal karşılanır, geçicidir ve kesin sebebi bilinmiyor.
Yetişkin erkeklerde jinekomastinin görülmesi, vücutta olağandışı ölçüde östrojen hormonu salgılanmasına bağlıdır. Böbreküstü bezinde veya testislerde olağandışı olarak östrojen salgılayan bir tümörün bulunması, yetişkin erkeklerde jinekomasüye neden olmaktadır. Erkeklerde doğal olarak böbreküstü bezinden azıcık bir miktar Östrojen hormonu salgılanır. Salgılanan bu hormon karaciğer tarafı ile parçalanır. Siroz olaylarında karaciğer birçok görevini yerine getiremediği gibi östrojeni parçalama görevini de yerine getiremez ve erkeğin bedeninde normalin üzerinde östrojen hormonu birikmektedir. Östrojen hormonunun etkisiyle de memelerde jinekomasti gelişmektedir.
Jinekomastiye neden olan etkenler:
1- Fizyolojik nedenlere bağlı
2- Bazı testis tümörleri
3- Bazı hipofiz tümörleri
4- Karaciğer sirozu
5- Prostat kanserinde östrojen hormonu kullanılması
6- Bazı ilaçlar, örneğin; digital spironolakton, rezergin klorpromazin ve esrar kullanımı
Fibroadenom
Sponsorlu Bağlantılar:
FİBROADENOM
Memenin iyi huylu tümörlerinin yaklaşık olarak %80'ini fibroadenomlar teşkil eder. 30 yaşın altındaki kadınlarda daha sık görülmektedir. Bu yaştan sonra görülme oranı giderek azalır ve yaş dönümü (menopoz) sonrası neredeyse hiç görülmemektedir. Fibroadenom meme içinde hareket ettirilebilen, sert ve düzgün bir kütle şeklinde kendisini belli eder. Mikroskobik incelemesinde fibroblastı anımsatan hücrelerden kurulmuş olduğu görülmektedir. İyi huylu bu tümörlere daha çok memenin üst dış kadranında rastlanır. Menstürasyon devrinin ikinci yarısında ve hamilelikte büyürler. Yaş dönümüne (menopoza) giren bir kadında daha öncesinden olan bir fibroadenom bu süreçte ufalır. Memedeki bu iyi huylu tümörün kendine özgü bir belirtisi bulunmaz. Sadece büyük fibroadenomların kötü huylu olma olasılıkları bulunur. Bundan dolayı katiyyen ameliyat ile çıkartılmaları gerekir. Kesin teşhis, çıkartılan kütlenin patoloji laboratuvarlarında mikroskobik olarak incelenip, patolojik teşhisinin konmasıyla geçerlilik kazanır.
İlgili aramalar: fibroadenom nedir
Memenin iyi huylu tümörlerinin yaklaşık olarak %80'ini fibroadenomlar teşkil eder. 30 yaşın altındaki kadınlarda daha sık görülmektedir. Bu yaştan sonra görülme oranı giderek azalır ve yaş dönümü (menopoz) sonrası neredeyse hiç görülmemektedir. Fibroadenom meme içinde hareket ettirilebilen, sert ve düzgün bir kütle şeklinde kendisini belli eder. Mikroskobik incelemesinde fibroblastı anımsatan hücrelerden kurulmuş olduğu görülmektedir. İyi huylu bu tümörlere daha çok memenin üst dış kadranında rastlanır. Menstürasyon devrinin ikinci yarısında ve hamilelikte büyürler. Yaş dönümüne (menopoza) giren bir kadında daha öncesinden olan bir fibroadenom bu süreçte ufalır. Memedeki bu iyi huylu tümörün kendine özgü bir belirtisi bulunmaz. Sadece büyük fibroadenomların kötü huylu olma olasılıkları bulunur. Bundan dolayı katiyyen ameliyat ile çıkartılmaları gerekir. Kesin teşhis, çıkartılan kütlenin patoloji laboratuvarlarında mikroskobik olarak incelenip, patolojik teşhisinin konmasıyla geçerlilik kazanır.
İlgili aramalar: fibroadenom nedir
Perine
Sponsorlu Bağlantılar:
PERİNE
Karın boşluğunun en alt bölümünü kapatan kas, bağ yağ dokusundan oluşmuş bölgedir. Halk arasında "apışarası" adı da verilmektedir. Önde leğen kemiklerinin birleşim yeri, arkada kuyruksokumu kemiği ve yanlarda bacakların gövdeyle birleştiği kısım arasında bulunan bölgedir. Fakat doğum hekimliğinde perine dendiği zaman, dışta vulvayla anüs arasında, derinlerde de dölyolu (vagina) ile sonbağırsak (rektum) arasında bulunan alan anlaşılır.
Bir eşkenar dörtgen şeklinde sınırlı olan perine, birbiri üzerine kiremit gibi sıralanmış 3 kas tabakasından oluşmuştur. Bu kaslar arasında bağ ve yağ dokuları bulunmaktadır. Güçlü bir yapısı olan perine, içerisinden üç organın geçmesi için aralanarak, sağlamlığını birazcık kaybetmektedir. Perine içerisinden geçen bu organlar, Önde idrar borusu (retra), ortada dölyolu (vagina), arkada ise son bağırsaktır (rektum). Bunlardan en önemlisi, doğum esnasında bebeğin geçiş yolunu oluşturmakta olan döl yoludur. Doğum esnasında bebeğin geçmesi için esneme kabiliyetinde olan perine, genel olarak ilk doğumda bebeğin en geniş ve en sert bölümü olan başın geçmesi esnasında yırtılabilir. Bu yırtıklara mani olmak amacıyla doğum hekimi tarafı ile 4* 5 santim uzunluğa kadar kesilir ve bebeğin doğumundan sonra dikilerek yeniden eski haline getirilmektedir. Bu müdahale tıpta "epizyotomi" ismini alır. Eğer epizyotomi yapılmazsa, bebeğin başıyla çok fazla gerilen perine istenmeyen yönlerde, örneğin anüse doğru yırtılabilir. Bu yırtık, anüsün kapalı kalmasını ve dışkının devamlı olarak dışarı çıkışını engelleyen, anüs dış büzücü kasını da kapadığı zaman, tedavisi sorun yaratabilir veya iyi onarılmazsa hasta ilerde dışkısını tutamaz.
İlgili aramalar: perine nedir, perine nerededir, perine nerede olur
Karın boşluğunun en alt bölümünü kapatan kas, bağ yağ dokusundan oluşmuş bölgedir. Halk arasında "apışarası" adı da verilmektedir. Önde leğen kemiklerinin birleşim yeri, arkada kuyruksokumu kemiği ve yanlarda bacakların gövdeyle birleştiği kısım arasında bulunan bölgedir. Fakat doğum hekimliğinde perine dendiği zaman, dışta vulvayla anüs arasında, derinlerde de dölyolu (vagina) ile sonbağırsak (rektum) arasında bulunan alan anlaşılır.
Bir eşkenar dörtgen şeklinde sınırlı olan perine, birbiri üzerine kiremit gibi sıralanmış 3 kas tabakasından oluşmuştur. Bu kaslar arasında bağ ve yağ dokuları bulunmaktadır. Güçlü bir yapısı olan perine, içerisinden üç organın geçmesi için aralanarak, sağlamlığını birazcık kaybetmektedir. Perine içerisinden geçen bu organlar, Önde idrar borusu (retra), ortada dölyolu (vagina), arkada ise son bağırsaktır (rektum). Bunlardan en önemlisi, doğum esnasında bebeğin geçiş yolunu oluşturmakta olan döl yoludur. Doğum esnasında bebeğin geçmesi için esneme kabiliyetinde olan perine, genel olarak ilk doğumda bebeğin en geniş ve en sert bölümü olan başın geçmesi esnasında yırtılabilir. Bu yırtıklara mani olmak amacıyla doğum hekimi tarafı ile 4* 5 santim uzunluğa kadar kesilir ve bebeğin doğumundan sonra dikilerek yeniden eski haline getirilmektedir. Bu müdahale tıpta "epizyotomi" ismini alır. Eğer epizyotomi yapılmazsa, bebeğin başıyla çok fazla gerilen perine istenmeyen yönlerde, örneğin anüse doğru yırtılabilir. Bu yırtık, anüsün kapalı kalmasını ve dışkının devamlı olarak dışarı çıkışını engelleyen, anüs dış büzücü kasını da kapadığı zaman, tedavisi sorun yaratabilir veya iyi onarılmazsa hasta ilerde dışkısını tutamaz.
İlgili aramalar: perine nedir, perine nerededir, perine nerede olur
Ovülasyon
Sponsorlu Bağlantılar:
OVÜLASYON
Genelde 28 gün sürmekte olan menstürasyon devrinin ortalarında ovülasyon gerçekleşmektedir. Adet kanamasının (Menstürasyon) ilk gününden, ovü* lasyonun gerçekleştiği güne kadar geçen menstürasyon devrinin ilk yarışma "Ovülasyon öncesi dönem" "Foliküler dönem" (Proliferasyon süreci – Preovulatory phase) denilir.
Ovülasyon 28 günlük menstürasyon devrinin 8 ila 19. günleri içerisinde herhangi bir günde gerçekleşebilir. 11 ila 15. günler arası oldukça fazladır. 13 ila 15. günler arası ise daha fazladır. En fazla ise 14. günde görülmektedir. Örneğin, yapılmakta olan bir araştırmada kadınların %20’si 14. günde, %16 kadarı 13. veya 15. günde, %13 kadarı ise 12. günde ve %100'ü ise 8 ila 19. günler arasında ovülasyon göstermişlerdir. Ovülasyon gününün bilinmesi gerek istenmeyen ve gerekse istenen hamilelikler için uygun önlemlerin alınması bakımından önemlidir.
İlgili aramalar: ovülasyon nedir, yumurtlama zamanı nedir
Genelde 28 gün sürmekte olan menstürasyon devrinin ortalarında ovülasyon gerçekleşmektedir. Adet kanamasının (Menstürasyon) ilk gününden, ovü* lasyonun gerçekleştiği güne kadar geçen menstürasyon devrinin ilk yarışma "Ovülasyon öncesi dönem" "Foliküler dönem" (Proliferasyon süreci – Preovulatory phase) denilir.
Ovülasyon 28 günlük menstürasyon devrinin 8 ila 19. günleri içerisinde herhangi bir günde gerçekleşebilir. 11 ila 15. günler arası oldukça fazladır. 13 ila 15. günler arası ise daha fazladır. En fazla ise 14. günde görülmektedir. Örneğin, yapılmakta olan bir araştırmada kadınların %20’si 14. günde, %16 kadarı 13. veya 15. günde, %13 kadarı ise 12. günde ve %100'ü ise 8 ila 19. günler arasında ovülasyon göstermişlerdir. Ovülasyon gününün bilinmesi gerek istenmeyen ve gerekse istenen hamilelikler için uygun önlemlerin alınması bakımından önemlidir.
İlgili aramalar: ovülasyon nedir, yumurtlama zamanı nedir
Relaksin
Sponsorlu Bağlantılar:
RELAKSİN: Relaksin birçok memeli hayvanda mevcut olan polipeptid yapısındaki bir hormon. Yumurtalıklardan (Ovaryum} salgılanmakta olan bu hormonun, rahim boynunu ve pelvis dokularını birazcık gevşeterek doğum olayını bir ölçüde kolaylaştırdığı düşünülür.
19 Mart 2015 Perşembe
Dış Kulak
Sponsorlu Bağlantılar:
DIŞ KULAK
Dış kulak; dış kulak kanalı ve kulak sayvanı olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Dış kulak kanalı, orta kulağın timpan zarında son bulmaktadır.
Kulak sayvanı, esnek yapıya sahip bir kıkırdak iskeletine sahiptir. Bu kıkırdak yapı deri ile örtülmüştür ve ses dalgalarının yakalanması için geniş bir yüzey teşkil eder.
Dış kulak kanalı kıkırdak ve kemik olmak üzere iki bölümden olmaktadır. Kanalın kemik bölümü şakak kemiği içindedir ve bütün kanalın 2/3'ünü teşkil eder. Kıkırdak bölümü ise kulak sayvanının yapısındaki kıkırdak tarafı ile oluşmuştur ve bütün kanalın 1/3'ünü kaplar. Dış kulak kanalının toplam uzunluğu 5 cm. genişliği ise 7 ila 9 mm. kadar olur. Kıkırdak kanal, kemik kanalın ucuna sıkıca tutunmuştur.
Dış kulak kanalının iç yüzeyi deriyle örtülmüştür. Bu derinin kıkırdak kanala ait olan bölümü ise "Sebase" ve "Seruminöz" denilen bezleri ve kılları içerir. Timpan zarı dış kulak kanalı ile 55 derecelik bir açı teşkil eder.
İlgili aramalar: dış kulak nedir, dış kulağın görevi nedir
Dış kulak; dış kulak kanalı ve kulak sayvanı olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Dış kulak kanalı, orta kulağın timpan zarında son bulmaktadır.
Kulak sayvanı, esnek yapıya sahip bir kıkırdak iskeletine sahiptir. Bu kıkırdak yapı deri ile örtülmüştür ve ses dalgalarının yakalanması için geniş bir yüzey teşkil eder.
Dış kulak kanalı kıkırdak ve kemik olmak üzere iki bölümden olmaktadır. Kanalın kemik bölümü şakak kemiği içindedir ve bütün kanalın 2/3'ünü teşkil eder. Kıkırdak bölümü ise kulak sayvanının yapısındaki kıkırdak tarafı ile oluşmuştur ve bütün kanalın 1/3'ünü kaplar. Dış kulak kanalının toplam uzunluğu 5 cm. genişliği ise 7 ila 9 mm. kadar olur. Kıkırdak kanal, kemik kanalın ucuna sıkıca tutunmuştur.
Dış kulak kanalının iç yüzeyi deriyle örtülmüştür. Bu derinin kıkırdak kanala ait olan bölümü ise "Sebase" ve "Seruminöz" denilen bezleri ve kılları içerir. Timpan zarı dış kulak kanalı ile 55 derecelik bir açı teşkil eder.
İlgili aramalar: dış kulak nedir, dış kulağın görevi nedir
Penisilin
Sponsorlu Bağlantılar:
PENİSİLİNLER
Penisilinler, birtakım mantar çeşitlerinden elde edilen bakteri öldürücü tesirleri (Bakterisid etki) olan antibiyotiklerdir. Doğal olarak elde edilen penisilin "Benzil penisilin"dir. Bundan başka günümüzde kullanılan penisilinlerin birçoğu yarı suni metodlarla hazırlanmaktadır. Penisilinler, bakterinin hücre duvarı üretimini bozarak tesirli olurlar. Hızlı çoğalan bakteriler penisilinlere karşı çok duyarlıdırlar. Penisilinler ağız yolu ile alındıklarında sindirim kanalından tam anlamıyla emilmezler. Emilmedeki bu aksaklık midenin asit yapısından ve bağırsaklardaki bakterilerden kaynaklanır. Bunlar penisilin üstünde bozucu etkide bulunurlar. Aç karma alman penisilinler daha çok ve basit emilirler. Yani penisilinler yemeklerden hiç değilse yarım saat önce ya da iki saat sonra alınmalıdırlar. Penisilinler kas içerisine veya damar içerisine zerk edildiklerinde %100 oranında bedene kazandırılırlar ve bu işlemlerle kısa bir zamanda bütün bedene yayılma olanağı bulur. Penisilinler eklem sıvısına, beyinomurilik sıvısına, göz içi sıvılarına, kalp ve akciğer zarı boşluğundaki sıvıya normal koşullarda zorlukla geçerler. Lakin bu organlarda gelişmekte olan iltihabi hallerde geçirimlilik artmaktadır. Bu özellik, tedavi yönünden önemlidir. Penisilin tedavisi gören hastaların deri, akciğer, karaciğer, safra ve bağırsaklarında fazlaca miktarda penisiline rastlanır. Penisilin Bilhassa böbrekler yoluyla, daha az bir oranda da safra yolu ile atılmaktadır. Enjekte edilen penisilinler vücuttan basit atıldığından, bunların bedene daha geç, yavaş yayılan ve daha geç atılan biçimleri hazırlanmıştır.
Ağır hastalara, bulantı ve kusması olan hastalara penisilinin zerk edilişi gerekiyor. Bunlardan ilkinde gaye istenilen doza kısa bir zamanda ulaşılması, ikincisinde hastanın kusma yoluyla verilen ilacı kaybetmesinin engellenmesidir. Penisilin pnömokok, meningokok, gonokok, streptokok, stafilokok infeksiyonlarına karşı kullanılabilir. Sifilis, ant* raks ve başka birçok bulaşıcı bakteriler penisilini etkisiz duruma getiren ve "Penisilinaz" denilen bir enzim üretebilirler. "Penisilin G" ve "A.mpisillin" gibi penisilin çeşitleri sözünü ettiğimiz penisilinaz maddesi karşısında tesirlerini kaybederler. Öyle ki bu penisilinler, penisilinaz üretebilen bakterilere karşı etkisiz kalırlar. Çeşitli penisilin türleri bulunur. Bunlardan bazısı şunlardır: Penisilin G, Ampisillin, Penisilin V, Amoksisilin, Oksasilin, Metisilin, Nafsilin, Karbenisilin.
Bazı kişilerde penisilinlere karşı allerji belirir. Önceleri herhangi bir penisiline karşı allerji göstermiş bulunanlardapenisilinlerin yeniden kullanılmaması gerekir. Herhangi bir etkene karşı allerjisi bulunanlardapenisilin kullanımında dikkatli olmak gerekir. Penisilin allerjisinden niçin bu. kadar çok korkulur? Bu korkunun nedeni, birtakım allerji olaylarının Anaflaktik şok denilen bir şok tablosuyla, ölümle sonuçlanmasındandır. Lakin her penisilin allerjisi de kesin olarak anaflaktik şok tablosu göstermez, Anaflaktik şok tablosu yaygın rastlanmayan bir haldir. Çoğu allerji olayında penisilin tedavisinin 7 ila 10. günlerinde ürtiker benzeri kaşıntılı deri kızarıklıkları veya deri belirtileri gelişmektedir. Kimi hastalarda da Serum hastalığı görülmektedir. Bazı allerji hadiseleri çok hafif seyreder. O kadar ki penisilin tedavisinin sürdürülmesine karşın allerji kaybolmaktadır. Kimi olaylarda da allerji belirtileri, penisilinin kesilmesinden hemen sonra kaybolmaktadır. Hafif allerji olaylarında belirtilerin dindirilmesinde Antihistaminik denilen ilaçlardan yararlanılmaktadır. Ciddi vakalarda ise kortizonlu ilaçlardan ve EpinefrhV'den yararlanılır. Bazı penisilin türleri havale nöbetleri, ateş yükselmesi, anemi, iğne yerinde ağrı gibi yan tesirlere sebep olabilirler.
Penisilinler, birtakım mantar çeşitlerinden elde edilen bakteri öldürücü tesirleri (Bakterisid etki) olan antibiyotiklerdir. Doğal olarak elde edilen penisilin "Benzil penisilin"dir. Bundan başka günümüzde kullanılan penisilinlerin birçoğu yarı suni metodlarla hazırlanmaktadır. Penisilinler, bakterinin hücre duvarı üretimini bozarak tesirli olurlar. Hızlı çoğalan bakteriler penisilinlere karşı çok duyarlıdırlar. Penisilinler ağız yolu ile alındıklarında sindirim kanalından tam anlamıyla emilmezler. Emilmedeki bu aksaklık midenin asit yapısından ve bağırsaklardaki bakterilerden kaynaklanır. Bunlar penisilin üstünde bozucu etkide bulunurlar. Aç karma alman penisilinler daha çok ve basit emilirler. Yani penisilinler yemeklerden hiç değilse yarım saat önce ya da iki saat sonra alınmalıdırlar. Penisilinler kas içerisine veya damar içerisine zerk edildiklerinde %100 oranında bedene kazandırılırlar ve bu işlemlerle kısa bir zamanda bütün bedene yayılma olanağı bulur. Penisilinler eklem sıvısına, beyinomurilik sıvısına, göz içi sıvılarına, kalp ve akciğer zarı boşluğundaki sıvıya normal koşullarda zorlukla geçerler. Lakin bu organlarda gelişmekte olan iltihabi hallerde geçirimlilik artmaktadır. Bu özellik, tedavi yönünden önemlidir. Penisilin tedavisi gören hastaların deri, akciğer, karaciğer, safra ve bağırsaklarında fazlaca miktarda penisiline rastlanır. Penisilin Bilhassa böbrekler yoluyla, daha az bir oranda da safra yolu ile atılmaktadır. Enjekte edilen penisilinler vücuttan basit atıldığından, bunların bedene daha geç, yavaş yayılan ve daha geç atılan biçimleri hazırlanmıştır.
Ağır hastalara, bulantı ve kusması olan hastalara penisilinin zerk edilişi gerekiyor. Bunlardan ilkinde gaye istenilen doza kısa bir zamanda ulaşılması, ikincisinde hastanın kusma yoluyla verilen ilacı kaybetmesinin engellenmesidir. Penisilin pnömokok, meningokok, gonokok, streptokok, stafilokok infeksiyonlarına karşı kullanılabilir. Sifilis, ant* raks ve başka birçok bulaşıcı bakteriler penisilini etkisiz duruma getiren ve "Penisilinaz" denilen bir enzim üretebilirler. "Penisilin G" ve "A.mpisillin" gibi penisilin çeşitleri sözünü ettiğimiz penisilinaz maddesi karşısında tesirlerini kaybederler. Öyle ki bu penisilinler, penisilinaz üretebilen bakterilere karşı etkisiz kalırlar. Çeşitli penisilin türleri bulunur. Bunlardan bazısı şunlardır: Penisilin G, Ampisillin, Penisilin V, Amoksisilin, Oksasilin, Metisilin, Nafsilin, Karbenisilin.
Bazı kişilerde penisilinlere karşı allerji belirir. Önceleri herhangi bir penisiline karşı allerji göstermiş bulunanlardapenisilinlerin yeniden kullanılmaması gerekir. Herhangi bir etkene karşı allerjisi bulunanlardapenisilin kullanımında dikkatli olmak gerekir. Penisilin allerjisinden niçin bu. kadar çok korkulur? Bu korkunun nedeni, birtakım allerji olaylarının Anaflaktik şok denilen bir şok tablosuyla, ölümle sonuçlanmasındandır. Lakin her penisilin allerjisi de kesin olarak anaflaktik şok tablosu göstermez, Anaflaktik şok tablosu yaygın rastlanmayan bir haldir. Çoğu allerji olayında penisilin tedavisinin 7 ila 10. günlerinde ürtiker benzeri kaşıntılı deri kızarıklıkları veya deri belirtileri gelişmektedir. Kimi hastalarda da Serum hastalığı görülmektedir. Bazı allerji hadiseleri çok hafif seyreder. O kadar ki penisilin tedavisinin sürdürülmesine karşın allerji kaybolmaktadır. Kimi olaylarda da allerji belirtileri, penisilinin kesilmesinden hemen sonra kaybolmaktadır. Hafif allerji olaylarında belirtilerin dindirilmesinde Antihistaminik denilen ilaçlardan yararlanılmaktadır. Ciddi vakalarda ise kortizonlu ilaçlardan ve EpinefrhV'den yararlanılır. Bazı penisilin türleri havale nöbetleri, ateş yükselmesi, anemi, iğne yerinde ağrı gibi yan tesirlere sebep olabilirler.
Streptomisin
Sponsorlu Bağlantılar:
STREPTOMİSİN
Streptomisin 1944 senesinde keşfedilmiş olan aminoglikozid yapısındaki bir antibiyotiktir. Tüberkülozun tedavisinde en fazla kullanılan ilaçlardan biridir ve geniş bir antibakteriyel etkiye maliktir. Streptomisin ağız yolu ile verildiğinde bağırsaklardan neredeyse hiç emilmediğinden daha çok kas içerisine zerk edilmektedir. Streptomisinin, bir aminoglikozid olarak S. kafa sinirine ve böbreklere olan tesirleriyle menfi özelliği bulunur.
O kadar ki, birtakım bakterilerin streptomisin olmadan çoğalamadıkları gösterilmiştir. Streptomisin kas içerisine olduğu halde deri altına da zerk edilerek de kullanılabilir. Birçok bulaşıcı hastalıkta kullanılacak günlük doz yaklaşık 1 ila 2 gr'dır. Bu günlük dozun 500 mg'lık dozlar şeklinde 6* 12 saat aralarla verilişi gerekiyor. Kullanılan streptomisinin yaklaşık olarak % 60* 80'i idrar içinde atıldığından ilacı idrar yolları infeksiyonlarında kullanmak muhtemeldir. Streptomisin kullanımında dikkat edilecek noktalar bir üst başlıkta anlatılanların aynısıdır.
İlgili aramalar: streptomisin nedir, streptomisin ne için kullanılır, streptomisin hangi hastalıklarda kullanılır, streptomisin nasıl bir antibiyotiktir
Streptomisin 1944 senesinde keşfedilmiş olan aminoglikozid yapısındaki bir antibiyotiktir. Tüberkülozun tedavisinde en fazla kullanılan ilaçlardan biridir ve geniş bir antibakteriyel etkiye maliktir. Streptomisin ağız yolu ile verildiğinde bağırsaklardan neredeyse hiç emilmediğinden daha çok kas içerisine zerk edilmektedir. Streptomisinin, bir aminoglikozid olarak S. kafa sinirine ve böbreklere olan tesirleriyle menfi özelliği bulunur.
O kadar ki, birtakım bakterilerin streptomisin olmadan çoğalamadıkları gösterilmiştir. Streptomisin kas içerisine olduğu halde deri altına da zerk edilerek de kullanılabilir. Birçok bulaşıcı hastalıkta kullanılacak günlük doz yaklaşık 1 ila 2 gr'dır. Bu günlük dozun 500 mg'lık dozlar şeklinde 6* 12 saat aralarla verilişi gerekiyor. Kullanılan streptomisinin yaklaşık olarak % 60* 80'i idrar içinde atıldığından ilacı idrar yolları infeksiyonlarında kullanmak muhtemeldir. Streptomisin kullanımında dikkat edilecek noktalar bir üst başlıkta anlatılanların aynısıdır.
İlgili aramalar: streptomisin nedir, streptomisin ne için kullanılır, streptomisin hangi hastalıklarda kullanılır, streptomisin nasıl bir antibiyotiktir
Viomisin
Sponsorlu Bağlantılar:
Viomisin
Viomisin oldukça zehirli bir antibiyotiktir. Lakin tüberküloz basilinin başka ilaçlara karşı direnç kazandığı hallerde kullanılır. Bağırsaklardan az* emilir. Kas ve damar içerisine zerk edilerek kullanılabilinir. Yüksek doza ulaşıldığında böbrekler üstünde zedeleyici etki ortaya koyar. Bunun sonucu olarak da hastada "Proteinüri" (İdrarda protein çıkışı), vücutta su birikmesi, kalbin çalışmasında bozukluklar gelişebilir.
İlgili aramalar: viomisin nedir, viomisin ne için kullanılır, viomisin hangi hastalıklarda kullanılır, viomisin nasıl bir antibiyotiktir
Viomisin oldukça zehirli bir antibiyotiktir. Lakin tüberküloz basilinin başka ilaçlara karşı direnç kazandığı hallerde kullanılır. Bağırsaklardan az* emilir. Kas ve damar içerisine zerk edilerek kullanılabilinir. Yüksek doza ulaşıldığında böbrekler üstünde zedeleyici etki ortaya koyar. Bunun sonucu olarak da hastada "Proteinüri" (İdrarda protein çıkışı), vücutta su birikmesi, kalbin çalışmasında bozukluklar gelişebilir.
İlgili aramalar: viomisin nedir, viomisin ne için kullanılır, viomisin hangi hastalıklarda kullanılır, viomisin nasıl bir antibiyotiktir
Gentamisin
Sponsorlu Bağlantılar:
GENTAMİSİN
Gentamisin, bakteri öldürücü tesire sahip aminoglikozid yapısında bir antibiyotiktir. Birçok antibiyotiğe karşı direnç kazanmış olan bakterilerin birçoğu Gentamisin'e karşı hassaslıklarını korurlar. Bu da Gentamisin'in çok mühim ve yararlı bir özelliğidir. Gentamisin, antibiyotiklerin tesirli olamadığı solunum veya idrar yolları enfeksiyonlarında, sepsis vakalarında başarıyla kullanılıyor.
Gentamisin sindirim kanalından emilmez. Bundan dolayı yukarıdaki olaylarda ilacın kas içerisine zerk edilişi gerekiyor. İlaç neredeyse tümüyle böbrekler vasıtasıyla idrar içinde atılmaktadır. Böbrek hastası olan kimselerde ilacın başka antibiyotiklerde olduğu şekilde 8. kafa sinirine karşı zedeleyici etkiyi bulunur.
İlgili aramalar: gentamisin nedir, gentamisin ne için kullanılır, gentamisin hangi hastalıklarda kullanılır, gentamisin nasıl bir antibiyotiktir
Gentamisin, bakteri öldürücü tesire sahip aminoglikozid yapısında bir antibiyotiktir. Birçok antibiyotiğe karşı direnç kazanmış olan bakterilerin birçoğu Gentamisin'e karşı hassaslıklarını korurlar. Bu da Gentamisin'in çok mühim ve yararlı bir özelliğidir. Gentamisin, antibiyotiklerin tesirli olamadığı solunum veya idrar yolları enfeksiyonlarında, sepsis vakalarında başarıyla kullanılıyor.
Gentamisin sindirim kanalından emilmez. Bundan dolayı yukarıdaki olaylarda ilacın kas içerisine zerk edilişi gerekiyor. İlaç neredeyse tümüyle böbrekler vasıtasıyla idrar içinde atılmaktadır. Böbrek hastası olan kimselerde ilacın başka antibiyotiklerde olduğu şekilde 8. kafa sinirine karşı zedeleyici etkiyi bulunur.
İlgili aramalar: gentamisin nedir, gentamisin ne için kullanılır, gentamisin hangi hastalıklarda kullanılır, gentamisin nasıl bir antibiyotiktir
17 Mart 2015 Salı
Nekroz
Sponsorlu Bağlantılar:
NEKROZ
Canlı bir organizmada hücre ve dokunun patolojik olarak ölümü nekroz olarak adlandırılır. Hücre ölümünden bir müddet sonra çekirdekte erime veya parçalanma, sitoplazmada dejenerasyon ve erimeler tespit edilmektedir. Nekrozu yapan etkenin gücü, süresi ve hücrelerin etkene karşı duyarlılığı nekrozun büyüklüğünde rolü bulunur. Nekrozu yapan öncelikli etken iskemi, yani kanlanma bozukluğudur. Damarı tıkanarak veya kesilerek kanlanması bozulan organda nekroz kaçınılmazdır. Atom bombası ve röntgen ışınları hücrelerde iyonlaşma yaparak nekroz teşkil eder. Travmalar hücreleri parçalar. Isı değişmeleri (yanma ve donma) ile zehirler ve birtakım mikroplar sık karşılaşılan nekroz sebepleridir.
NEKROZLU İLTİHAP: İltihap bölgesinde nekroz Ön plandadır. Ülser ve kavern öncelikli türleridir. Ülserde, deri ve mukozada epitel örtüsü ile beraber derin tabakalar nekrozlaşır ve erir, yerinde bir çöküntü kalır. Doku nekrozu derin dokulara inmeksizin epitelde sınırlı kalırsa buna yüzeyel ülser (erozyon) ismi verilir. Kavern, genelde akciğer tüberkülozunda görülmekte olan yuvarlakça boşluklardır. Burada akciğer dokusu erir ve yerinde bir boşluk kalır. Nekrozlu iltihapta delinme ve kanama olabilir. Mide ülserleri darlıklar yaparak gıdaların geçişini zorlaştırır.
İlgili aramalar: nekroz, nekroz nedir, nekrozlu iltihap
Canlı bir organizmada hücre ve dokunun patolojik olarak ölümü nekroz olarak adlandırılır. Hücre ölümünden bir müddet sonra çekirdekte erime veya parçalanma, sitoplazmada dejenerasyon ve erimeler tespit edilmektedir. Nekrozu yapan etkenin gücü, süresi ve hücrelerin etkene karşı duyarlılığı nekrozun büyüklüğünde rolü bulunur. Nekrozu yapan öncelikli etken iskemi, yani kanlanma bozukluğudur. Damarı tıkanarak veya kesilerek kanlanması bozulan organda nekroz kaçınılmazdır. Atom bombası ve röntgen ışınları hücrelerde iyonlaşma yaparak nekroz teşkil eder. Travmalar hücreleri parçalar. Isı değişmeleri (yanma ve donma) ile zehirler ve birtakım mikroplar sık karşılaşılan nekroz sebepleridir.
NEKROZLU İLTİHAP: İltihap bölgesinde nekroz Ön plandadır. Ülser ve kavern öncelikli türleridir. Ülserde, deri ve mukozada epitel örtüsü ile beraber derin tabakalar nekrozlaşır ve erir, yerinde bir çöküntü kalır. Doku nekrozu derin dokulara inmeksizin epitelde sınırlı kalırsa buna yüzeyel ülser (erozyon) ismi verilir. Kavern, genelde akciğer tüberkülozunda görülmekte olan yuvarlakça boşluklardır. Burada akciğer dokusu erir ve yerinde bir boşluk kalır. Nekrozlu iltihapta delinme ve kanama olabilir. Mide ülserleri darlıklar yaparak gıdaların geçişini zorlaştırır.
İlgili aramalar: nekroz, nekroz nedir, nekrozlu iltihap
Yangı Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar:
YANGI
Bedenimiz devamlı olarak iç ve dış uyaranların etkiyi altındadır. Bu uyaranların gücü ve etki süresi bariz bir eşiği aştığı zaman dokulara zarar vermektedir. Zarar vermeye başlayan faktörlerin dokuda meydana getirdiği yanıta yangı (iltihap) denilir. Dokuların zarara uğraması iltihap olmaz. Etkene ve zararlarına karşı uyanan tepki iltihaptır. İltihapta, etken ve yapmış olduğu zararlar üç biçimde ortadan kaldırılır: Bulunduğu yerde eritilir, vücut dışına atılır veya bulunmuş olduğu yerde çevresi sarılarak dayanıklı dokulardan uzak tutulur. İltihap vücudun herhangi bir yerinde olabilir, fakat yerel bir olgudur. Başka yerlere yayılabilir fakat vücudun tümünü içerisine alan iltihap bulunmaz. Böyle bir genişlemeye zaman kalmaksızın hasta ölmektedir.
İlgili aramalar: yangı nedir, yangı ne demek, iltihap nedir
Bedenimiz devamlı olarak iç ve dış uyaranların etkiyi altındadır. Bu uyaranların gücü ve etki süresi bariz bir eşiği aştığı zaman dokulara zarar vermektedir. Zarar vermeye başlayan faktörlerin dokuda meydana getirdiği yanıta yangı (iltihap) denilir. Dokuların zarara uğraması iltihap olmaz. Etkene ve zararlarına karşı uyanan tepki iltihaptır. İltihapta, etken ve yapmış olduğu zararlar üç biçimde ortadan kaldırılır: Bulunduğu yerde eritilir, vücut dışına atılır veya bulunmuş olduğu yerde çevresi sarılarak dayanıklı dokulardan uzak tutulur. İltihap vücudun herhangi bir yerinde olabilir, fakat yerel bir olgudur. Başka yerlere yayılabilir fakat vücudun tümünü içerisine alan iltihap bulunmaz. Böyle bir genişlemeye zaman kalmaksızın hasta ölmektedir.
İlgili aramalar: yangı nedir, yangı ne demek, iltihap nedir
Fagositoz Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar:
FAGOSİTOZ
İltihaplanma odağında iltihabın faktörü ve ölmüş hücrelerin artıkları birtakım özel hücreler tarafı ile yutularak eritici enzimler tarafı ile sindirilmeye çalışılıyor. Bu hadiseye fagositoz denir, bu hücrelere ise fagosit ismi verilir. Nötrofil polimorflar ve makrofajlar öncelikli fagositlerdir, iltihabın başlarında nötrofil polimorflar etkinidir, zaman içerisinde onların yerini makrofajlar almaya başlamaktadır.
İltihaplanma odağında iltihabın faktörü ve ölmüş hücrelerin artıkları birtakım özel hücreler tarafı ile yutularak eritici enzimler tarafı ile sindirilmeye çalışılıyor. Bu hadiseye fagositoz denir, bu hücrelere ise fagosit ismi verilir. Nötrofil polimorflar ve makrofajlar öncelikli fagositlerdir, iltihabın başlarında nötrofil polimorflar etkinidir, zaman içerisinde onların yerini makrofajlar almaya başlamaktadır.
Kist Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar:
KİST
İçi gaz, sıvı veya yarı katı bir maddeyle dolu boşluklardır. İçyüzü epitelle döşeli nlanlara gerçek kist, bu epitelin olmadığı türlere yalancı kist ismi verilir. Bazıları organlarda ve konjenital bozukluk olarak görülür (polikistik böbrek). Önemi olan bir bölümü ise iltihapla ilgilidir; örneğin diş kökü apsesinden sonra meydana gelen diş kisti gibi. Bununla birlikte birtakım parazitler organlarda kistler oluştururlar. Köpeklerden bulaşan kist hidatik hastalığı karaciğerde ve akciğerde kistler yapmaktadır.
İlgili aramalar: kist nedir, kist nasıl olur, kist neden olur
İçi gaz, sıvı veya yarı katı bir maddeyle dolu boşluklardır. İçyüzü epitelle döşeli nlanlara gerçek kist, bu epitelin olmadığı türlere yalancı kist ismi verilir. Bazıları organlarda ve konjenital bozukluk olarak görülür (polikistik böbrek). Önemi olan bir bölümü ise iltihapla ilgilidir; örneğin diş kökü apsesinden sonra meydana gelen diş kisti gibi. Bununla birlikte birtakım parazitler organlarda kistler oluştururlar. Köpeklerden bulaşan kist hidatik hastalığı karaciğerde ve akciğerde kistler yapmaktadır.
İlgili aramalar: kist nedir, kist nasıl olur, kist neden olur
16 Mart 2015 Pazartesi
Pankreas Bezi
Sponsorlu Bağlantılar:
PANKREAS BEZİ
12 ila 15 santim uzunluğunda olan pankreas bezi, midenin arkasında, onikiparmak bağırsağıyla dalağın arasında uzanmaktadır. Pankreas bezi öncelikle iki tür salgıya sahiptir. Bunlardan biri iç salgılar, yani hormonlardır. Diğeri dış salgılar, yani enzimlerdir. Enzimler özel bir kanalcık vasıtasıyla onikiparmak bağırsağına dökülüp sindirim olaylarında mühim görevler üstlenirler. Pankreasın"" enzimlerini ve detaylı anatomik yapısını "Sindirim sistemi ve hastalıkları" kısmında inceliyoruz. Bu bölümde yalnız pankreas hormonlarına ve bunlarla ilgili anatomik yapılara değineceğiz. Mikroskobik olarak incelendiğinde, pankreas dokusunun içinde fazlaca sayıda hücrelerin bir araya toplanmasıyla oluşmuş küçük, yuvarlak bölgeler görülmektedir. Bu bölgelere "Langerhans adacıkları" denilir. İnsan pankreasında bir milyondan fazla Langerhans adacığı bulunmaktadır. Buralarda "Alfa 1" veya "D" hücreleri, "Alfa 2" ve "Beta" hücreleri olmak üzere öncelikli üç tür hücre bulunmaktadır.
Alfa 1 veya "D" hücreleri denilen hücrelerin kesin olmamakla beraber "Gastrin" ve "Serotonin" hormonlarını sentez ettikleri düşünülür.
"Alfa 2" hücreleri "Glukagon" denilen bir hormon sentez ederler.
Beta hücreleri Langerhans adacıklarında mevcut olan hücrelerin yaklaşık %80'ini oluştururlar ve insülin hormonu salgılamaktadırlar. Bu bölümde, yetersiz salgılanmasında şeker hastalığının gelişmesine neden olan insülin hormonunu ve bir de glukagon hormonunu inceleyeceğiz.
İlgili aramalar: pankreas bezi, pankreas bezi nedir, pankreas bezinin görevleri nelerdir
12 ila 15 santim uzunluğunda olan pankreas bezi, midenin arkasında, onikiparmak bağırsağıyla dalağın arasında uzanmaktadır. Pankreas bezi öncelikle iki tür salgıya sahiptir. Bunlardan biri iç salgılar, yani hormonlardır. Diğeri dış salgılar, yani enzimlerdir. Enzimler özel bir kanalcık vasıtasıyla onikiparmak bağırsağına dökülüp sindirim olaylarında mühim görevler üstlenirler. Pankreasın"" enzimlerini ve detaylı anatomik yapısını "Sindirim sistemi ve hastalıkları" kısmında inceliyoruz. Bu bölümde yalnız pankreas hormonlarına ve bunlarla ilgili anatomik yapılara değineceğiz. Mikroskobik olarak incelendiğinde, pankreas dokusunun içinde fazlaca sayıda hücrelerin bir araya toplanmasıyla oluşmuş küçük, yuvarlak bölgeler görülmektedir. Bu bölgelere "Langerhans adacıkları" denilir. İnsan pankreasında bir milyondan fazla Langerhans adacığı bulunmaktadır. Buralarda "Alfa 1" veya "D" hücreleri, "Alfa 2" ve "Beta" hücreleri olmak üzere öncelikli üç tür hücre bulunmaktadır.
Alfa 1 veya "D" hücreleri denilen hücrelerin kesin olmamakla beraber "Gastrin" ve "Serotonin" hormonlarını sentez ettikleri düşünülür.
"Alfa 2" hücreleri "Glukagon" denilen bir hormon sentez ederler.
Beta hücreleri Langerhans adacıklarında mevcut olan hücrelerin yaklaşık %80'ini oluştururlar ve insülin hormonu salgılamaktadırlar. Bu bölümde, yetersiz salgılanmasında şeker hastalığının gelişmesine neden olan insülin hormonunu ve bir de glukagon hormonunu inceleyeceğiz.
İlgili aramalar: pankreas bezi, pankreas bezi nedir, pankreas bezinin görevleri nelerdir
Glukagon
Sponsorlu Bağlantılar:
GLUKAGON
Bilindiği üzere pankreasta bulunan Langerhans adacıklarında "Alfa 2" hücrelerinden glukagon hormonu salgılanmaktadır. Glukagon insülinin etkisine yardım edici bir hormon. İnsülinin bu etkiyi neticesi kanın glikoz düzeyinde bir alçalma olduğunda, pankreastan bu kez "Glukagon" hormonu salgılanır. "Glukagon" karaciğer hücrelerine gelip buradaki glikojen depolarından glikozun kana verilmesini sağlar . Böylelikle insülin etkisiyle azalan kan glikoz yoğunluğu, bir başka pankreas hormonu etkisiyle, yani glikagonun etkisiyle yükseltilmiş olmaktadır. Böbreküstü bezinin medulla bölgesinden ve birtakım sinirlerden salgılanmakta olan "Adrenalin" adı verilen hormon da kan glikoz yoğunluğuna glukagon gibi etki eder.
Bilindiği üzere pankreasta bulunan Langerhans adacıklarında "Alfa 2" hücrelerinden glukagon hormonu salgılanmaktadır. Glukagon insülinin etkisine yardım edici bir hormon. İnsülinin bu etkiyi neticesi kanın glikoz düzeyinde bir alçalma olduğunda, pankreastan bu kez "Glukagon" hormonu salgılanır. "Glukagon" karaciğer hücrelerine gelip buradaki glikojen depolarından glikozun kana verilmesini sağlar . Böylelikle insülin etkisiyle azalan kan glikoz yoğunluğu, bir başka pankreas hormonu etkisiyle, yani glikagonun etkisiyle yükseltilmiş olmaktadır. Böbreküstü bezinin medulla bölgesinden ve birtakım sinirlerden salgılanmakta olan "Adrenalin" adı verilen hormon da kan glikoz yoğunluğuna glukagon gibi etki eder.
Neomisin
Sponsorlu Bağlantılar:
NEOMİSİN
Neomisin de aminoglikozid yapısındaki bir antibiyotik olarak bakteri öldürücü (Bakterisid) için de geçerlidir. Neomisin çok tesirli bir antibiyotik olmasına karşılık klinik kullanılışı yeteri kadar geniş olmaz. Zira vücut içerisine verilemeyecek kadar zehirli bir etkiyi bulunur.
Çok tesirli oluşu ve bağırsaklardan emilmeyişi sebebiyle neomisin, bağırsakların mikroplardan temizlenmesi gerektiği özel hallerde kullanılıyor. Örnek verecek olursak yapılacak olan bir bağırsak ameliyatın dan evvel bağırsakların mikropsuzlaştırılışı amacı ile hastaya belli bir dozda neomisin ağız yolu ile verilmektedir. Karaciğer komalarında da bağırsaktaki bakterilerin yok edilişi amacı ile neomisin kullanılıyor. Bilindiği gibi bağırsaklardaki bakteriler, azotlu maddelerden amonyak hazırlarlar. Bu da emilerek kana karışır. Karaciğer komasıyla kandaki amonyak miktarı arasında yakın bir ilgi bulunmaktadır. Neomisin bağırsaktaki bakterileri öldürerek buradaki amonyak hazırlanışını baskı altına alır. Neomisin bağırsaklarda azıcık emilmesine ya da hiç emilmemesine karşın uzun süre neomisin kullanmış bulunanlarda işitme bozukluklarına neden olabilir. Neomisin deri yüzeyinde de kullanılabilir.
İlgili aramalar: neomisin, neomisin nedir
Neomisin de aminoglikozid yapısındaki bir antibiyotik olarak bakteri öldürücü (Bakterisid) için de geçerlidir. Neomisin çok tesirli bir antibiyotik olmasına karşılık klinik kullanılışı yeteri kadar geniş olmaz. Zira vücut içerisine verilemeyecek kadar zehirli bir etkiyi bulunur.
Çok tesirli oluşu ve bağırsaklardan emilmeyişi sebebiyle neomisin, bağırsakların mikroplardan temizlenmesi gerektiği özel hallerde kullanılıyor. Örnek verecek olursak yapılacak olan bir bağırsak ameliyatın dan evvel bağırsakların mikropsuzlaştırılışı amacı ile hastaya belli bir dozda neomisin ağız yolu ile verilmektedir. Karaciğer komalarında da bağırsaktaki bakterilerin yok edilişi amacı ile neomisin kullanılıyor. Bilindiği gibi bağırsaklardaki bakteriler, azotlu maddelerden amonyak hazırlarlar. Bu da emilerek kana karışır. Karaciğer komasıyla kandaki amonyak miktarı arasında yakın bir ilgi bulunmaktadır. Neomisin bağırsaktaki bakterileri öldürerek buradaki amonyak hazırlanışını baskı altına alır. Neomisin bağırsaklarda azıcık emilmesine ya da hiç emilmemesine karşın uzun süre neomisin kullanmış bulunanlarda işitme bozukluklarına neden olabilir. Neomisin deri yüzeyinde de kullanılabilir.
İlgili aramalar: neomisin, neomisin nedir
Kanamisin
Sponsorlu Bağlantılar:
KANAMİSİN:
Kanamisin de aminoglikozid yapısındaki antibiyotiklerden bir tanesidir. Etkili bir antibiyotik olmasına rağmen, zehirli etkiyi azdır. Kas içerisine zerk edilebileceği gibi ağız yolu ile de verilmektedir. Fakat bu son yolda emilim iyi olmaz. Kanamisin "Sepsis" vakalarında (vücuttaki cerahat yapıcı bakterilerin ve bunların zararlı ürünlerinin (toksinleri – zehirleri) kan yolu ile bedene dağılması] kullanılabileceği gibi, ağız yolu ile uygulanıp bağırsakların bakterilerden temizlenmesinde de yararlanılabilir. Kanamisin, daha çok işitme bozukluklarına yol açıcı etkiye maliktir. Uzun süre kanamisin kullanma mecburiyetinde olan hastalarda ilacın 5 ila 7 günlük sürelerle kesilişi ve günlük dozun azaltılışı işitme kayıplarını Önleme bakımından yararlıdır. Bu tedbir bilhassa böbreklerinde bozukluk bulunmakta olan hastalarda gereklidir.
Kanamisin de aminoglikozid yapısındaki antibiyotiklerden bir tanesidir. Etkili bir antibiyotik olmasına rağmen, zehirli etkiyi azdır. Kas içerisine zerk edilebileceği gibi ağız yolu ile de verilmektedir. Fakat bu son yolda emilim iyi olmaz. Kanamisin "Sepsis" vakalarında (vücuttaki cerahat yapıcı bakterilerin ve bunların zararlı ürünlerinin (toksinleri – zehirleri) kan yolu ile bedene dağılması] kullanılabileceği gibi, ağız yolu ile uygulanıp bağırsakların bakterilerden temizlenmesinde de yararlanılabilir. Kanamisin, daha çok işitme bozukluklarına yol açıcı etkiye maliktir. Uzun süre kanamisin kullanma mecburiyetinde olan hastalarda ilacın 5 ila 7 günlük sürelerle kesilişi ve günlük dozun azaltılışı işitme kayıplarını Önleme bakımından yararlıdır. Bu tedbir bilhassa böbreklerinde bozukluk bulunmakta olan hastalarda gereklidir.
15 Mart 2015 Pazar
Patoloji Bilimi Neyi İnceler?
Sponsorlu Bağlantılar:
Patoloji Neyi İnceler?
Yunanca pathos ve logos kelimelerinin birleşmesinden türemiş bir isimdir. Pathos hastalık, Logos ise bilimi anlamına gelir. Yani "hastalık bilimi" diyebiliriz. Çeşitli hastalık etkenlerinin doku ve organlarda meydana getirmiş olduğu bozuklukları inceleyen bilim dalına patoloji denilir. Patoloji bilimi ile uğraş veren uzmanlara Patalog ya da patoloji uzmanı gibi ünvanlar verilmiştir.. Patoloji bilim dalı zaman içerisinde giderek genişlediği ve derinleştiği için birtakım organların patoloji uzmanlığı da ayrı ayrı dallar olarak ortaya çıkmıştır; Ağız patolojisi, beyin patolojisi, sitopatoloji, jinekopatoloji gibi.
Patolojinin Alt Dalları
Anatomik patoloji: Dokuların makroskopik ve mikroskopla görünümlerine dayalı olarak tanı koymaya yardımcı olan bilim dalıdır.
Klinik patoloji: Kan gibi birtakım vücut sıvılarının tetkikiyle tanı koymak için yardımcı olan bilim dalıdır.
Fizyopatoloji-Patofizyoloji: Hastalıkların vücutta oluşumunun fiziksel mekanizması üzerine çalışmakta olan patoloji alt bilimidir.
İlgili aramalar: patoloji nedir, patoloji neyi inceler, patoloji bilimi neyle uğraşır, patolojinin alt dalları nelerdir
Yunanca pathos ve logos kelimelerinin birleşmesinden türemiş bir isimdir. Pathos hastalık, Logos ise bilimi anlamına gelir. Yani "hastalık bilimi" diyebiliriz. Çeşitli hastalık etkenlerinin doku ve organlarda meydana getirmiş olduğu bozuklukları inceleyen bilim dalına patoloji denilir. Patoloji bilimi ile uğraş veren uzmanlara Patalog ya da patoloji uzmanı gibi ünvanlar verilmiştir.. Patoloji bilim dalı zaman içerisinde giderek genişlediği ve derinleştiği için birtakım organların patoloji uzmanlığı da ayrı ayrı dallar olarak ortaya çıkmıştır; Ağız patolojisi, beyin patolojisi, sitopatoloji, jinekopatoloji gibi.
Patolojinin Alt Dalları
Anatomik patoloji: Dokuların makroskopik ve mikroskopla görünümlerine dayalı olarak tanı koymaya yardımcı olan bilim dalıdır.
Klinik patoloji: Kan gibi birtakım vücut sıvılarının tetkikiyle tanı koymak için yardımcı olan bilim dalıdır.
Fizyopatoloji-Patofizyoloji: Hastalıkların vücutta oluşumunun fiziksel mekanizması üzerine çalışmakta olan patoloji alt bilimidir.
İlgili aramalar: patoloji nedir, patoloji neyi inceler, patoloji bilimi neyle uğraşır, patolojinin alt dalları nelerdir
Kreatinin Nedir? Kreatinin Klirensi Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar:
Kreatinin Nedir? Kreatinin Klirensi Nedir?
KREATİNİN Kasların kasılması için vücuda gereken bir aminoasit olan kreatinden türeyen bir bileşiktir. Serumdaki normal düzeyi %0.7 - 1.4 miligram arasındadır. Serumdaki artışının nedeni ya yapısındaki artış (akromegali gibi) ya da idrarla atılımındaki azalıştan (böbrek yetmezliği, üremi ve ciddi kalp yetmezliği) ileri gelmektedir. Böbrek işlevlerini değerlendirmede serum üre ve kreatinin değerlerinin bilinmesi çok önemlidir.
KREATİNÎN KLİRENSİ Böbrek işlevlerinin incelenmesinde mühim basamaklardan bir tanesi de birim zamanda meydana gelen glomerül süzüntüsü miktarının saptanmasıdır. Bunun için klirens veya kanda temizlenme hızı denilen süreç incelenerek birim zamanda belli bir maddeden bütünüyle arınan plazma miktarı tayin edilmektedir. Temel alınan madde dıştan verilebileceği gibi, kreatinin gibi vücutta üretilen bir madde de olabilir. Klirens genel olarak kreatinin için hesaplanır. Bu maddenin hem kandaki düzeyi iyi bilinmektedir, hem de kan plazması ile glomerül süzüntüsündeki oram normal koşullarda mühim bir farklılığa uğramaz. Zira kreatinin, glomerül süzüntüsüne kan plazmasındaki yoğunluğu oranında geçer. Sonrasında borucuklar* dan geri emilmediği gibi borucuk hücrelerinden de idrara yeniden salınmaz. Klirens hesabında kullanılan formül CL=UxV/P’dir. Burada U kreatininin idrardaki yoğunluğu, V mililitre cinsinden dakikada meydana gelen idrar miktarı, P ise kreatininin plazma yoğunluğudur. Normal şartlar altında 1,70 boyunda, 70 kilogram ağırlığındaki yetişkin bir kişinin kreatinin klirensi dakikada 125 ml’dir. Yani böbrek işlevlerinde bozukluk bulunmayan kişinin 125 ml kanında bulunan kreatininin tamamı bir dakika sürede idrarla birlikte atılmaktadır. Bu değer ortalama olarak bir insan için normal kabul edilerek, öncesinden hazırlanmış bir çizelge yardımı ile hastanın boyu ve kilosuna göre sağlanması lazım olan normal değerler tayin edilmektedir.
İlgili aramalar: kreatinin nedir, kreatinin klirensi nedir, kreatinin vücutta işlevi nedir
KREATİNİN Kasların kasılması için vücuda gereken bir aminoasit olan kreatinden türeyen bir bileşiktir. Serumdaki normal düzeyi %0.7 - 1.4 miligram arasındadır. Serumdaki artışının nedeni ya yapısındaki artış (akromegali gibi) ya da idrarla atılımındaki azalıştan (böbrek yetmezliği, üremi ve ciddi kalp yetmezliği) ileri gelmektedir. Böbrek işlevlerini değerlendirmede serum üre ve kreatinin değerlerinin bilinmesi çok önemlidir.
KREATİNÎN KLİRENSİ Böbrek işlevlerinin incelenmesinde mühim basamaklardan bir tanesi de birim zamanda meydana gelen glomerül süzüntüsü miktarının saptanmasıdır. Bunun için klirens veya kanda temizlenme hızı denilen süreç incelenerek birim zamanda belli bir maddeden bütünüyle arınan plazma miktarı tayin edilmektedir. Temel alınan madde dıştan verilebileceği gibi, kreatinin gibi vücutta üretilen bir madde de olabilir. Klirens genel olarak kreatinin için hesaplanır. Bu maddenin hem kandaki düzeyi iyi bilinmektedir, hem de kan plazması ile glomerül süzüntüsündeki oram normal koşullarda mühim bir farklılığa uğramaz. Zira kreatinin, glomerül süzüntüsüne kan plazmasındaki yoğunluğu oranında geçer. Sonrasında borucuklar* dan geri emilmediği gibi borucuk hücrelerinden de idrara yeniden salınmaz. Klirens hesabında kullanılan formül CL=UxV/P’dir. Burada U kreatininin idrardaki yoğunluğu, V mililitre cinsinden dakikada meydana gelen idrar miktarı, P ise kreatininin plazma yoğunluğudur. Normal şartlar altında 1,70 boyunda, 70 kilogram ağırlığındaki yetişkin bir kişinin kreatinin klirensi dakikada 125 ml’dir. Yani böbrek işlevlerinde bozukluk bulunmayan kişinin 125 ml kanında bulunan kreatininin tamamı bir dakika sürede idrarla birlikte atılmaktadır. Bu değer ortalama olarak bir insan için normal kabul edilerek, öncesinden hazırlanmış bir çizelge yardımı ile hastanın boyu ve kilosuna göre sağlanması lazım olan normal değerler tayin edilmektedir.
İlgili aramalar: kreatinin nedir, kreatinin klirensi nedir, kreatinin vücutta işlevi nedir
Bilirubin Nedir? Bilirubin Neden Yükselir?
Sponsorlu Bağlantılar:
Bilirubin Nedir? Bilirubin Neden Yükselir?
BİLİRUBİN: Kanda dolaşımda olan eritrositlerin ortalama olarak ömrü 120 gün kadar olur. Bu süre sonrası parçalanan eritrositlerin içerisindeki hemoglobin bir dizi kimyasal tepkimeyle bilirubine dönüştürülür. Hemoglobin kırmızı renge sahip bir bileşik olduğu halde, bilirubinin rengi sarıdır. Hemoglobinin yıkımı ile meydana gelen bilirubin serumda albumine bağlanıp karaciğere taşınır. Bu tür bilirubine indirekt bilirubin denilmektedir. Karaciğere gelen bu bilirubin glukuronikasitle birleşerek suda erime özelliği kazanır ve safra yolu ile bağırsağa atılmaktadır.; Bu tür bilirubine de direkt bilirubin denilmektedir. İkisi beraber total bilirubini oluştururlar. Serumdaki normal değerleri: direkt bilirubin için %0.1* 0.4 mg, indirekt bilirubin için %0.1 - 0.6 miligram ve total bilirubin için %0.2 - l miligram arasında olur. Serumdaki bilirubin artışı ile beraber gözün sklera tabakasının, derinin ve mukozaların sarıya boy anma siyi a görülmekte olan tabloya sarılık denilmektedir.
Sarılık genel olarak üç değişik nedenden dolayı meydana gelmektedir:
1) Akrep, yılan, örümcek ve diğer zehirli böcekler gibi hayvanların zehirleri, yanlış kan transfüzyonları gibi sebeplerle eritrositlerin normalden fazlaca yıkımı sonucu. 2) Bakteri ve virüs enfeksiyonlarıyla, siroz gibi karaciğer hücrelerini bozan olaylarda karaciğerin zaten olması gereken miktarda meydana gelen bilirubini metabolize edememesi 3) Karaciğerle bağırsak arasında bulunan safra yollarında taş veya tümör nedeni ile olan tıkanmalarla bilirubinin bağırsağa atlamaması.
İlgili aramalar: bilirubin nedir, bilirubin neden yükselir, bilirubin neden artar, sarılık neden olur, sarılığın nedenleri nelerdir
BİLİRUBİN: Kanda dolaşımda olan eritrositlerin ortalama olarak ömrü 120 gün kadar olur. Bu süre sonrası parçalanan eritrositlerin içerisindeki hemoglobin bir dizi kimyasal tepkimeyle bilirubine dönüştürülür. Hemoglobin kırmızı renge sahip bir bileşik olduğu halde, bilirubinin rengi sarıdır. Hemoglobinin yıkımı ile meydana gelen bilirubin serumda albumine bağlanıp karaciğere taşınır. Bu tür bilirubine indirekt bilirubin denilmektedir. Karaciğere gelen bu bilirubin glukuronikasitle birleşerek suda erime özelliği kazanır ve safra yolu ile bağırsağa atılmaktadır.; Bu tür bilirubine de direkt bilirubin denilmektedir. İkisi beraber total bilirubini oluştururlar. Serumdaki normal değerleri: direkt bilirubin için %0.1* 0.4 mg, indirekt bilirubin için %0.1 - 0.6 miligram ve total bilirubin için %0.2 - l miligram arasında olur. Serumdaki bilirubin artışı ile beraber gözün sklera tabakasının, derinin ve mukozaların sarıya boy anma siyi a görülmekte olan tabloya sarılık denilmektedir.
Sarılık genel olarak üç değişik nedenden dolayı meydana gelmektedir:
1) Akrep, yılan, örümcek ve diğer zehirli böcekler gibi hayvanların zehirleri, yanlış kan transfüzyonları gibi sebeplerle eritrositlerin normalden fazlaca yıkımı sonucu. 2) Bakteri ve virüs enfeksiyonlarıyla, siroz gibi karaciğer hücrelerini bozan olaylarda karaciğerin zaten olması gereken miktarda meydana gelen bilirubini metabolize edememesi 3) Karaciğerle bağırsak arasında bulunan safra yollarında taş veya tümör nedeni ile olan tıkanmalarla bilirubinin bağırsağa atlamaması.
İlgili aramalar: bilirubin nedir, bilirubin neden yükselir, bilirubin neden artar, sarılık neden olur, sarılığın nedenleri nelerdir
Travma Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar:
TRAVMA
Vücutta hastalıklara ve zararlara neden olan fiziksel ve kimyasal faktörlere travma denir. Günümüzde travma denildiği zaman; ameliyat, trafik kazasında meydana gelen yaralanmalar ve ateşli silahların sebep olduğu yaralar gibi fiziksel zararlar anlaşılır. Yırtık, kesik, sıyrık, bere, kırık, çıkık ve beyin sarsılmaları fiziksel travmaların öncelikli sonuçlarıdır.
İlgili aramalar: travma, travma nedir, tıravma, tıramva
Vücutta hastalıklara ve zararlara neden olan fiziksel ve kimyasal faktörlere travma denir. Günümüzde travma denildiği zaman; ameliyat, trafik kazasında meydana gelen yaralanmalar ve ateşli silahların sebep olduğu yaralar gibi fiziksel zararlar anlaşılır. Yırtık, kesik, sıyrık, bere, kırık, çıkık ve beyin sarsılmaları fiziksel travmaların öncelikli sonuçlarıdır.
İlgili aramalar: travma, travma nedir, tıravma, tıramva
12 Mart 2015 Perşembe
Rejenerasyon Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar:
REJENERASYON
Bir doku kaybından sonra ortadan kalkan hücrelerin yerini aynı cinsten ve aynı değerde hücrelerin çoğalarak doldurmasıdır. Buna verilebilecek en iyi örneklerdeb biri, kuyruğu kopmuş olan bir kertenkelede yeni kuyruk oluşmasıdır. İnsanda her doku rejenere olamaz, deri, mukoza, damarlar ve kemik iliği iyi rejenere olmaktadır. Lakin kas, akciğer ve beyin hücrelerinde rejenerasyon kabiliyeti bulunmaz. Bu hücrelerden ölen olursa yerini sikatris dokusu doldurur; bu sonuç ilgili organın çalışma yeteğini düşürür.
İlgili aramalar: rejenerasyon, rejenerasyon nedir, rejenerasyon nasıl olur
Bir doku kaybından sonra ortadan kalkan hücrelerin yerini aynı cinsten ve aynı değerde hücrelerin çoğalarak doldurmasıdır. Buna verilebilecek en iyi örneklerdeb biri, kuyruğu kopmuş olan bir kertenkelede yeni kuyruk oluşmasıdır. İnsanda her doku rejenere olamaz, deri, mukoza, damarlar ve kemik iliği iyi rejenere olmaktadır. Lakin kas, akciğer ve beyin hücrelerinde rejenerasyon kabiliyeti bulunmaz. Bu hücrelerden ölen olursa yerini sikatris dokusu doldurur; bu sonuç ilgili organın çalışma yeteğini düşürür.
İlgili aramalar: rejenerasyon, rejenerasyon nedir, rejenerasyon nasıl olur
CPK Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar:
KREATİN FOSFAKİNAZ (CPK): ATP (adenozin trifosfat) ve kreatinden fosfokreatin oluşmasını sağlayan enzimdir. Bu enzim öncelikli iskelet kasında, kalp kasında ve beyinde bulunmaktadır. Bazı kas hastalıklarında kandaki düzeyi yükselir. Fakat en fazla teşhis değeri akut miyokard infarktüsündedir. İnfarktüsten 4 saat sonra yükselmeye başlar ve 24 saatte en yüksek düzeyine ulaşır. 3* 4 gün sonra da başlangıç düzeyine döner. Normal serum değerleri 10* 60 U/l’dir. İngilizce açılımı Creatine Phospho Kinase'dır
İlgili aramalar: cpk nedir, laboratuar testlerinde cpk'nin açılımı nedir
İlgili aramalar: cpk nedir, laboratuar testlerinde cpk'nin açılımı nedir
Hiperplazi
Sponsorlu Bağlantılar:
HİPERPLAZİ NEDİR?
Hiperplazi bir organın ya da dokunun büyüklüğündeki artıştır. O doku veya organa özgü hücrelerin sayı olarak artmasına bağlıdır. Erkeklerde görülmekte olan meme büyümelerine "jinekomasti" denir, bir hiperplazi tipidir. Erkeklere kadınlık hormonu (östrojen) verildiğinde veya karaciğer sirozunda ortaya çıkmaktadır.
İlgili aramalar: hiperplazi, hiperplazi nedir, hiperplazi ne demek
Hiperplazi bir organın ya da dokunun büyüklüğündeki artıştır. O doku veya organa özgü hücrelerin sayı olarak artmasına bağlıdır. Erkeklerde görülmekte olan meme büyümelerine "jinekomasti" denir, bir hiperplazi tipidir. Erkeklere kadınlık hormonu (östrojen) verildiğinde veya karaciğer sirozunda ortaya çıkmaktadır.
İlgili aramalar: hiperplazi, hiperplazi nedir, hiperplazi ne demek
Pıhtılaşma Nasıl Olur?
Sponsorlu Bağlantılar:
PIHTILAŞMA NASIL OLUR
Oldukça karışık olan pıhtılaşma olayını burada ana hatlarıyla birlikte irdeleyeceğiz. Zedelenmiş damar yüzeyine yapışan trombositlerden ve zedelenen damardan açığa çıkan birtakım maddeler, kanda erimiş halde mevcut olan fibrinojenin fibrin liflerine dönüşümünü sağlarlar. Fibrin lifleri pıhtının iskeletini kurarlar. Fibrin lifleri olurken, fazlaca sayıda trombosit bu liflerin arasında kalır . Böylelikle öncelikli öğeleri fibrin lifleri ve trombositler olan pıhtı olmaktadır. Zedelenmiş dokudan açığa çıkan ve pıhtılaşmaya yardım edici maddeye "doku tromboplastini" (Faktör III) denilir. Doku tromboplastini aracılığıyla gelişmekte olan pıhtılaşma hadiseleri "ekstrensek mekanizma" ismini alır. Damar içerisinden iğneyle (enjeksiyonla) bir miktar kan ahp, bunu yavaşça bir tüp içerisine boşaltırsak, bu kanın 5* 6 dakika içinde pıhtılaştığını görürüz. Bu pıhtılaşma olayına doku tromboplastini yardım etmemiştir. Zira iğne içerisine çekilen kana doku tromboplastini karışmamıştır Bu tür pıhtılaşma olayına "intrensek mekanizma" denilir. Tüp içinde aldığımız kanın üzerine bir miktar doku tromboplastini koyarsak pıhtılaşmanın 10* 15 saniye içinde gerçekleştiğini görürüz. Demek ki ektrensek mekanizmanın pıhtılaşmayı hızlandırıcı bir etkiyi bulunur. Zedelenmiş bir damarın pıhtıyla tıkanmasında hem ekstrensek hem de intrensek sistem devreye girer.
Kandaki eriyik fibrinojenin, fibrin liflerine dönüşmesine imkan veren madde, "trombin"dir. Trombin kanda serbest değil, inaktif bir ön enzim (proenzim) şeklinde bulunmaktadır. Trombinin bu proenzim biçimine "protrombin" denilir. Protrom* binin trombine dönüşmesini, "aktif faktör X" denilen bir madde sağlar. Aktif faktör X da kanda inaktif biçimde bulunmaktadır. Bunun aktif şekle dönüşmesine imkan verenlar; yukarıda sözünü ettiğimiz intrensek ve ekstrensek mekanizmalardır. Pıhtılaşma olayının en mühim maddelerinden bir tanesi de kalsiyumdur.
Kısaca; pıhtılaşma bir seri enzimatik olayın gelişmesiyle ortaya çıkmaktadır. Pıhtılaşmaya katılan maddelere "prokoagülan faktörler" denilir. Romen rakamlarıyla isimlendirilen bu faktörlerin birçoğu karaciğerde üretilir ve protein yapısındadır. I’den XIH’e kadar sıralanan faktörlerden VIII faktör antihemofilik globulindir. Eksikliğinde hemofili hastalığı ortaya çıkmaktadır. Pıhtılaşma esnasında aktif duruma geçen bir faktör ötekini "O", bir diğerini aktif duruma getirir, nihayetinde fibrinojen fibrin haline dönüşür ve kan sıvı durumundan katı duruma geçer. Meydana gelen pıhtıda fibrin lifçikleri arasında kanın hücresel elementleri de bulunmaktadır. Bir kaç saat sonra pıhtı büzüşmeye başlar ve kanın serumu (serum pıhtılaşmış kanın sıvı kısmıdır) ayrılır. Pıhtılaşma iki ayrı sistem ile başlayabilir. 1* Ekstrensek sistemde pıhtılaşma. Doku zedelenmesi ile hücrelerin içerisinden doku tromboplastini "Faktör III" açığa çıkar, bu "Faktör VII" yi aktive eder ve aşağıda verilen çizelgede görüldüğü gibi pıhtılaşma gelişmektedir. 2* intrensek sistemde pıhtılaşma: Burada ilk aktive olan Faktör XII’dir. Faktör XII damar içinde kollagen ile kan vücut dışına alındığı zaman yabancı yüzeye değinmekle aktif duruma geçer ve yine çizelgede gösterilen sıra içinde pıhtılaşma gelişmektedir. Pıhtılaşma esnasında iyonize Ca + + da gereklidir. Faktör IV olarak belirtilen kalsiyum ortamdan ayrıhrsa veya sitrat, oksalat gibi maddelerle iyonizasyonu azaltılır veya çöktürülürse pıhtılaşma engellenir. Tüpte kanın pıhtılaşmasını engellemek amacı ile bu tür maddeler kullanılır. Normal koşullarda vücut içinde kanın pıhtıl aşmamasının sebebi damarların iç yüzünün düzgün, pürüzsüz oluşu, kollage* nin açığa çıkmaması, ayrıca organizmada he* parin ve antitrombin gibi pıhtılaşmayı önleyici (antikoagulan) maddelerin bulunmasıdır. Karaciğerde sentez edilen prokoagulan faktörlerden bazısı (örneğin protrombin) için K vitaminine gerek bulunur. Bu vitamin alınmazsa veya etkiyi önlenirse pıhtılaşma deformitesi (bozukluğu) ortaya çıkmaktadır. Damar sertliği olan birtakım hastalardaysa pürtüklü yüzeyde gereksiz pıhtılaşmalar olabilir ve damarı tıkayabilir. Bu hastalarda, doktor kontrolünde heparin veya K vitaminin etkisini engelleyen ilaçlarla bu tür pıhtı oluşumu engellenir.
İlgili aramalar: pıhtılaşma nasıl olur, pıhtılaşma nasıl gerçekleşir, kan nasıl pıhtılaşır, pıhtılaşma nedir
Oldukça karışık olan pıhtılaşma olayını burada ana hatlarıyla birlikte irdeleyeceğiz. Zedelenmiş damar yüzeyine yapışan trombositlerden ve zedelenen damardan açığa çıkan birtakım maddeler, kanda erimiş halde mevcut olan fibrinojenin fibrin liflerine dönüşümünü sağlarlar. Fibrin lifleri pıhtının iskeletini kurarlar. Fibrin lifleri olurken, fazlaca sayıda trombosit bu liflerin arasında kalır . Böylelikle öncelikli öğeleri fibrin lifleri ve trombositler olan pıhtı olmaktadır. Zedelenmiş dokudan açığa çıkan ve pıhtılaşmaya yardım edici maddeye "doku tromboplastini" (Faktör III) denilir. Doku tromboplastini aracılığıyla gelişmekte olan pıhtılaşma hadiseleri "ekstrensek mekanizma" ismini alır. Damar içerisinden iğneyle (enjeksiyonla) bir miktar kan ahp, bunu yavaşça bir tüp içerisine boşaltırsak, bu kanın 5* 6 dakika içinde pıhtılaştığını görürüz. Bu pıhtılaşma olayına doku tromboplastini yardım etmemiştir. Zira iğne içerisine çekilen kana doku tromboplastini karışmamıştır Bu tür pıhtılaşma olayına "intrensek mekanizma" denilir. Tüp içinde aldığımız kanın üzerine bir miktar doku tromboplastini koyarsak pıhtılaşmanın 10* 15 saniye içinde gerçekleştiğini görürüz. Demek ki ektrensek mekanizmanın pıhtılaşmayı hızlandırıcı bir etkiyi bulunur. Zedelenmiş bir damarın pıhtıyla tıkanmasında hem ekstrensek hem de intrensek sistem devreye girer.
Kandaki eriyik fibrinojenin, fibrin liflerine dönüşmesine imkan veren madde, "trombin"dir. Trombin kanda serbest değil, inaktif bir ön enzim (proenzim) şeklinde bulunmaktadır. Trombinin bu proenzim biçimine "protrombin" denilir. Protrom* binin trombine dönüşmesini, "aktif faktör X" denilen bir madde sağlar. Aktif faktör X da kanda inaktif biçimde bulunmaktadır. Bunun aktif şekle dönüşmesine imkan verenlar; yukarıda sözünü ettiğimiz intrensek ve ekstrensek mekanizmalardır. Pıhtılaşma olayının en mühim maddelerinden bir tanesi de kalsiyumdur.
Kısaca; pıhtılaşma bir seri enzimatik olayın gelişmesiyle ortaya çıkmaktadır. Pıhtılaşmaya katılan maddelere "prokoagülan faktörler" denilir. Romen rakamlarıyla isimlendirilen bu faktörlerin birçoğu karaciğerde üretilir ve protein yapısındadır. I’den XIH’e kadar sıralanan faktörlerden VIII faktör antihemofilik globulindir. Eksikliğinde hemofili hastalığı ortaya çıkmaktadır. Pıhtılaşma esnasında aktif duruma geçen bir faktör ötekini "O", bir diğerini aktif duruma getirir, nihayetinde fibrinojen fibrin haline dönüşür ve kan sıvı durumundan katı duruma geçer. Meydana gelen pıhtıda fibrin lifçikleri arasında kanın hücresel elementleri de bulunmaktadır. Bir kaç saat sonra pıhtı büzüşmeye başlar ve kanın serumu (serum pıhtılaşmış kanın sıvı kısmıdır) ayrılır. Pıhtılaşma iki ayrı sistem ile başlayabilir. 1* Ekstrensek sistemde pıhtılaşma. Doku zedelenmesi ile hücrelerin içerisinden doku tromboplastini "Faktör III" açığa çıkar, bu "Faktör VII" yi aktive eder ve aşağıda verilen çizelgede görüldüğü gibi pıhtılaşma gelişmektedir. 2* intrensek sistemde pıhtılaşma: Burada ilk aktive olan Faktör XII’dir. Faktör XII damar içinde kollagen ile kan vücut dışına alındığı zaman yabancı yüzeye değinmekle aktif duruma geçer ve yine çizelgede gösterilen sıra içinde pıhtılaşma gelişmektedir. Pıhtılaşma esnasında iyonize Ca + + da gereklidir. Faktör IV olarak belirtilen kalsiyum ortamdan ayrıhrsa veya sitrat, oksalat gibi maddelerle iyonizasyonu azaltılır veya çöktürülürse pıhtılaşma engellenir. Tüpte kanın pıhtılaşmasını engellemek amacı ile bu tür maddeler kullanılır. Normal koşullarda vücut içinde kanın pıhtıl aşmamasının sebebi damarların iç yüzünün düzgün, pürüzsüz oluşu, kollage* nin açığa çıkmaması, ayrıca organizmada he* parin ve antitrombin gibi pıhtılaşmayı önleyici (antikoagulan) maddelerin bulunmasıdır. Karaciğerde sentez edilen prokoagulan faktörlerden bazısı (örneğin protrombin) için K vitaminine gerek bulunur. Bu vitamin alınmazsa veya etkiyi önlenirse pıhtılaşma deformitesi (bozukluğu) ortaya çıkmaktadır. Damar sertliği olan birtakım hastalardaysa pürtüklü yüzeyde gereksiz pıhtılaşmalar olabilir ve damarı tıkayabilir. Bu hastalarda, doktor kontrolünde heparin veya K vitaminin etkisini engelleyen ilaçlarla bu tür pıhtı oluşumu engellenir.
İlgili aramalar: pıhtılaşma nasıl olur, pıhtılaşma nasıl gerçekleşir, kan nasıl pıhtılaşır, pıhtılaşma nedir
Aglütinasyon
Sponsorlu Bağlantılar:
Aglütinasyon Nedir?
Aglütinasyon, uygun bir sıvı ortamında, partiküler formdaki antijenlerle antikorların bağlandıktan sonra kompleks yapılar oluşturarak bir arada kümelenmesine denir. Aglütinasyon reaksiyonunda IgM sınıfı antikorlar, IgA ve IgG sınıflarından daha çabuk etki göstermektedirler.
İlgili aramalar: aglütinasyon, aglütinasyon nedir
Aglütinasyon, uygun bir sıvı ortamında, partiküler formdaki antijenlerle antikorların bağlandıktan sonra kompleks yapılar oluşturarak bir arada kümelenmesine denir. Aglütinasyon reaksiyonunda IgM sınıfı antikorlar, IgA ve IgG sınıflarından daha çabuk etki göstermektedirler.
İlgili aramalar: aglütinasyon, aglütinasyon nedir
Addison Hastalığı
Sponsorlu Bağlantılar:
Addison Hastalığı
Addison Hastalığının Nedenleri: Böbreküstü bezlerinde doku yıkımına bağlı bir şekilde hormon yapımının durması ile gelişmektedir.
Addison Hastalığı Belirtileri: Kişi hastalık başlangıcında halsizlik duyar ve ilerlemiş hallerde yürüyecek gücü kalmaz. Zamanla zayıflar. Tansiyonu sürekli düşük olmaktadır. Addison Hastalığı’nın bu sayılanlardan daha genel belirtisi ise deri renginin koyu bir hal almasıdır. Deri bilhassa yüz, el ve kollarda koyu, bronz bir renge bürünür. Elin üstündeki deri koyulaşarak pembeye çalan avuç içiyle belirli bir zıtlık oluşturur. Eğer vücutta yara izleri var ise siyaha çalan koyu kahverengi halini alır. Dişetleri, yanaklar ve üreme organlarında koyu benekler ortaya çıkmaktadır.
Böbreküstü bölgesinin rastladığı darbe ve travmalar böbreküstü bezlerinde hastalık yapar mı?
Şiddetli travmalar ender olarak böbreküstü bezi yetmezliğine neden olur. Bu duruma daha çok erken ve zor doğan bebeklerde rastlanır.
Addison hastalığına sadece verem hastalığı mı yol açar?
Hayır. Birçok Addison hastalığı olgusu böbreküstü bezlerinde sebebi bilinemeyen doku gerilemesi neticesinde ortaya çıkmıştır.
Addison Hastalığı bulaşıcı bir hastalık mıdır?
Hayır. Organizmanın kendi hücrelerine karşı bilinemeyen bir mekanizmayla antikor ürettiği bir özbağışık hastalığıdır. Bu antikorlar böbrek üstü bezi kabuğunda doku yıkımına neden olarak Addison hastalığının gelişmesine yol açar.
Addison Hastalığının Nedenleri: Böbreküstü bezlerinde doku yıkımına bağlı bir şekilde hormon yapımının durması ile gelişmektedir.
Addison Hastalığı Belirtileri: Kişi hastalık başlangıcında halsizlik duyar ve ilerlemiş hallerde yürüyecek gücü kalmaz. Zamanla zayıflar. Tansiyonu sürekli düşük olmaktadır. Addison Hastalığı’nın bu sayılanlardan daha genel belirtisi ise deri renginin koyu bir hal almasıdır. Deri bilhassa yüz, el ve kollarda koyu, bronz bir renge bürünür. Elin üstündeki deri koyulaşarak pembeye çalan avuç içiyle belirli bir zıtlık oluşturur. Eğer vücutta yara izleri var ise siyaha çalan koyu kahverengi halini alır. Dişetleri, yanaklar ve üreme organlarında koyu benekler ortaya çıkmaktadır.
Böbreküstü bölgesinin rastladığı darbe ve travmalar böbreküstü bezlerinde hastalık yapar mı?
Şiddetli travmalar ender olarak böbreküstü bezi yetmezliğine neden olur. Bu duruma daha çok erken ve zor doğan bebeklerde rastlanır.
Addison hastalığına sadece verem hastalığı mı yol açar?
Hayır. Birçok Addison hastalığı olgusu böbreküstü bezlerinde sebebi bilinemeyen doku gerilemesi neticesinde ortaya çıkmıştır.
Addison Hastalığı bulaşıcı bir hastalık mıdır?
Hayır. Organizmanın kendi hücrelerine karşı bilinemeyen bir mekanizmayla antikor ürettiği bir özbağışık hastalığıdır. Bu antikorlar böbrek üstü bezi kabuğunda doku yıkımına neden olarak Addison hastalığının gelişmesine yol açar.
11 Mart 2015 Çarşamba
Tek Böbrekle Yaşanır Mı?
Sponsorlu Bağlantılar:
Tek Böbrekle Yaşanır Mı?
Sağlıklı yaşayabilmemiz için her iki böbreğimize de gerek var mı diyecek olursak cevabımız hayır olur. Böbreklerin işlevsel elastikiyeti vücudun isteklerine büyük ölçüde uyum göstermektedir. Bundan dolayı böbrek yetmezliğinin belirti vermesi, her iki böbreği de etkisi altına alan mühim ve yaygın işlevsel bozuklukların göstergesidir. Bir böbreğin çıkanlması böbrek yetmezliğine neden olmaz. Lakin bir böbrek ve öbür böbreğin yarısı çıkartıldığında yetmezlik belirtileri görülmektedir.
Sağlıklı yaşayabilmemiz için her iki böbreğimize de gerek var mı diyecek olursak cevabımız hayır olur. Böbreklerin işlevsel elastikiyeti vücudun isteklerine büyük ölçüde uyum göstermektedir. Bundan dolayı böbrek yetmezliğinin belirti vermesi, her iki böbreği de etkisi altına alan mühim ve yaygın işlevsel bozuklukların göstergesidir. Bir böbreğin çıkanlması böbrek yetmezliğine neden olmaz. Lakin bir böbrek ve öbür böbreğin yarısı çıkartıldığında yetmezlik belirtileri görülmektedir.
Bronkopnömoni Nasıl Bir Hastalıktır?
Sponsorlu Bağlantılar:
Bronkopnömoni Nasıl Bir Hastalıktır?
Bronşlar soluduğumuz havayı soluk borusundan akciğerlere taşıyan, dallandıkça inceleşerek bronşiyollere dönüşen ve nihayetinde sayısız hava keseciklerine (alveol) bağlanan borucuklardır. Bronşlardan geçerek hava keseciklerine giren havadaki oksijen ince çeperli kılcal damar ağından kana geçerek dokulara taşınır. Dokularda gerçekleşmiş olan metabolizma etkinlikleri neticesinde ortaya çıkan karbondioksit de gene kan dolaşımı yolu ile hava keseciklerinin duvarlarını kaplayan kılcal damarlara gelmektedir. Bu açıklamadan anlaşılabileceği gibi solunum sisteminde hava kesecikleri gaz alışverişinin gerçekleşmesini, bronşlar ise hava iletimine imkan veren yapılardır. Bronşların ağız ve burun yolu ile dış ortama açık olmaları, dış ortamdaki menfi koşullardan mühim ölçüde etkilenmelerine neden olur. Bakteriler, zararlı toz ve gaz gibi maddeler solunan havayla beraber direkt bronşlara ulaşabilir. Fakat bronşlar birçok defans sistemiyle donatılmıştır. Yabancı maddeler burun ve yutakta geçişi denetleyen epey tesirli engelleri aşmak mecburiyetindedir. Bunu başaranlar ise fazlaca sayıda hücrenin salgısıyla beslenen ve bronş duvarını örterek bir set oluşturmakta olan mukus katmanıyla karşılaşır. Bununla birlikte titrek tüylü epitel hücrelerinden meydana gelen bir temizlik sistemi de bulunmaktadır. Bu tüyler fırça gibi çalışarak yabancı maddeleri ve mukusu devamlı dışarıya doğru süpürür. Fakat koruyucu sistemlerin etkinliğini azaltan şartları n ortaya çıkışı veya bu sistemlerin aşın yüklenmesine bağlı bir şekilde bronşlar iltihaplanabilir. Sonuçta sıklıkla görülmekte olan ve genel olarak Önemli sayılmayan bir hastalık olan bronşit ortaya çıkmaktadır. Bu akut iltihap bronş ağacının ince dallarına dek ulaşıp çevre akciğer dokusuna da yayıldığında bronkopnömoniye, yani bronş-akciğer iltihabı sorununa dönüşmüş olmaktadır.
İlgili aramalar: bronkopnömoni, bronkopnömoni nedir, bronkopnömoni nasıl bir hastalıktır, akciğer iltihabı nedir
Bronşlar soluduğumuz havayı soluk borusundan akciğerlere taşıyan, dallandıkça inceleşerek bronşiyollere dönüşen ve nihayetinde sayısız hava keseciklerine (alveol) bağlanan borucuklardır. Bronşlardan geçerek hava keseciklerine giren havadaki oksijen ince çeperli kılcal damar ağından kana geçerek dokulara taşınır. Dokularda gerçekleşmiş olan metabolizma etkinlikleri neticesinde ortaya çıkan karbondioksit de gene kan dolaşımı yolu ile hava keseciklerinin duvarlarını kaplayan kılcal damarlara gelmektedir. Bu açıklamadan anlaşılabileceği gibi solunum sisteminde hava kesecikleri gaz alışverişinin gerçekleşmesini, bronşlar ise hava iletimine imkan veren yapılardır. Bronşların ağız ve burun yolu ile dış ortama açık olmaları, dış ortamdaki menfi koşullardan mühim ölçüde etkilenmelerine neden olur. Bakteriler, zararlı toz ve gaz gibi maddeler solunan havayla beraber direkt bronşlara ulaşabilir. Fakat bronşlar birçok defans sistemiyle donatılmıştır. Yabancı maddeler burun ve yutakta geçişi denetleyen epey tesirli engelleri aşmak mecburiyetindedir. Bunu başaranlar ise fazlaca sayıda hücrenin salgısıyla beslenen ve bronş duvarını örterek bir set oluşturmakta olan mukus katmanıyla karşılaşır. Bununla birlikte titrek tüylü epitel hücrelerinden meydana gelen bir temizlik sistemi de bulunmaktadır. Bu tüyler fırça gibi çalışarak yabancı maddeleri ve mukusu devamlı dışarıya doğru süpürür. Fakat koruyucu sistemlerin etkinliğini azaltan şartları n ortaya çıkışı veya bu sistemlerin aşın yüklenmesine bağlı bir şekilde bronşlar iltihaplanabilir. Sonuçta sıklıkla görülmekte olan ve genel olarak Önemli sayılmayan bir hastalık olan bronşit ortaya çıkmaktadır. Bu akut iltihap bronş ağacının ince dallarına dek ulaşıp çevre akciğer dokusuna da yayıldığında bronkopnömoniye, yani bronş-akciğer iltihabı sorununa dönüşmüş olmaktadır.
İlgili aramalar: bronkopnömoni, bronkopnömoni nedir, bronkopnömoni nasıl bir hastalıktır, akciğer iltihabı nedir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)