30 Eylül 2014 Salı
Trans Yağ Nedir?
İnsan vücudu için en zararlı olan yağlar trans yağlardır. Bu tür yağlar daha çok margarinlerde, bisküvilerde, pastalarda, cipslerde, kurabiyelerde ve rafine yiyeceklerde bulunmaktadır. Trans yağlar sağlık yönünden çok zararlıdır ve kilo aldırarak obeziteye davetiye çıkarırlar.
Margarinler, sıvı yağların yüksek ısıda hidrojen gazı ile işlenip katı duruma gelmesiyle oluşmaktadır. Bu hadise yağın molekül yapısını değiştirdiği gibi vücudumuzda bulunan etkisini de farklılaştırır. Margarinler bir anlamda doğal yağ değil, insan yapımı (suni) yağlardır ve sağlığa zararlıdır.
Margarin yiyen kişilerde kalp hastalığı rizikosu yüzde 50 artmaktadır. Aldığınız hazır besinin; bisküvi, kurabiye ya da kekin etiketinde içeriğinde hidrojenize bitkisel yağ kullanıldığı yazıyorsa, o gıdada trans yağlar vardır ve sağlığa zararlıdır. Margarindeki yağlar tereyağından daha zararlıdır. Sağlıklı bir beslenme için, günlük yağ tüketimi mümkün mertebe azaltılmalıdır.
Böbrek Nakli Kimlere Yapılır?
Böbrek nakli ihtiyacı olan herkese imkan oldukça yapılmaya çalışılır. Fakat yeterli bağışçı olmadığından böbrek nakli belirli kriterlerin olduğu bir sıra dahilinde yapılır. Örnek verecek olursak sırası geldi diye 65 yaşındaki bir insanın böbreğini 16 yaşında olan bir çocuğa takmak istemeyiz, genelde. Çünkü organın yaşı ömrünü tayin eder. İnsanın nasıl bir ömrü varsa organlarında ömrü vardır. Böbrekte yaşlandığında onun ömrü kısalır. Bu sebeple genç birine genç bir organ takmak daha yerinde bir uygulama olur. Ama bütün tıbbi değerler eşit çıkarsa o zaman hastanın üretime katkısına bakarız. Bu subjektif bir kriterdir Aslında, ama topluma katkısını da dikkate almamız gerekir. Ekip olarak bu analizi de bir konseyle yapar ve en doğru hastayı tayin ederiz. Bugüne kadar 450 kadavradan organ nakli yaptık ve hiç bir nakilden sonra niye ona taktın da bana takmadın diyen bir kişi bile olmamıştır.
Böbrek Nakli İçin Uygun Hasta Nasıl Belirlenir?
Son muayene de çok önemli. Misal; en iyi verilere sahip olabilirsiniz ama o sırada gripsinizdir ya da dişinizde iltihap vardır. O zaman sizi seçemeyiz. O yüzden uygun adayın belirlenmesinde herkes eşittir. Bu sistemde kimin kaç puan aldığına ilişkin de bir tutanak tutarız ve altına imzamızı atarız. Bundan sonra gönül rahatlığı ile o organı o kişiye naklederiz. Başarılı oluruz ya da olmayız. O ayrı mesele ama uygun olan yapılmıştır. Bunun esasında de başta demiş olduğum felsefe vardır; O böbrek ya da karaciğer topluma verilmiş en kıymetli hediyedir.
Böbrek Naklinde Doku Uyumu
Organ nakli ameliyatlarında doku uyumuna sadece böbrek naklinde bakılır. Yani ne karaciğer, ne pankreas, ne ince bağırsak ne de kalp naklinde doku uyumuna bakılmıyor. Böbrekte de doku uyumu birazdan ayrıntılı anlatacağım. Peki nedir bu doku uyumu?
Doku uyumu benzetmek gerekirse kan grubu gibidir. Dokuların üçünü anneden, üçünüde babadan almaktayız. Yani genel olarak doku uyumumuz annemizle %50, babamızla %50'dir. Kardeşlere baktığımızda bu oran daha yüksek olabilir ha tta bazı zamanlarda iki kardeş arasında bulunan doku uyumu %100 yani altıda altı olabilir.
Böbrek nakli için gerekli olan doku uyumu oranı nedir?
Ülkemizde biz bu işe başlayana dek söylenen altıda üçün altında nakil yapılamayacağıydı.
Evet, diyalize girerken hep bunu konuşurduk arkadaşlarla. doktorlarla sorduğumuzda ise çok tavsiye etmediklerini ama denenebileceğini söylerlerdi. Biz de acaba mı diye kara kara düşünür dururdul. Doku uyumsuz böbrek naklinde neden böyle bir tedirginlik vardı?
Bu konuda bir çalışma var, Alman Heiderberg Üniversitesinin yaptığı geniş bir çalışma bu. Buna göre doku uyumu böbrek naklinde çok ama çok önemlidir ve uyum azaldıkça yani altıdan beşe, altıda beşten dörde, dörtten üçe, indikçe beş sene sonunda böbreğin çalışmasında yüzde 40'lık bir fark olur.
Böbrek Nakli Ne Kadar Sürer?
Hastanın ve takılacak olan böbreğin damar yapısında daha önce geçirmiş olduğu cerrahi operasyonlarda bir sorun yok ise ya da hasta çok tombul değilse biz bugün bir böbrek nakledilmesi ameliyatını yaklaşık 1,5 saatte bitirmekteyiz.
Böbrek nakli operasyonları ilk yapılmaya başlandığında ortalama 6-8 saat sürmekteydi. Tabiki bunları derslerde okuduk. Örnek verecek olursam ben hiç 6-8 saatlik bir ameliyata girmedim. ABD'de organ nakledilmesi uzmanlığı yaparken ise bu ameliyatlar ortalama 3,5 saat sürmekteydi. Tabi ki bu da hastanın durumuna bağlıdır. Yani hastada ek bir patoloji yok ise genelde süre bu kadar olurdu.
Böbrek Nakli Ameliyatı Zor Mu?
Bu soruyu bu şekilde değil de, böbrek nakli ameliyatı cerrah için zor bir ameliyat mıdır? diye soracak olursanız, cerraha göre değişir derdim. Bu ameliyatı 10 kere yapmışsan zor gelebilir, 50 kere yapmışsan da zor gelebilir ama bin beşyüz kere yapmışsan zor bir ameliyat olmaktan çıkacaktır.
Bir cerrahın böbrek nakli ameliyatında uzmanlaşması için 50 az bir sayı mıdır?
Az bir sayıdır tabiki. Şöyle söyleyeyim, 50 Amerika'da transplant cerrahisi diploması alınması için yapılması lazım olan nakil sayısıdır. Onun üzerine birde deneyim koymak gerekir ki bu konu hakkında uzman cerrah için deneyim çok ama çok önemlidir. O yüzden cerrah için ne kadar deneyimli olursanız olun, çok zor böbrek nakilleriyle de karşılaşabilirsiniz.
Böbrek Nakli Ameliyatı Neden Zordur?
Hem vericinin yani taktığınız böbreğin, hem de alıcının damar yolundaki anomaliler, atardamarlarındaki yoğun kireçlenmeler ameliyatı zorlaştırabilir. Ha tta çok zorlaştırabilir. Mesela, 50 yaşındaki bir hastanın atardamarı bütünüyle kireçlenmişti bundan ötürü bunu önce suni damarla değiştirmek ve böbreği bu suni damara bağlamak zorunda kaldığım bir vaka vardı. Bir diğerinde ise ana atardamarın içi kireçlenme nedeniyle ikiye bölünmüştü, bizde sağlam olan damarın, bulmuş olduğumuz duvarına böbreğin atardamarını bağlamıştık. Aynı şekilde bir başka hastamıza takacağımız böbreğin tam dört ayrı damarı bulunmaktaydı, bunun üzerine her birini tek tek damara dikmek zorunda kalmıştık. Yani kolay gibi görünen böbrek nakledilmesi ameliyatı kimi zaman çok zor da olabilir ama bu gerçekleştirilemeyeceği manasına gelmez. Sınırları her zaman zorlamakta hasta adına fayda vardır, bunu hiç bir zaman unutmamamız gerekir.
Böbrek Nakli Nedir?
Böbrek naklini canlı ya da ölmüş birisinden alınmış organın böbrek yetmezliği olan bir hastaya nakledilmesi olarak tanımlayabiliriz.
Bu ameliyat sonrasında hasta birtakım ilaçlar kullanır ve bunun dışında bütünüyle olağan hayatına geri döner. Yani eskisi gibi çalışabilir. Kadınlar isterse çocuk sahibi olabilir, onlar artık normal sağlıklı bir insandırlar. Ama az önce vurguladığım ve her seferinde de vurgulayacağım üzere en önemlisi hastaların yaşam süresi uzar.
Böbrek Naklini Diyalize göre daha iyi kılan bir başka neden ekonomik boyuttur.
Özelde böbrek genelde organ nakledilmesi bireysel bir hastalıkla sınırlı kalmıyor. Bunun devlete de bir maliyeti var. bir diyaliz hastasının devlete maliyeti yıllık 50 bin TLdir.
Bu böbrek nakledilmesi gibi bir durum söz konusu olunca ilk sene için 30 bin TL, Ama ondan sonraki yıllarda da bu rakam 12 bin TL'ye düşüyor. Bakanlığın yaptığı çalışmalara göre aradaki fark nedeniyle yıllık kayıp bir milyar doları aşıyor. Buna hastaların çalışmaması ve üretememesinden kaynaklanan iş gücü kaybı dahil değildir. Tabii bu aynı zamanda sorunun ne kadar büyük bir ekonomik pasta yarattığının göstergesidir. Mesela birtakım diyaliz merkezlerinin, hastaları böbrek nakline ikna etmediği, ha tta nakil olup ne yapacaksın, ailenden birini yarım mı bırakacaksın, böbrek atıp gidecek, yazık değil mi gibi sözler söylediği iddia edilir.
Bu tür şikayetler basına yansıdığı gibi bizlere de hastalar vasıtasıyla geliyor. Nitekim geçenlerde bir çocuk geldi, tam on bir yıldır diyalize giriyormuş. Neden nakil olmadın, ailenden verici mi yoktu diye sorduğumuzda, Hayır yanıtını aldık. Bunun üzerine Acaba kan grubu uymuyordu ve kan grubu uyumsuz nakillerden haberdar mı değildi diye düşündük ama biraz daha konuşunca anladık ki sorun bu değilmiş. Çocuğa ve ailesine periton diyalizle böbrek naklinin aynı şey olduğu, aynı kaliteyi sunduğu söylenmiş. Ne yazık ki böyle bir tabloyla karşı karşıyayız Bu tür olayları öyle tek tük falan yaşamıyoruz. Bundan ötürü bu tür sözleri yalnızca bilgisizlik ile değerlendirmek de bu kadar büyük bir ekonomik pastadan pay alanların sistemin bozulmasını istemediklerini görmemek saflık olur. Oysa nakil olan bir hasta hayata katılır. Bakın siz çalışan, üreten bir bireysiniz, artık hasta değilsiniz.
Böbreğin Vücuttaki Görevleri
Yediklerimiz, içtiklerimiz faydalı besinlerin yanı sıra birtakım yan maddeler de içerir ki, bunları vücuttan atmamız gerekir. Bunları da sıvı olarak, yani idrarla atarız. Yani böbrek, halk arasında da söylendiği üzere vücutta bulunan zehirli maddeleri süzen organdır ama görevleri bundan ibaret değildir.
Kansızlığı engeller, vücudumuzdaki asit-baz dengesini korur ve hormonal açıdan da mühim roller oynar. Ayrıca kalbimizden çıkan kanın 3/1'i böbreklere gider. Zaten böbrek, kan damarlarından meydana gelmiş bir yumaktır ve çok önemlidir. O olmazsa hayatımızı kaybederiz. Tıpta vücudu ne yönetir, sorusuna hemen her doktor uzmanlık alanına göre cevap verir.
Kardiyologlar bu soruya kalp der, işte gastrologlar bağırsak, nefrologlar da böbrek der. Ama esasında vücut bir orkestradır ve her organın tıpkı bir enstrüman gibi farklı ve özel bir işlevi vardır. Böbrek de bu orkestranın en mühim enstrümanlarından bir tanesidir.
Beyaz Ekmeğin Zararı ve Kalorisi
Ülkemizin bana göre en mühim beslenme problemlerinden biri, beyaz ekmek yeme alışkanlığıdır. Beyaz ekmek ülkemizde alınan günlük kalori ihtiyacının hemen hemen %30 ila %40'ını oluşturmaktadır.
Kültürümüzde ekmeksiz yemek yeme alışkanlığı da olmadığından ekmek, özellikle Anadolu'da en fazla tüketilen yiyecek maddesidir. Eskiden köylerde tam buğday unundan ekmek yapılmakta iken bugün bu alışkanlık bırakılmış ve köylerin çoğunda fırınlar açılıp beyaz ekmek tüketimi hızla artmıştır.
Beyaz ekmek hiç bir doyurucu değeri olmayan, posa, vitamin ve minerallerden yoksun bir ekmektir. Buğdayın içerisindeki bütün değerlerden yoksun bir ekmektir. Buğdayın içerisindeki bütün değerli yiyecek maddeleri atılmıştır.
Bu ekmekle yalnızca mide doldurulmakta, açlık yatıştırılmakta, bunun karşılığında da kan şekeri yükselmekte, bağırsaklarda hastalıklar ortaya çıkmakta ve gerekli vitamin ve mineraller alınamamaktadır.
Tam buğday unu ile yapılmakta olan ekmekte ise çinko, iyot, E vitamin, omega 3 ve omega 6 yağ asitleri, kalsiyum, D vitamini, protein ve karbonhidratlar vardır ve bu ekmekle beslenen kişilerde şeker hastalığı, şişmanlık, kalp ve damar hastalıkları ve kanser daha az görülmektedir.
Tam buğday ekmeğinde posa ve kepek olduğundan kabızlık yapmaz.
Bu kadar doyurucu değeri olan tam buğday ekmeği yerine beyaz ekmek yiyen kişilerde ileri dönemde şeker hastalığı, kalp ve damar hastalıkları ve tansiyon yüksekliği mutlak suretle çıkacaktır. Bundan ötürü beyaz ekmek yerine tam buğday ekmeği yiyerek sağlıklı beslenmeye çalışmamız gerekir.
29 Eylül 2014 Pazartesi
Castleman Hastalığı Nedir?
Castleman hastalığı lenf düğümlerini ve vücudun başka bağışıklık hücre yapılarını etkisi altına alan ve ender görülmekte olan bir hastalıktır. Dev lenf nodu hiperplazisi, anjiyofolliküler lenfoid hiperplazisi gibi isimlerle de bilinen Castleman hastalığı bir lenfoproliferatif deformitesi (bozukluğu) olarak sınıflandırılır. Bu, lenfatik hücrelerin aşırı büyümesi manasına gelmektedir.Castleman hastalığı, aşırı hücre büyümesi ile karakterize edilen lenf sistemi kanserlerine (lenfoma) benzer. Castleman hastalığı kanser olarak kabul görmez ama lenfoma dediğimiz kanser türü açısından yüksek risk taşır. Tedavisi ise, hangi tür Castleman hastalığına sahip olduğunuza göre değişir.
28 Eylül 2014 Pazar
Bahar Nezlesi (Vernal Konjuktivitis)
Daha çok çocuk ve gençlerde rastlanılan bu göz hastalığı çift yönlü bir konjuktivitis şeklidir. Her ne kadar adını bahar mevsiminden almış olsa da yaz mevsiminde ortaya çıkmaktadır. Erkeklerde ve sıcak iklimlerde yaşayanlarda daha çok görülür.
Semptomlar; Kaşıntı, ışıktan rahatsız olma, gözde sulanma ve göz kapaklarında şişlik hissidir. Vernal konjuktivitis iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Palpebral form ve bulbar form. Bazen iki şeklin de kombine olduğu olgular olabilir.
1. Palpebral form´da üst kapak konjuktivasında daha belirgin olmak üzere bütün konjuktivanın kırmızı renkte olduğu görülür. Papiller dediğimiz konjuktivada poliglonal ve hipertrofik şekil gösteren sert, kabarık, üstleri düz olan ve mavi beyaz renkte süt görünümünde kabartılar mevcuttur.
2. Bulbar form ise palpebral kadar karakteristik değildir. Kızarıklık hafiftir ve jelatinöz kabarık kalınlaşmalar limbusta nodül ya da halka biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bazen interpalpebral ya da subtarsal alanları tutar ya da komşu kornea kenarına doğru hareket eder ve Bowman zarını bozabilir. Bahar nezlesi; folikül, papil, marjinal infiltrat gösteren trahom, inklüzyon konjuktivitisi, limbal granüloma, phylicten ya da episkleritisden ayırt edilmesi gerekmektedir. Kaşıntı, eozinofil egemenliği ve inklüzyon yokluğu karakteristik olup ayırıcı tanıda önemlidir.
Tedavisi semptomatiktir. Kortizonlu damla ve pomadlar supresyon amacı ile kullanılır. Ayrıca kriyoterapi ve cerrahi tedavisi de mevcut olup çok büyük vejetasyonlarda tarsektomi ve eksizyon önerilmektedir.
Ankilozan Spondilit
Bir ya da birden fazla omurga kemiğinin iltihaplanması durumudur. Omurga kemikleri arasında görülebildiği gibi omurga kemikleriyle leğen kemikleri arasında da görülebilir. Sonuç olarak etkilenen kemik yüzeyleri birleşme eğilimine girmektedirler.
Hastalığın nedeni bilenmemektedir, fakat genetik faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Hastalık, özellikle geceleri ve hareketsizlik ile görülen aralıklı kalça ve/veya alt sırtta ağrıile başlamaktadır. Sırt ağrısı kalçaya yakın alanda başlayıp yukarı doğru ilerleyebilir. Ağrı, öne doğru eğilme ile azaltılabilir. Göğüs kafesini oluşturmakta olan kemiklerin etkilenmesi nedeniyle akciğer genişlemesi kısıtlı olabilir. Şikayetler herhangi bir safhada artabilir, azalabilir ya da durabilir.
Genelde 20-40 'li yaşlarda görülür, fakat on yaş altında da görülebilir. Daha çok erkeklerin etkilenmekte olduğu görülmüştür. Belirtileri alt sırt ağrısı, boyun ağrısı, kalça ağrısı, hareketlerde kısıtlılık, topuk ağrısı, ateş, yorgunluk, eklem ağrısı ve şişliği, iştah azalması ve ağırlık kaybı olabilir. Tedavideki gaye eklem ağrısını azaltmak ve meydana gelen sakatlık ile başetmektir. Postür ve soluk alma hareketlerine imkan vermek maksadıyla ağrı kesiciler kullanılabilir.
Anal Fissür
Anal Fissür Nedir?
Makatta bulunan kasların bütünlüğünün çatlama ya da yırtılma yolu ile bozulması olarak tanımlanır. Bütün yaş ve cinsiyetlerde görülebilmekle beraber 60 yaş üzeri erişkinlerde ve küçük çocuklarda tanı konabilmektedir. Sert ve iri dışkının geçişi ile beraber keskin ağrı yakınması belirgindir. Ağrı bir saat kadar sürebilmekte ve başka dışkı geçişi ile yinelenmektedir. Sert bir zemine otururken de ağrı hissi duyulur. Tuvalet kağıdı, iç çamaşırı ya da alt bezinde çizgi halinde kan bulaşması görülebilir. Makat etrafında kaşınma belirgindir. Çocuklar dışkılamayı reddedebilirler.
Anal Fissürün Nedenleri
Anal fissürün nedeni bilinmemektedir, fakat şikayetler makattan sert ve iri dışkının geçmesi ile belirginleşir. Hastalığın görülme olasılığı kabızlık, lösemi, Crohn hastalığı, bağışıklık sistemi yetmezliği hastalıkları ve birden fazla gebelik ile beraber artmaktadır.
Megalomani Nedir?
Megalomani, öncelikli nitelikleri zenginlik, güç veya her şeye gücü yetme olan, kuruntudan ibaret fanteziler içeren psiko-patolojik bir haldir. “Megalomanin öncelikli özelliği şişirilmiş bir özsaygı, bireyleri güç ve inançlarını olduğundan büyük görmektir.” Tarihte, bu eski isim ilk olarak 1968 yılında, Heinz Kohut tarafından narsistik kişilik deformitesi (bozukluğu) için kullanıldı ve o günlerde bunun klinik olmayan dengiydi. Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’nda (DSM) veya Uluslararası Hastalık Sınıflandırması’nda (ICD) megalomaniden bahsedilmemektedir. Megalomani kelimesi Yunanca büyük manasında olan “megalo” ve delilik, aşırılık manasına gelen “mania”, sözcüklerinden türemiştir.
Bertrand Russell’dan şu aktarma, megalomani hakkındaki yorumunu verir: “Megalomanyak narsistten, alımlı olmak yerine güçlü olmayı istemesi ve sevilmekten çok kendisinden korkulmasını istemesi bakımından farklılık gösterir. Bu özellik birçok akıl hastasında ve tarihteki büyük insanların çoğunda vardır.”
Uzm. Dr. Gökçe KÜÇÜKYAZICI
Amnezi Türleri
Travmatik Amnezi: Kafatasına alınan darbeler sonucu meydana gelen travmatik amnezi genelde geçici bilinç kaybına yol açar. Ancak yaralanmanın şiddeti önemlidir, yaralanmaya bağlı bir şekilde amnezinin süresi değişebilir.
Anterograd Amnezi: Yeni olayların ya da bilgilerin uzun süreli belleğe aktarılamaması durumuna anterograd amnezi denir. Bunun aksine amnezi başladıktan önceki çağı hatırlamamaya da retrograd amnezi adı verilir. Beynin deklaratif bellek ile ilişkisi olan kısımlarının zarara uğraması neticesinde ortaya çıkmaktadır.
Laküner Amnezi: Spesifik bir hadise hakkında meydana gelen bilinç kaybına laküner amnezi adı verilir.
Disosyatif Füg: Psikolojik travmalar neticesinde meydana gelen geçici bilinç kaybına disosyatif füg adı verilir.
Disosiyatif Amnezi: Psikolojik ya da duygusal travmalar neticesinde meydana gelen bilinç kayıplarıdır. Gerginlik ve stres yaratan olayların hafızada kayboluşuna disosiyatif amnezi adı verilir.
Korsakov Sendromu: Aşırı miktarda alkol tüketimiyle meydana gelen B1 vitamini eksikliği beyinde hasara yol açar bu da amneziyi harekete geçirir.
İnfantil Amnezi: Çocukluk çağındaki anıların hatırlanmamasına infantil amnezi denir.
Global Amnezi: Travmatik bir hadise neticesinde tam bilinç kaybıdır.
Posthipnotik Amnezi: Hipnoz esnasında olayların unutularak tekrar hatırlanmasının mümkün olmamasına posthipnotik amnezi adı verilir.
Psikojenik Amnezi: Amnezi nedeni olarak psikolojik etmenler gösterilmektedir.
Kaynak Amnezisi: Bir hatıranın kendini değil de kaynağını bilinmemesine kaynak amnezisi denir.
Amnezi Nedir?
Hafızanın sorunlu olması, bozukluğa uğraması halidir. Ani bir şekilde olabilir. Amnezi yani bilinç kaybı unutkanlık anlamına gelmez. Belirli bir çağa ait hiç bir şey hatırlanmaz. O sürecin öncesi ve sonrasını hatırlamak ile ilgili problem görülmeyebilir. Amnezin nedenleri organik ya da fonksiyonel nednlerle olabilir. Geçirilen hastalıklar veya travma sebebiyle beynin zarar görmesi ya da belirli (çoğu kez sedatif yani yatıştırıcı) maddelerin kullanılması organik nedenlerdendir. Fonksiyonel nedenler psikolojik etkenlerdir, defans mekanizmaları gibi. Histerik travma-sonrası (post-travmatik) amnezi bunun örnekleridir.
Zihnimizde kayıt edilen bilgileri saklama ve tekrar çağırma gücüne bilinç denir. Geçmişle bağ kurmamıza imkan veren bilinç türlü hastalıklar ya da travmalar neticesinde zarar alabilir. Bunların neticesinde hasta farkına bile varmadan ani amnezi yani bilinç kaybı oluşabilir. Halk arasında amnezi ve unutkanlık karıştırılır fakat amnezide unutkanlıktan değişik olarak beyinsel yeteneklerde bozulmalar, psikolojik etkiler, davranış bozuklukları, sanrı(halüsinasyon)gibi rahatsızlıklar gözlemlenmektedir.
Akraba Evliliği Sakıncalı Mıdır?
Akraba evliliklerinde özürlü çocuk doğma riski iki misline çıkmaktadır. Bundan ötürü akraba evliliği yapmayı düşünen çiftlere evlilikten önce mutlak suretle genetik danışmanlık almaları tavsiye edilir. Danışmanlık amacıyla başvuru yapan kişilere öncelikle ayrıntılı bir biçimde bir soy ağacı çıkartılıyor. Soy ağacında ailede herhangi bir anomali, zeka özürü, düşükler ve ölü doğumlar saptanmış ise risk daha da artar. Akraba evliliği sonucu ortaya çıkabilecek hastalıkların hepsinin çocuk doğma dan evvel anne karnında iken taranması teknik anlamda dünyanın hiç bir yerinde mümkün değildir. Ancak ailede tanısı belli olan bir hastalık var ise ya da çiftin hasta çocukları var ise anne karnındaki bebek bu hastalık açısından incelenebilmektedir.
26 Eylül 2014 Cuma
Menopoz Döneminde Neler Olur?
Kadınlarımızın hayatındaki önemli dönüm noktalarından bir tanesidir menopoz.
Adetlerin kesilmesi ve doğurganlığın bitmesi anlatılır bu kelime ile. Gerçek kelime anlamı -son adet kanamasıdır. Ortalama 40 yaşlarında, kadınlarda yumurtalıklar, beyinden gelen uyarılara daha az yanıt vermeye başlarlar.
Bu donem klimakterium çağı olarak bilinmektedir. Bu dönemdeki kadınlarda adetler arasında bulunan zaman uzamaya başlar, kanama miktarı azalır, gece terlemeleri ve sıcak basmalar başlamaktadır. Menopoz da Dediğimiz adetten kesilmede işte bu süreçte ortaya çıkar.
Menopoza girme yaşı, ortalama olarak 51 yaş dolayıdır.
Yüz yılımız başlarında 50 yaşı dahi bulmayan ortalama olarak kadın ömrünün, günümüzde 75 yaş dolayında olması menopozdan sonra geçecek olan sürecin önemini arttırmaktadır.
Kadınlarda İdrar Kaçırma
Bütün dünyada yaygın rastlanılan idrar kaçırma sorunu, yurdumuzda da birçok kadının çözüm arayışına girdiği bir konu olmaya devam etmektedir. Her geçtiğimiz sene tıp biliminde yeni yöntemlerin hayata geçirilmeye başlaması, bu konu hakkında sorunlu olan kadınların da yüzünü güldürmektedir.
Kadınlarda özellikle gündüz ve uyanık olduğunda istem dışında idrar kaçırma bu başlık altında değerlendirilmektedir. Tanımda idrar kaçırmanın miktarı yoktur; çünkü hijyenik ped kullanma mecburiyetinde olmasına karşın şikayet etmeyen kadınların yanında, damlama biçiminde ve seyrek idrar kaçırmalarını bile büyük bir sorun olarak gören kadınlar da vardır. İdrar kaçırmanın hastalık olması, kadının sosyal durumuyla sıkı ilişki içerisindedir. Kırsal kesimlerde sorun daha çok yaşlanmadan kaynaklı doğal bir problem gibi görülerek doktora gidilmezken, şehirlerde ve özellikle çalışmakta olan kadınlarda idrar kaçırma ağır depresyon, yalnızlık hissi ve sosyal ilişkilerde azalmaya (idrar kokusu, ıslaklık hissi) neden olarak daha erken dönemlerde tedavi amacıyla doktora gitmeye neden olmaktadır.
İdrar Kaçırma Nedir?
İdrar kaçırma, 30 yaşın üzerinde ki her 4 kadından bir tanesinde görülebilen oldukça yaygın ve ciddi bir sorundur. Bilhassa menopoz sonrası süreçte ve fazla doğum yapmış kadınlarda, bazı zamanlar hiç doğum yapmamış genç kızlarda bile görülebilmekte olan idrar kaçırma rahatsızlığına tıpta "inkontinans" denmektedir. Yapılan araştırmalarda kadınların % 25'i hayatlarının herhangi bir çağında idrar kaçırma sorunu ile yüz yüze kalmaktadırlar. Kadınların ömürlerinin uzamasıyla problem giderek büyümektedir.
İdrar kaçırma; hapşırmak, öksürmek ya da gülmek gibi karın içi basıncın artmış olduğu durumlarda ortaya çıkabileceği gibi daha az çabayla da ortaya çıkabilir.
İdrar kaçırma rahatsızlığının en kötü yanı ise "başım ağrıyor" der gibi rahat konuşulamamasıdır. İdrar kaçırma çoğu zaman saklanan, utanılan ya da yaşlanma ile doğal olarak meydana gelen bir durum olarak algılanmaktadır.
Toplumdaki yaygın oluşuna paralel bir şekilde , arkadaş toplantıları gibi sosyal ortamlarda kişiler arasında bulunan sohbetler sırasında kulak misafiri olunan yanlış bilgiler (örneğin: doğum ve öncelikle de birden fazla doğum yapan kadınlarda, doğal olarak bir miktar idrar kaçırma şikayeti olur! gibi) hastaların bu durumu doğal kabul etmesiyle sonuçlanmaktadır. Ancak kısa bir müddet sonra bu kişilerde, idrar kokusu ve bu şikayete bağlı rahat hareket edebilme özgürlüğünün kısıtlanması nedeniyle sosyal hayat kısıtlanmaktadır. Ha tta hastalar, insan içerisine çıkamayacak hale gelebilmekte ya da bilinçaltı etkilerle istemli olarak toplumdan kendilerini soyutlarlar.
Serviks (Rahim Ağzı) Kanseri
Önceleri en fazla rastlanılan kadın cinsel sistem kanseriyken, smear testi ile kanser öncesi hücrelerin saptanabilmesi ya da kanserin tanısının öncesinden konulabilmesi neticesinde şu anda kadın cinsel kanserleri arasında üçüncü sıklıkta rastlanmaktadır. Rahim ağzında kanser öncesi farklılıklar gösteren hücreler, 5-10 sene gibi uzun bir müddet sonra kansere dönüşmektedirler. Bu da smear testinin önemini ortaya çıkarmaktadır. Smear testi uygulaması neticesinde rahim ağzı kanserine bağlı ölümler %40 azalış göstermiştir.
Serviks Kanseri Risk Grupları:
1. Erken yaşta cinsel münasebet
2. Birden fazla kişiyle cinsel münasebet ya da eşinin birden fazla kadınla ilişkisinin olması
3. Sigara tüketimi
4. Bağışıklık sistemi bozuklukları. Bu gruplar da mevcut olan kadınlarda rahim ağzı kanseri daha sık görülür.
Tavsiye: Rahim ağzı kanseri sıklığının azaltılması ya da erken tanı açısından en mühim test smear testidir. Rahim ağzı kanseri olan hastaların %50'si hiç smear testi yaptırmamış kadınlarda görülüyor. Smear testinin yıl içerisinde bir defa yapılması öneriliyor. Üç sene boyunca yapılmış olan üç test normal ise ve kadında bir risk faktörü yok ise sonra daha az sıklıkta yapılabilir. Yukarıda sözettiğimiz risk faktörleri olan kadınlarda daha sık test yapılabilir.
Doğum Kontrol Hapını Kestim Fakat Adet Göremiyorum
Doğum kontrol hapının kullanılması bırakılmasına rağmen, bazı durumlarda düzenli adetler geri dönmeyebilir. Bu durum ilk üç ayda genelde ortadan kalkar. Ancak bir yıla kadar adet görülmeyen durumlar olabilir. Doğum kontrol haplarının kadın üreme sisteminde kalıcı bir hasar bırakmaları gibi bir durum söz konusu olmadığından adet görememe durumunda uygun tedaviyle veya kendi kendine düzenli adetler tekrar olur. Uygun tedavi için kadın doğum uzmanınızdan yardım alabilirsiniz.
Doğum Kontrol Hapını Kimler Kullanmamalıdır?
- Nedeni henüz belirlenmemiş adet dışı kanaması bulunanlarda,
- Tromboflebit (damar iltihabı) geçiren veya tromboflebit hikayesi bulunanlarda,
- Beyin damarlarında tıkanshy;ma olan veya hikayesi bulunanlarda,
- Vücudun başka organlarında damar tıkanıklığına sebep olan bir durumun varlığında veya öncesinden böyle bir rahatsızlık geçirmiş bulunanlarda,
- 35 yaş ve üzerinde olan ve sigara içen kadınlarda,
- Yetmezlikle seyreden kronik karaciğer hastalığı bulunanlarda,
- İlaç içerisindeki etken maddelere karşı allerjisi bulunanlarda katiyyen kullanılmaz. Migren öyküsü, türlü kalp hastalıkları, nedeni bilinemeyen baş ağrıları, hipertansiyon, diyabet gibi hastalığı bulunanlarda ise ileri incelemeler yapıldıktan sonra doktor kontrolü altında kullanılabilir.
Doğum Kontrol Haplarının Özel Durumlarda Kullanılışı
Doğum kontrol hapları düşük ve kürtajdan hemen sonra başlanabilir.
Anne sütünü bozabileceklerinden emzirme çağında uygulanmaları uygun değildir. Emzirmeyi düşünmeyenlerde ise doğumdan 6 hafta sonra başlanabilir. Daha önce başlandığında damarsal problemler oluşabileceğinden lohusalık çağında kullanılmamalıdır.
Doğum Kontrol Hapı Kullanırken Hamile Kalınır mı?
Düzenli bir şekilde doğum kontrol hapı kullanılması durumunda pratik olarak gebelik imkansızdır. Ancak ilaç alımının unutulması, ilacın son kullanma tarihinin geçmesi veya bilinemeyen birtakım nedenlerle gebelik oluşabilir.
Gebelik oluştuktan sonra anne adayı doğum yapmaya karar verir ise bebeğin gelişimi dikkatli bir şekilde izlenmelidir. Doğum kontrol hapı kullanılması sırasında meydana gelen hamileliklerden doğan bebeklerde ciddi anomalilerin ortaya çıkma olasılığı ilacı kullanmamış olanlara göre çok yüksek değildir. Ancak bu tür olguların bildirildiği bilimsel yayınların sayısı bu konu hakkında bir sonuca varmak amacıyla kafi değildir.
24 Eylül 2014 Çarşamba
Fertilizasyon Nedir?
Yumurtlamayla beraber serbest hale gelen yumurta, tüplerin kasılması ve yumurtalığa komşu kısmının hareketleri sayesinde tüp içerisine alınır. Cinsel ilişkiyi takiben sperm hücreleri vajinadan rahime ve oradanda tüplere geçer. Yumurta ve spermin birbiriyle kaynaşması manasında olan döllenme (fertilizasyon) tüplerde gerçekleşir. Sperm ve yumurta dişi üreme kanallarında dölleninceye kadar yaklaşık 24 saat canlı kalabilme yeteneğine sahiptir. Döllenmiş olan yumurta tüplerin ritmik kasılmaları ile 3-4 günlük bir sürede rahim içerisi boşluğa ulaşır. Bu 3-4 günlük sürede döllenen yumurtadaki hücre sayısı, bölünme ile artar ve rahim içerisi boşluğa ulaşıldığında embriyo (döllenmiş yumurta hücresi) yaklaşık 16 hücreye sahiptir. Blastosist, daha da gelişmiş embriyodur ve rahim içerisi boşluğuna yataklanmaya (implantasyon) hazırdır.
Osteoporoz Ne Demek?
Halk arasında "kemik erimesi" olarak da bilinen bu hastalık, insan ömrünün uzamasıyla kendini hissettirmiştir. Günümüzde A.B.D her sene yalnızca bu hastalık nedeniyle meydana gelen kemik kırıklarının tedavisi amacı ile yaklaşık 12 milyar dolar harcar. Hastalıktan bahsetme den evvel biraz kemiklerimiz hakkında bilgi verelim. Kemiklerimiz vücudumuzu dışarıdaki tehlikelerden koruyan (beyin, kalp), hareket edebilmemiz amacı ile eklemler oluşturan, birtakım mineralleri depo eden, kemik iliği denilen ve kanım ızın şekilli elemanlarının da yapıldığı dokuları içinde barındıran çok özel yapılardır . Esasında kalsiyum, fosfor ve magnezyum gibi minerallerin meydana getirdiği kristallerden yapılmışlardır. Kemiklerde, kemik yapan ve kemik yıkan iki tür hücre bulunmaktadır. Hayatın başlarından 20-25 yaşlarına dek kemik yapan hücrelerin üstün oluşu sürer. 40-45 yaşlarına dek bir yapım yıkım dengesi görülse bile bu yaşlardan başlayarak yıkım artmaktadır. İşte bu yıkımın artması kemiğin taşımış olduğu mineral miktarını azaltır. Bu azalış kırıklara sebep olacak kadar vahim seviyelerde olabilir. Kemiklerin taşıdıkları mineral içeriğinin ciddi olarak azaldığı durumlarda OSTEOPOROZ'dan bahsetmek olanaklıdır.
Düşük kemik parçası ve kemiğin mikromimari yapısının bozulması sonucu kemik kırılganlığı ve kırılganlığa yatkınlıkta artışla karakterize, en fazla görülen metabolik kemik hastalığıdır.
Son zamanlarda oldukça mühim hale gelmiştir. Bunun en mühim sebepleri teknolojinin bizlere sağladığı imkanlarla daha basit ve sedanter yaşam sürerken ortalama olarak insan ömrünün de uzamasıdır. Genelde orta ve ileri yaş, postmenapozal kadın hastalığı olan osteoporozla her geçen sene daha çok insan yüz yüze gelir.
Hamilelikte Bulantıya Karşı Ne Tür Önlemler Alınabilir?
Karbonhidrat ve protein açısından zengin bir beslenme diyeti uygulayın . Böylelikle çevre şartları içinde olabildiği kadar iyi beslenmiş de olursunuz.
Bilhassa kusarak sıvı kaybediyorsanız, bolca sıvı almalısınız. Mideniz rahatsız olduğu dönemlerde katı besinlere oranla sıvı besinleri daha rahat alabiliyorsanız beslenmenizi bu yolla sağlayın. Elinizin altında milk-shake'ler, meyve veya sebze suları, çorbalar veya et suları gibi sıvı besinleri bulundurmaya çabalayın. Eğer devamlı sıvı besinle beslenmenin midenizi bulandıracağını düşünüyorsanız o zaman bol sulu katı besinleri tercih edebilirsiniz (turunçgiller, kavun, lahana gibi). Bazı kadınlar, aynı öğünde hem sıvı hem katı gıda ile beslenmenin sindirim sistemlerini yorduğunu belirtmektedirler. Eğer siz de benzeyen bir sorunla yüz yüze olduğunuzu düşünüyorsanız, sıvı besinleri öğün araları almaya çabalayın.
Bulantı ve kusmalar nedeniyle alamadığınız vitaminlerin eksikliğini gidermek amacı ile vitamin yardımı almalısınız. Ancak vitaminleri gün içerisinde tek bir kerede ve kusmalar nedeniyle tekrar çıkarma olasılığın ızın en düşük olduğu zamanda örneğin geceleri yatma dan evvel içmeniz daha münasip olur. Bazı kadınlarda bulantı yakınmalarını azalttığı bilindiğinden hekiminiz size günde 50 miligram kadar B6 vitamini önerilebilir. Doktorunuz tavsiye etmediği müddetçe sabah bulantı ve kusmalarınız için asla herhangi bir ilaç almayın. Sabah bulantı ve kusmalarınız için ilaç kullanımı, fakat bu durumun vahim boyutlara vardığı, sizin ve bebeğinizin beslenmesinin ciddi biçimde etkilenmeye aşladığı durumlarda konu başlığı olabilir.
Midenizi bulandıracak görüntü, koku ve atlardan uzak durmalısınız. Kendinizi fazla zorlamayın, örneğin eşinize soğan veya sos hazırlamak uğruna midenizi altüst etmeyin. Ya da hastalarınıza yol açacak, midenizi bozacak yiyecekleri yemek amacı ile kendinizi zorlamayın. Günlük menünüzde ağırlık vereceğiniz yiyeceklerin seçiminde bırakın gözleriniz, burnunuz ve diliniz size yol göstersin. Canınız tatlı yemek istiyorsa yalnızca tatlı yiyecekleri tercih edin. Akşam yemeğinde protein veya A vitamini gereksiniminizi tavuk eti veya karalahana yerine şeftali veya meyveli keklerden sağlayabilirsiniz. Ya da tuzlu yiyecekleri tercih ediyorsanız sabah kahvaltısında portakal suyu veya reçel yerine domates ve peynirli bir sandviç yiyebilirsiniz.
Sabah bulantılarını artırdığı bilinen sigara dumanından kaçının.
Acıkmayı beklemeyin ve sık sık atıştırın. Çünkü mideniz boş kaldığında, mide içinde üretilen asit mide iç çeperini uyarıp bulantıya sebep olabilir. Öğünler arası sürenin uzaması durumunda kan şekerinde düşmeler olabilir; bu sebepten ötürü bir gün içinde üç ana öğün yerine daha hafif altı öğünü tercih etmek akıllıca olacaktır. Yanımızda kraker, kuruyemiş gibi doyurucu besinler bulundurmalısınız.
Bulantı nöbetlerinde önce yemek yemeye çalışın. Bu olabilecek bir bulantıyı önleyebilir veya şiddetini azaltabilir.
Yatakta da yiyebilirsiniz. Gece midenizin boş kalmasını veya kan şekerinizin düşmesini engellemek amacı ile uyuma dan evvel protein ve karbonhidrattan zengin bir araştırma örneğin bir bardak süt ve bir dilim kepekli ekmek iyi olur. Aynı şekilde sabahları yataktan kalkmadan 20 dakika önce biraz kraker, galeta veya bir avuç kuru üzüm yiyin Bu tip gıdaları yatağın ızın başucunda bulundurun, böylece gecenin bir yarısı açıkla uyandığınızda yatağınızdan kalmak zorunda kalmazsınız.
Biraz daha fazla uyku ve dinlenme için zaman ayırın. Çünkü gerek fiziksel gerekse duygusal yorgunluk bulantıyı artırabilir.
Sabahları yavaş hareket edin. Çünkü hızlı hareket etmek bulantıya sebep olabilir. Yataktan hemen fırlayarak işlerinize koyulmak yerine krakerlerinizi yiyerek 20 dakika kadar yatakta zaman geçirin. Sonra yavaşça kalkın ve doyurucu bir kahvaltı yapmak üzere hazırlanın. Eğer başka çocuklarınız varsa bu size olanaksız gibi görünebilir. Ancak bu durumda onlardan erke kalkarak kendinize zaman ayırabilir veya eşinizin sabahları onlarla ilgilenmesini sağlayabilirsiniz.
Gerek yemeklerden gerekse kustuktan sonra midenizi bulandırmayacak bir diş macunu ile dişlerinizi fırçalamayı veya ağzınızı çalkalamayı ihmal etmeyin. (Uygun çalkalama sıvısını doktorunuza ve diş doktorunuza danışarak saptayınız). Bu hem ağzın ızın içinin ferah kalmasını ve bulantıların ızın azalmasını sağlayacak hem de diş sağlığın ızın korunmasına yardımcı olacaktır.
Stresten olabildiği kadar uzak durun. Sabah bulantıları, evde veya işte yoğun stres altında kalan daha sık görülmektedir.
Hamilelikte Sabah Bulantısının Nedenleri
Gebelikte sabah bulantılarına neden olan şey nedir? Bu sorunun yanıtı kesin olarak bilinmemektedir fakat bu konu hakkında fazlaca sayıda arsayım bulunmaktadır. Bulantı ve kusma merkezlerinin beyinde olduğu bilinir. Beyinde bulunan bu merkezin gebelik çağında aşırı uyarıldığına ilişki fazlaca sayıda fiziksel neden ortaya atılmıştır. Gebeliğin ilk üç ayı içerisinde kanda gebelik hormonu olan hCG'nin yüksek düzeyde bulunması, rahim kaslarının hızlı biçimde gerilmesi, sindirim sistemindeki kas dokusunun gevşemesi, midede aşırı asit salgılanması ve kokulara karşı hassasiyet artışı ortaya atılan tahmini sebeplerin bir kısmıdır.
Gebelerin tümünde sabah bulantıları görülmemektedir, görülenlerde ise aynı şiddette olmaz. Kimi bu sorunu gelip geçici, hafif bir bulantı biçiminde yaşarken, kimleri bir gün içinde defalarca kusabilirler. Olasılıkla kişile rarası bu farklılığa neden olan birçok etken vardır : Hormon düzeyleri. Hormonların kanda çok yükselmesi (örneğin çoğul gebeliklerde) sabah bulantısı ve kusmalarını arttırabilirken, düşük düzeyde seyretmesi azaltılabilir. Beyinde bulunan bulantı ve kusma merkezinin hormonlara ve hamilelikteki başka tetikleyici etmenlere vermiş olduğu yanıt. Bu yanıt kadının sabah bulantı ve kusmalarını yaşayıp yaşamayacağını veya ne ölçüde yaşayacağını belirleyecektir. Beyinde bulunan bulantı ve kusma merkezi çok duyarlı ola bir kadın (örneğin deniz tutan kadınlar) gebelik çağında olasılıkla sabah bulantı ve kusmalarını daha şiddetli yaşayacaklardır. Stres düzeyleri. Her türlü stresin mide yakınmalarına neden olabileceği bilinir. Bu nedenle, stresin gebelerde sindirim sistemi ile alakalı belirtileri ortaya çıkarması veya şiddetini attırması şaşırtıcı olmamalıdır. Yorgunluk. Bedensel veya beyinsel yorgunluk da bu sorunu yaşama riskini artırmaktadır ( Ayrıca şiddetli sabah bulantı ve kusmaları da yorgunluğu artırabilir).
İlk gebeliğini yaşayan kadınlarda sabah bulantı ve kusmalarının daha sık olarak görülmesi ve daha şiddetli biçimde seyretmesi bu sorunun hem fiziksel hem de psikolojik boyutları olduğu savını destekler niteliktedir. Bedensel olarak; ilk gebeliğini yaşayan kadınların bedeni, hormonların ve gebelik sürecinin ortaya çıkardığı başka değişiklikle, daha önce gebelik tecrübesi yaşamış bir kadının bedenine oranla daha duyarlı olacaktır. Psikolojik olarak ise; ilk gebeliğini yaşayan kadınlarda midelerine vurabilecek sıkıntı ve korkular daha fazladır, öte yandan dikkate alınması lazım olan başka bir etken de çocuğu olan gebelerin mideleriyle veya bulantılarıyla uğraşmayacak kadar meşgul oldukları gerçeğidir.
Nedeni n'olursa olsun, sabah bulantıları bunu yaşayan gebeler için çok rahatsızlık verici bir durumdur ve bu çağ boyunca eşinin, ailesinin veya doktorunun yakın yardımına ihtiyacı vardır. Ne yazık ki sabah bulantılarının tedavisi hususunda uzmanlar, bu sorunun nedenine yönelik ortaya koyabildiğinden daha azını ortaya koyabilmektedirler.
23 Eylül 2014 Salı
Kist Neden Olur?
Kaba bir şekilde anlatmak gerekirse kist etrafı kist duvarı olarak isimlendirilen ve etrafındaki dokulardan farklı bir dokuyla çevrili, sıvı içeren kitlelerdir. İnsan vücudunda hiç bir madde statik değildir. Bütün hücreler devamlı ölür ve yerlerine aynı türde yenileri yapılır. Aynı şekilde bütün hücreler değişik miktar ve yapılarda sıvı salgılarlar. Hücreler arasın da mevcut olan sıvıların bazısı kan dolaşımından gelirken bazısı da hücrelerin kendileri tarafından yapılır. Bu sıvılar devamlı absorbe edilir ve yeniden yapılır. Bu emilim ve üretim evrelerindeki bir dengesizlik veya başka bir sebepten ötürü sıvının aşırı birikimine ödem denir. Eğer sıvılar farklı bir doku tarafından çevrelenir ve sıvı dolanımı engellenir ise meydana gelen oluşumun adı kist olur. Vücu tta bulunmakta olan hemen hemen bütün dokularda kist meydana gelebilir.
Meme Kanserine Karşı Ne Yapmak Gerekir?
Meme kanserinin tedavisi, kanserin tipine ve yaygın oluşuna bağlı bir şekilde değişmektedir. Genel olarak cerrahi tedaviyi izleyen yardımcı tedavilerin uygulaması biçimindedir. Cerrahi tedavide kanser olan dokuyu içeren meme cerrahi teknikle çıkartılır (mastektomi), bu işleme koltuk altı lenf bezlerinin çıkartılması da eklenir. Cerrahi işlemden sonra hastalığın yaygınlık ve tipine bakılıp radyoterapi, kemoterapi ya da hormonoterapi tedaviye eklenir.
Meme protezi
Meme ameliyatı olmuş ve plastik rekonstrüksiyon yapılmayan kadınlar, dış görünümlerini korumak maksadıyla takma meme kullanmaktadır. Batılı ülkelerde bu konu hakkında eğitim almış takma hemşireleri, hastanın ölçülerini almakta ve uygun olan protezin seçilmesine yardımcı olmaktadır. Bu hizmet, eğitim ve tecrübe gerektirmektedir. Ülkemizde bu protezlerin satışı, sıradan satış elemanlarınca yapılmakta ve ülke alım gücünün çok üzerinde ücret istenmektedir. Uygun bir teşkilatla, bu sorun çözülebilir ve ücret üçte bir oranına düşürülebilir. Bunun sayesinde hizmet toplumun bütün kesimlerine ulaşabilir.
UNUTMAMAK GEREKİR Kİ MEME KANSERİNE KARŞI EN İYİ SAVUNMA ŞEKLİ, KENDİ KENDİNİZE YAPACAĞINIZ AYLIK MEME MUAYENELERİ VE ŞÜPHE DUYULAN BİR DURUM KARŞISINDA BUNU HEMEN DOKTORUNUZLA PAYLAŞMANIZDIR.
Meme Kanseri Öldürür Mü?
Batılı ülkelerde sivil toplum örgütlerinin faaliyetleri ve hükümetlerin sağlık düşünce ve uygulamaları sonucu, meme kanseri ile alakalı toplum bilinci gayet fazla seviyede gelişmiştir. Bunun sonucu erken tanı imkanları çok sık kullanıldığından, meme kanserine bağlı ölüm ihtimali düşük kalmaktadır.
Ülkemizde ise, bu konuyla ilgili toplum bilinci yeteri kadar gelişmemiştir. Erken tanı imkanları yetersizdir. Bu olumsuzlukların sonucu, Türk kadını meme kanseri hususunda çağdaş erken tanı olanaklarından mahrum olduğundan, tanı çok geç konulmaktadır. Hastaların büyük çoğunluğunda, ilk tanı esnasında çok geç kalındığından, uygulanacak tedavi imkanları fazla olmamaktadır.
22 Eylül 2014 Pazartesi
Mastit Neye Denir?
Meme iltihabıdır. Genellikle çocuk emziren kadınlarda görülür. Meme başı çevresi dokularda meydana gelen çatlaklardan giren mikroorganizmaların süt kanalları içinde meydana getirdiği enfeksiyondur. Antibiyotikler yardımıyla tedavi edilir. Bazı durumlarda, apse formuna dönüşebilir ki, bu durumda, cerrahi teknikle apsenin içinin boşaltılması gereklidir.
Duktal Ektazi Nedir?
Daha çok 40 ve 50 yaş gruplarındaki kadınlarda görülür. Hastanın yakınması, yeşil-siyah renkli, koyu kıvama sahip yapışkan bir sıvının meme başından gelmesidir. Meme başı ve hemen yakın çevresindeki dokular, kızarık ve ağrılı olabilir. Hiçbir tedavi yapılmaksızın da geçebilir ya da antibiyotiklerle birlikte sıcak kompres uygulaması gerekebilir. Eğer yakınmalar tekrarlar ya da düzelmez ise, areola kenarından açılıp, o alandaki süt kanalları çıkartılır.
İntaduktal Papillom
Papillomlar genel olarak meme başına yakında bulunmakta olan büyük süt kanallarını tutmaktadır. Hastanın yakınması kanlı meme başı akıntısıdır. Papillomlar birtakım vakalarda, meme başının uzağında bulunan nispeten küçük süt kanallarından da gelişebilir ve bu durumlarda epitelyal hiperplazi ile beraber olur (kanser gelişim rizikosu hafif olarak yüksek). Meme başındaki akıntının mikroskopla tetkiki ile tanı konabilir fakat kesin tanı olmadığından birçok hekim bunu kafi görmez. Hem tedavi hem de kesin tanı papillomun ve gelişmekte olduğu hemen yakınında bulunan bölgenin çıkartılmasıdır. Meme areolasının (meme başının kenarında bulunan koyu renkte yuvarlak bölüm) bitişiğinden yapılmış olan küçük bir kesi ile çıkartılır ve histopatolojik tetkik sonucu kesin tanısı da konur.
Myom tanısı nasıl konur?
Myom tanısı koymak basittir. Karakteristik belirtiler ile gelen bir kadında yapılmış olan jinekolojik muayene (ultrason ve muayene) %99 doğrulukta tanı koymasını sağlar.
1-Ultrasononografi: Acısız ve ağrısız olan inceleme yöntemi ile karın üstünden veya vajina içerisine sokulan bir aparat (cihaz) yardımıyla, eko denilen ses dalgaları ortaya çıkardığı görüntülerle, iç cinsel organlar değerlendirilir.
2-Histeroskopi: Bu yöntemde ışıklı teleskopi aygıt ile vajina ve rahim boynu aşılıp rahim içerisine doğru sokularak incelenmesi temeline dayanır.
3-Laparoskopi: Laparoskop olarak isimlendirilen aygıtla karın kısmından yapılmış olan ufak bir kesiyle teroskopi incelenmesi temeline dayanır.
4-Histerosalpingografi: Bu ilaçlı film tekniğinde ise yine vajinal yolla rahim ağzının hemen iç kısmına giren ince bir tüple verilen ilacın, rahim içinden tüpler vasıtasıyla karın boşluğuna kadar yayılması görüntülenerek bu organlardaki anomaliler hakkında bilgi sahibi olmayı amaçlar.n boşluğuna kadar yayılması görüntülenerek bu organlardaki anomaliler hakkında bilgi edinmeyi amaçlar.
Myomlar kanser yapar mı?
Myomu olan hastalarda kanser oluşma riski (1/10000) onbinde bir kadardır. Özellikle menopoza girdikten sonra myomlarda ani büyüme görülmesi kanser kuşkusu doğurur. Böyle durumlarda rahimin cerrahi teknikle çıkarılması gerekir.
21 Eylül 2014 Pazar
Fibroadenom
Genç yaşlarda daha çok yirmili ya da otuzlu yaşlarda görülür. Bazı fibroadenomlar çok küçüktür ve fakat mikroskop altında görülebilir. Bunun yanında bazısı ise 5-10 santim büyüklüklere kadar varabilir. Genellikle yuvarlak hatlara sahip, düzgün yüzeye sahipdir ve çevre dokulardan kesin sınırlarla ayrılabilir.
Bazı kadınlarda tek olurken birtakım hastalarda birçok fibroadenom görülebilir.
Tek göğüste olabileceği gibi her iki memede de aynı anda görülebilir. İğne biyopsisi ile tanı koyma şansı bulunur.
Eğer büyümeye devam ederse ya da memenin görünümünde biçimsizlik oluşturursa pek çok cerrah çıkarılmasını tavsiye etmekteshy;dir. Bazen ileri yaşlarda ya da menapoz sonrası bu tümörler hızla küçülerek kaybolabilirler.
Eğer kanser değil de fibroadenom olduğundan eminsek, o takdirde cerrahi olarak çıkartılması şart olmaz. Bununla birlikte, cerrahi olarak çıkartılmayan fibroadenomların da büyüyerek büyümedikleri açısından yakınen takibi gerekmektedir.
Fibroadenom çıkartıldıktan sonra yeni bir fibroadenom olursa bunun anlamı eskisinin tekrar ettiği değil memenin yeni fibroadenomlar yapmakta olduğudur.
Neden myom olur?
1- Artan österojen düzeyi: Myomların kesin nedeni bilinmiyor. Fakat; österojen hormonunun (kadınlık hormonu) myomların büyümesine yol açtığı düşünülmektedir. Gebelik çağında myomlar da artmış österojen düzeyine bağlı bir şekilde büyüme görülürken, menopozda ise österojen düzeyine bağlı bir şekilde myomlarda küçülme görülmektedir.
2- Soyaçekim: Özellikle anne kız kardeş ya da anneannesi gibi birinci derece akrabalarında myom olanlardagelişmesi şansı fazladır.
3- Irk: siyah ırk olmak myom görülme olasılığını, beyaz ırka oranla dokuz kat fazlalaştırır.
Doğumun Erken Başlamasının Nedenleri
Doğum eylemi çoğu kez kendiliğinden başlamaktadır. Anne ve/veya bebek hayatının tehlikede kaldığı durumlarda ise doktor tarafından erken doğum hükmü verilir ve induksiyon (yapay sancı) veya sezaryen yolu ile doğum yaptırılır.
Doğum eylemini erken başlatan fazlaca sayıda etken vardır. Bunların içinde en tesirli olanlar çoğul hamilelik ve polihidramniyostur (bebeğin sıvısının normalden daha çok olması) Bu iki durum uterusun kapasitesinden daha fazla gerilmesine ve bu büyük yükten "kurtulmak için" miyad dolmadan kasılmasına sebep olabilir. İkiz gebelikte doğumun tekil gebeliklerden daha erken başlaması kuraldır ve birtakım durumlarda eylem 36. hafta dan evvel başlayabilir.
Suların miyad dolmadan gelmesi, yani erken membran rüptürü (EMR) de doğum eylemini başlatan başka bir etkendir. Suların gelmesiyle açığa çıkan birtakım maddeler ve olaya eklenen enfeksiyon erken doğum eylemini harekete geçirir.
Üreme sistemi enfeksiyonları (özellikle B grubu streptokoklarla meydana gelen enfeksiyonlar, bakteriyel vajinozis ve trikomonaslardan kaynaklı vajinit, klamidyalar, anaerob bakteriler, ureoplasma ve mikoplazmalarla oluşan enfeksiyonlar ) ve üriner sistem (idrar yolları) enfeksiyonları erken doğum eylemini başlatabilir.
Placenta previa (plasentanın doğum geçitini kapatması), ablatio placenta (plasentanın erken ayrılması) gibi durumlarda da doğum eylemi daha erken başlayabilir.
Anne adayının beslenmesinin yetersiz olması, maddi durumunun düşük olması, yaşanılmakta olan coğrafi bölgenin özellikleri, anne adayında ciddi anemi (kansızlık), sigara tüketimi gibi etkenler de doğum eylemini başlatmada tesirli olabilmektedir.
Premenstruel Sendrom (PMS) Nedir?
Premenstruel Sendrom (PMS) kadınlarda adet öncesi süreçte adetten yaklaşık 1 hafta önce başlayan psikolojik veya fiziksel bir takım sıkıntılara ve gerginliklere verilen isimdir. Bu belirtiler genel olarak adetin başlamasına 1 hafta kala ortaya çıkar ve adet görülmesiyle beraber sıkıntılar azalır ve birkaç gün içerisinde kaybolur.
Adet öncesi sıkıntılar özellikle yetişkin üreme dönemindeki kadınların karşılaştıkları bir sorundur ve bazen normal hayatını engelleyen bir haldir. Her sene yaklaşık 12 kez adet gören bir kadın için her 7-10 gün gibi sıkıntılı bir çağ yıl içerisinde toplam 3-4 ay sıkıntılı bir çağı ifade eder ki bu büyük bir rakamdır yaşamda ve bireyin hayat kalitesini düşürmektedir.
Radyoterapinin Yan Etkileri
Radyoterapinin amacı kanserli hücreleri yok etmektir, ama bu arada tedavi alanı içinde kalan sağlıklı hücreler de etkilenecektir. Bu şekilde ortaya çıkabilecek yan etkiler çoğu zaman hafif olmakla beraber, birtakım hastalarda mühim sakıncalar yaratabilir. Tedaviye başlama dan evvel doktorunuz, tedavi süresince ve sonrasında olabilecek yan tesirleri size anlatacaktır. Bu konuda sizin sorularınızla da genişletilecek açıklamalar sizi bilgilendirecek ve daha sonra doğabilecek sorunlara hazırlıklı olmanız sağlanacaktır.
Radyoterapinin olası yan tesirleri birçok faktöre aynı anda bağlıdır:
Tedavi alanının genişliği ve lokalizasyonu : Alan genişledikçe komplikasyon(istenmeyen durum) rizikosu artar. Ayrıca tedavi alanının içinde yer alan kritik organ sayısı ve hacmi arttıkça, risk artar. Her organın radyasyona direnci değişiktir. Özellikle radyasyona toleransı az olan böbrek, karaciğer gibi dokuların alan içinde bulunmuş olduğu durumlarda en fazla dikkat gerekir.
Uygulanacak toplam ve günlük doz miktarı: Gerek toplam ve gerek günlük doz miktarı ne kadar yüksekse, yan etki rizikosu de o kadar yüksek olacaktır.
Hastanın yaşı ve genel durumu: Yaşlı ve direnci düşük hastalarda, genel durumu bozuk hastalarda radyoterapiye bağlı yan etkiler daha çabuk gelişir ve daha problemli seyreder.
Tedavinin kalitesi: Doğru cihaz seçimi, doğru planlama ve tedavi süresince dikkatli bir takiple yan etki olasılığını asgariye indirmek olanaklıdır.
Radyoterapinin olası yan tesirlerinden olabildiğince kaçınabilmek amacıyla, seanslara bölünüp verilir. Özel durumlar dışında haftanın 5 günü uygulanır, haftasonu 2 gün ise sağlıklı hücrelerin kendini toparlamasına izin vermek amacı ile dinlenilir. Ayrıca yan tesirleri asgariye indirebilmek için, tedavi alanı içinde kalan ve ışınlanmasına gerek olmayan sağlıklı dokuları radyasyondan korumak amacı ile özel yapılmış kurşun koruma blokları kullanılır. Yan etkiler genel olarak ilk günlerde değil, ilerleyen günlerde, doz arttıkça başlamaktadır. Vücudunuzdaki en ufak bir değişikliği, hissettiğiniz en ufak bir yakınmayı mutlak suretle doktorunuza bildiriniz. Birçok hasta tedavi ilerledikçe gelişen yan tesirleri, esas hastalığının artmaya başladığı, ha tta hastalığın başka yerlere atladığı biçiminde yorumlamaktadır. Bu, onun tedaviye olan inancını ve psikolojik durumunu bozmaktadır. Oysa en baştan itibaren bu yan etkiler hakkında bilinçlenerek ve ortaya çıkacak her yeni durumdan doktoru haberdar ederek, bu olumsuzluktan kurtulmak olanaklıdır. Yan tesirlerin çok büyük bir bölümü tamamen geçicidir. Tedavi sonrası bazısı günler, bazısı haftalar içinde kaybolacaktır. Ayrıca her yan etki için, yakınmaları hafifletecek tıbbi çareler mevcuttur. Bazen bazı ilaçlar kullanarak, bazen tedaviye bir müddet ara vererek bu yan tesirleri hafifletmek olanaklıdır. Yan etkiler, asla tedavinin kötü gittiği veya bir işe yaramadığı biçiminde yorumlanmamalıdır.
Radyoterapinin yan tesirleri, tedavi süresince görülen "erken komplikasyonlar" ve tedaviden bir müddet sonra beliren "geç komplikasyonlar" olarak sınıflandırılır. Ayrıca olası yan etkiler, tedavinin uygulandığı alana göre değişir.
18 Eylül 2014 Perşembe
Radyoterapi Nedir?
Radyoterapi, radyoaktif ışınlar ile tedavi demektir. Kanser olgularında ameliyat ve kemoterapi benzeri bir tedavi yöntemidir ve yalnız başına yapılabilir olduğu gibi, ameliyat öncesi, sonrası veya kemoterapi ile birlikte uygulanabilir.
Yaklaşık 100 sene önce radyoaktif ışınların keşfinden bugüne radyasyon, tıpta teşhis (radyoloji) ve tedavi (radyoterapi) amacıyla, günden güne yaygınlaşarak kullanılır. Radyoterapide daha güçlü ışınlar kullanıldığı halde hasta tedavi esnasında, röntgen çekiminde olduğu gibi, işlemi hissetmez. Radyasyonun tehlikeleri hakkındaki yaygın endişele, tıp bugün radyasyonun kullanılmasında yeteri kadar bilinç sahibi ve deneyimlidir. Radyasyon tedavisi, gerektiği gibi kullanıldığında rizikosu çok az, yararları ise çok daha fazla olan bir tedavi modelidir.
Radyoaktif ışınlar, tedavi edilen alandaki kanser hücrelerini yok edip tesirlerini gösterirler. Bu arada tedavi alanı içindeki normal hücreler de bu ışınlardan kötü etkilenseler de, onların kendilerini onarma yetenekleri vardır. Dolayısıyla radyasyona bağlı normal doku hasarı çoğu kez geçicidir. Muhtemel yan etkilerden olabildiğince kaçınmak amacı ile radyoterapide verilmesi planlanan toplam doz, seanslara bölünüp verilir. Genellikle haftanın beş günü, günde bir seans biçiminde uygulanmaktadır ve hafta sonu hastanın dinlenmesi istenir . Böylelikle normal hücrelerin iyileşmesine de fırsat verilir.
Radyasyon tedavisi, Co-60 veya Lineer Akseleratör gibi cihazlar vasıtasıyla vücudun dışından (harici radyoterapi) ya da vücut boşlukları veya doku içerisine radyoaktif maddelerin yerleştirilmesi yoluyla içerden (dahili radyoterapi) gerçekleştirilir. Tedavilerin şekli hastanın yaşı, genel sağlık durumu, teşhis edilen kanserin türü, evresi, yerleşim yeri gibi birçok mühim faktöre bağlıdır. Bu tedavi kararları, birçok farklı tıp branşından uzman hekimlerin hastayı en başından beri beraber görüp değerlendirmeleri sonucu alınır ve her hasta ayrı değerlendirilir. Bu nedenle aynı tip kanser hastası bile olsalar, her hastanın tedavisi kendi şartlarında planlanır.
Harici radyoterapi sizi radyoaktif yapmaz. Tedaviniz süresince ve sonrasında başka insanlarla (çocuklar dahil) aynı ortamda beraber olmanızda çevrenizdekiler açışından hiç bir sakınca bulunmaz. Evde kullandığınız hiç bir eşyanızı ayırmaya katiyyen gerek bulunmaz. Radyasyon, kesinlikle bulaşıcı bir özellik taşımaz.
17 Eylül 2014 Çarşamba
Epididim
Testislerin bitişiğin de mevcut olan epididim yaklaşık olarak 6 metre uzunluğa sahip bir tüp yumağıdır. Testislerden spermi alarak spermin yetişmesine uygun bir ortam yaratır. Sol testis sağdakine oranla biraz daha aşağıda olur.
Adet Kanaması Krampları
Genç kızların bazısı adet kanaması başlamadan evvel ve kanama esnasında karın ve kasık bölgesinde şiddetli ağrılardan yakınır. Bu kramplar genel olarak hafif olmasına karşın bazen genç kızların gündelik hayatını sürdürmesiniengelleyebilecek kadar şiddetli olabilir. Genç kızların yarısından fazlası kramplardan yakınırken, her 7 genç kızdan bir tanesinde ağrılar fazla şiddetli olur. Adet kanaması ile rahmin iç katmanı dökülmeye başlar ve prostoglandin olarak isimlendirilen maddeler salınır. Prostoglandinler rahimde bulunan düz kasların kasılmasına neden olur. Rahimdeki düz kasların kasılması esnasında sert kramplar hissedilebilir. Prostoglandin düzeyi bazen çok yükselir bu durum ağrının fazlaca olmasına neden olur. Rahimle rahim ağzı arasında bulunan hattın dar olduğu genç kızlarda bu kramplar daha şiddetli olur. Ayrıca stres de bu krampların şiddetini arttırabilir.
Bu kramplara baş ağrısı, bulantı, kusma, sık idrara çıkma ve bağırsak hareketlerindeki değişikliklerden kaynaklı kabızlık ya da ishal eşlik edebilir.
İlk Adet Kanaması Kaç Yaşında Başlar?
Adet kanamaları 9-16 yaşları aralığında başlamaktadır. Spor yapan kızların yanında çok cılız olan ve gelişimin başladığı dönemlerde kilo veren kızlarda da menarş (ilk adet kanaması) geç olabilir.Genç kız 15 yaşına geldiği halde halen adet kanamaları başlamadı ise bir doktora başvurarak kontrol ettirilmesi gerekir. Hekim cinsel organları denetler. Bazı kızlarda vajinanın girişin de mevcut olan zarda asıl olarak bulunması lazım olan ve adet kanının dışarı akmasına imkan sağlayan açıklık yoktur. Çok ender vakalarda ise vajina ya da rahim gelişimini tamamlamamış olabilir.
16 Eylül 2014 Salı
Galaktore (Göğüsten Süt Gelmesi) Nedir?
Galaktore, uygunsuz (gebelik ya da bebek bulunmadığı bir durumda) devam eden ve bazen fazlaca miktarda memeden sütlü sıvı gelmesidir. Genellikle beyaz ya da renksizdir. Ancak bazen sarı ya da yeşil olabilir. Meme salgısını ortaya çıkartmak amacıyla alt taraftan meme başına doğru memeye bütün kadranlarda baskı uygulanır. Galaktore her iki memede ya da bir tanesinde olabilir. Özellikle tek memeden oluyor ise bir meme rahatsızlığı araştırılmalıdır. Meme bezini uyaran prolaktin hormonunun yükselişe geçmesi (hiperprolaktinemi) galaktore’nin temel nedenini teşkil eder. Prolaktin hormonu hipofiz bezinden salgılanır. Dopamin hormonu prolaktini azaltan hormon olarak bilinir.
Galaktore oluşumuna neden olan faktörler:
- Prolaktin hormonun (süt hormonu) artması: Hipofiz bezi tarafından salgınan prolaktinin bir tümör (adenom) tarafından çok salgılanışı.
- İlaçlar: Vücuttaki dopamin adlı madde prolaktin salgısını azaltır. Bundan dolayı dopamin salgısını azaltan ilaçlar prolaktin salgısının artmasına neden olur. Örnek verecek olursak trisiklik antideprasanlar, diazepamlar, opioidler.
- Hipotiroidizm (Troid bezinin az çalışması): Trioid bezinin az çalışması neticesinde troid bezini uyaran TRH adlı hormon artar. Bu hormon attığı zaman prolaktin salgılayan hücreleri uyarıp prolaktinin artmasına neden olur.
- Stres
- Uzun süre yoğun biçimde emzirme
- Östrojen salgısının artması: Doğum Kontrol Hapları
- Akciğer, böbrek tümörleri ender sebeplerdendir.
Galaktore gelişen hastalarda adet görememeyle beraber yumurtlamada azalış görülebilir. Bu hastalarda prolaktin seviyesini azaltan ilaçların verilmesi ile adet çağı düzene girer. Hafif derecede kıllanma prolaktin yüksekliğine eşlik edebilir. Prolaktin seviyesi yüksek olan kadınlarda kandaki kan şekerini düzenleyen insülün hormonunun artmış olduğu saptanmıştır.
Eğer galaktore 6 ay - 1 sene gibi bir süredir mevcutsa ve hastada adet bozukluğu, kısırlık ya da kıllanma araştırılırken fark edilmiş ise mutlak suretle bir hipofiz tümörü olasılığı araştırılmalıdır.
Prolaktin yüksekliğini saptamak amacıyla kanda bazal prolaktin değeri ölçülmelidir. Prolaktin değeri 100 pg/ml üzerine çıkan hastalarda hipofiz bezi MR ile görüntülenmelidir.
Tedavi:
Galaktore’nin tedavisinde kullanılan temel ilaçlar “dopamin agonisti” denilen kanda dopamin benzeri etkinlik gösteren ilaçlardır.
Hipofiz bezinde adenom (tümör) saptanan hastalar çok yakından takip edilmelidir. Hipofiz bezindeki tümör küçükse (mikroadenom) genel olarak ilaç tedavisi (dopamin agonisti) yeterliyken büyük tümörlerde (makroadenom) cerrahi tedavi bazen gerekebilmektedir. (Transsifenoidal mikro cerrahi)
15 Eylül 2014 Pazartesi
Sezeryan ve Diğer Ameliyatlar Sonrası Dikiş İzi
Skar, cilt yaralandıktan sonra ya da ameliyatlarda cilde kesi yapılmasından sonra oluşan lifli dokudur. Cildin iyileşmesi sonucunda oluşan fiziksel bir oluşumdur. Bazen azıcık belli olacak kadar olmasına karşın bazen çok belirgin görülebilecek ha tta kabarıklık oluşturacak kadar belirgin yara iyileşmeleri olabilir. Skar, Türk dilinde yara izi olarak adlandırılır fakat yaraların çoğuna dikiş atıldığından çok sık dikiş izi terimi de kullanılır, fakat dikiş olsun ya da olmasın her yara geçmesinde mutlak suretle az ya da çok iz ortaya çıkar. Yara izi (dikiş izi) oluşmasında rol oynayan birtakım etkenler vardır. Bunlar içerisinde en mühim faktör genetik faktördür. Çünkü aynı cerrah tarafından aynı büyüklüğe sahip, aynı aletlerle, birebir aynı şekilde yapılan kesilerin neticesinde değişik insanlarda çok farklı yara izleri oluşabilmektedir.
Skar dokusu asıl olarak yalnızca cilt değil vücutta bulunan farklı dokularda da oluşan yara sonrası iyileşme evresinde oluşan bir biyolojik evredir. Skar oluşum sürecinde eğer kollajen dokusu fazlaca sentez yapılırsa ciltten belirgin kabarık ve kırmızı renkte oluşan yara izine "hipertrofik skar" denir. Bunların daha belirgin ve tümörümsü parça biçiminde oluşmuş olanlarına "keloid" denir, genel olarak siyah ten rengine sahip olan insanlarda ortaya çıkar. A meliyattan sonra bu kadar fazla belirgin yara izi oluşmuş ise bu durumda estetik cerrahi girişimle düzeltme yapılabilmektedir.
Skar (kesi izi) oluşumunu etkileyen faktörler:
- Yaş ilerledikçe derinin esnekliği ve kalınlığı azalır. Bunun sebebi ciltteki kollajenin değişmesi ve yağ dokusunun azalmasıdır. Bu nedenle ileri yaşta cilt dokusunun iyileşmesi daha kötü olmaktadır, daha fazla vakit alır, yara izi daha belirgin olabilir.
- Siyah ırk skar oluşturmaya daha meyillidir. Daha kalın ve büyük skarlar olur.
- Genetik ve aile: Anne babasında ve kardeşlerinde skar oluşmaya yatkınlık olanlardade benzeyen durum izlenebilir.
- Büyük ve derin cilt kesileri daha çok skar dokusu oluşturma yatkınlığındadırlar. Çünkü büyük kesilerin iyileşmesi daha fazla zaman alır ve yaraya binen gerilim gücü daha fazla olur.
- Sigara birtakım yaraların iyi olmasıni geciktireceği için skar oluşumunu arttırabilir. Bu nedenle birtakım plastik cerrahi doktorları ameliyattan önceki birkaç hafta hiç sigara kullanılmamasını isterler.
- Alkol ve kafein vücu tta su yitimine neden olduğundan dikiş izi oluşumunu arttırabilir bu sebepten ötürü yara iyileşmesi tamamlanana kadar uzak durmak gerekir.
- Sağlıklı ve dengeli beslenme yara iyileşme evresini etkiler. Özellikle süt ve et ürünleri ile proteinden zengin beslenmek önemlidir.
- Bol su içmek önemlidir. Susuz (dehidrate) kalındığında cilt esnekliği azalır bu da yara iyileşmesi üzerine menfi etki eder.
- Aşırı kilo yara geçmesini menfi etkiler.
- Taburcu oldukta sonra doktorunuz yara yeri bakımı ile alakalı tavsiyelerde bulunmuşsa bunları değiştirmeden aynen uygulamanız gerekir.
- Yara yerinde oluşabilecek enfeksiyon yara geçmesini geciktirir ve fazla skar oluşumuna neden olur.
- Diyabet ve başka kronik hastalıklar menfi etki gösterir. Diyabet hastası olanların ameliyat öncesinde ve sonra kan şekerlerinin normal seviyede tutulması yara geçmesini olumlu etkiler.
- Yara yeri yani dikiş bölgesinin çekilmesi, gerdirilmesi, baskı yapılması gibi üzerine basınç uygulayan eylemlerden kaçınılmalıdır. Bunlar yara geçmesini geciktirir ve fazla dikiş izi oluşmasına neden olur.
- Dikiş yerinin direk güneş ışığına fazla maruz kalmasından kaçınılmalıdır.
Dikiş bölgesinin bakımı:
- A meliyattan sonra taburcu olma dan evvel yara yerinizin kaç gün kuru kalması gerektiği ve ne zaman banyoya başlayabileceğiniz hususunda doktorunuzdan bilgi alın, bunları dikkatli bir şekilde uygulayın.
- Yara yerinize her gün kızarıklık, akıntı, kanama var mı diye göz gezdirin.
- Yara yerini ve dikişlerin üzerini ovalamayın.
- Dikiş bölgesindeki iplik ya da zımbaları doktorunuzun haberi olmadan almayın.
- Doktorunuzdan habersiz dikiş yerine krem, yağ, pudra, losyon ve buna benzer sürmeyin.
- Dikiş bölgesini 3-6 ay direkt güneş ışığına maruz bırakmamalısınız.
- Doktorunuz tavsiye etmiş ise pansumanı uygun şekilde yapın.
- Yara yerinin deri katlantısı arasında kalıp, nemlenmesinden sakının.
- Yara yerini kirletmemeye özen gösterin.
Normal doğum sonrası dikiş izleri:
Normal doğumda epizyotomi (doğum kesisi) yapılmışsa dış tarafta 3-4 santim uzunluğunda hafif bir dikiş izi genel olarak belli olur. İlk doğumlarda genelde epizyotomi kesisi uygulanır fakat sonraki doğumlarda daha azalır uygulama sıklığı. Epizyotomi kesisi yapılmamışsa ve yırtık meydana gelmemişse dikiş atılmayacağı için normal doğumdan sonra dış tarafta herhangi bir iz ya da skar dokusu oluşmaz.
Sezaryen doğumdan sonra dikiş izleri:
Sezaryende en fazla uygulanan kesi yatay ve pubik tüylerin hemen üzerinden uygulanan bir kesi olduğundan a meliyattan sonra iz belirgin bile olsa genel olarak mayo, bikini gibi giysilerin altında kalır ve dışarıdan belli olmaz. Sezeryan ameliyatında uygulanan cilt dikişleri hakkında detaylı bilgiye buraya tıklayıp ulaşabilirsiniz. Kesiler için bitkisel çözümler, yağlar, kremler, merhemler:
Bu tür maddeler asla doktor tavsiyesi olmadan dikiş bölgesine sürülmemelidir. Sakıncalı ve ters tesirleri olabilir. Doktor önerisi dahilinde yara iyileşmesi için birtakım kremler, merhemler kullanılabilir. Bitkisel çözümler, otlar, bitkisel tedaviler yara iyileşmesi ya da dikiş izi hususunda fayda sağlamaz.
Dış Dudak Vajina Estetiği
Dış dudaklar kadında dış cinsel organın her iki tarafını çevreleyen yağlı bir doku parçasıdır. Kişiden kişiye zayıf ya da daha kalınca olabilir. Nadiren sol-sağ büyüklüğü değişik olabilmektedir. Bazılarında fazla dolgun olur ve muna tüylerin bulunmuş olduğu alandaki (mons pubis bölgesi) dolgunluk da eşlik edip kişiyi rahatsız edebilir. Kişi özellikle tayt, mayo gibi dar giyecekler giymekten uzak durur.
Dış alanda bulunduğundan bu ameliyatların kızlık zarıyla bir ilgisi yoktur, kızlık zarı hasar görmez. Bekar veya evli, doğum yapmış ya da yapmamış her insanda uygulanabilir. Ameliyat ileride ki yıllarda doğum yapmanıza engel değildir. Ameliyat sonrasında doğum yapıldığında dış dudakların şekli tekrar bozulma yapmaz.
Dış dudakların küçültme ameliyatı, fazla yağlı alan ameliyat ile çıkartılarak ya da liposuction yöntemi ile yapılabilir. Özellikle ileri yaşlarda dış dudaklar zayıf görünebilir. Böyle bir durum oluştuğunda da kalça, bacak, karın gibi yağlı bölgelerden alınan yağlar dış dudakların içine verilip büyüme sağlanabilir.
14 Eylül 2014 Pazar
Vücut Susuz Kalırsa Neler Olur?
YORGUNLUK: Su vücudunuzdaki en mühim enerji kaynaklarındandır. Dehidratasyon (susuz kalma) vücudu yavaşlatan enzimatik aktiveteye sebep olarak yorgunluk ve halsizliğe yol açar.
ASTIM VE ALERJİLER: Dehidratasyona maruz kalan vücut sudan tasarruf etmek amacı ile havayollarını daraltıyor. Siz daha susuz kaldığınızı hissetmeden histamin bu durumun farkına varıyor ve salgısını arttırıyor.
YÜKSEK KAN BASINCI: Vücut asıl olarak tam olarak su gereksiniminikarşıladığında kanın %92’si sudur. Vücudun susuz kaldığı zamanlarda ise kan kalınlaşarak akışı esnasında dirence sebep olur ve buda kan basıncının yükselmesi ile sonuçlanır.
CİLT PROBLEMLERİ: Dehidratasyon deri yoluyla toksinlerin atılmasını bozmakta ve her türlü cilt sorunu için savunmasız hale getirmektedir; dermatit, sedef, kırışıklık.
YÜKSEK KOLESTROL: Vücut susuz kaldığında kolestrol seviyesini arttırarak hücreden daha fazla su kaybını önlemeye çalışır.
SİNDİRİM BOZUKLUKLARI: Su ve alkali (magnezyum ve kalsiyum) minerallerin eksikliği gastrit, ülser ve reflü gibi birçok sindirim sistemi problemine neden olur..
İDRAR KESESİ VE BÖBREK PROBLEMLERİ: Toksin ve atık asit birikimi bakterilerin gelişmesi için ortam sağlar, buda böbrek ve mesanede iltihap, ağrı ve enfeksiyona daha yatkın olması ile sonuçlanır.
KABIZLIK: Suyun eksikliğinde, vücudun kritik fonksiyonları için su sağlama görevi kalın bağırsağındır. Su yetersiz kaldığında atık maddeler bağırsak içinde çok yavaş ilerlemeye başlar buda kabızlığa yol açar. EKLEM AĞRISI VE SERTLİK: Bütün eklemlerde büyük bir kısmı sudan oluşan kartilaj yastıkçıkları vardır. Vücut susuz kaldığında kartilaj zayıflar ve eklem tamiri yavaşlar böylelikle ağrı ve rahatsızlık hissi oluşur.
KİLO ALMA: Vücudunuz etkin bir şekilde toksinleri elimine edemez ve yağ hücrelerinin içinde saklar. Bunun yanında eğer vücut yeterli suyla toksinlerin güvenli bir şekilde atamıyorsa yağ hücresini serbest bırakmaz.
ERKEN YAŞLANMA: Kronik olarak vücut susuz kaldığında, organlar ve ha tta vücudun en büyük organı olan deride kırışıklık başlar ve erken yaşlanma belirtileri verir.
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
Susadığınız zaman vücut susuz kalmıştır (dehidrate olmuştur).
Yemek öncesi içilen su, porsiyonların ızın küçülmesine ve ötürü sıyla daha kolay kilo kaybetmenize destek olur. Araştırmalar göstermiştir ki eğer sene boyunca su tüketiminizi günlük 1,5 litre olursa, extra 17400 kalori yakarsınız buda yaklaşık olarak 2 buçuk kiloya denk gelir.
Sadece su içmeniz gerekir, başka tükettiğiniz sıvıların bir kalorisi ve şeker içeriği vardır. Sadece suyun kalorisi ‘0’dır.
Soğuk su içmek metabolizmanızı çabuklaştırır ve kalori yakar. Hızlanan metabolizmanın tesirleri ilk 10 dakikada başlar ve 30-40 dakika sonra maksimuma ulaşır.
Anne Sütünün Üstün Özellikleri
br /> - Bebeğin ilk 6 ayı boyunca bütün gereksinimlerini yalnız başına karşılayabilir. br /> - Bebeğin yaşına ve fiziksel niteliklerine uygun değişim özelliği gösterebilen en uygun besindir. br /> - Çocuk ile anne arasında psikolojik gelişim için olumlu bir faktördür. br /> - Sterildir, her yerde her şart altında verilebilir, kirlenme ve bozulma sorunu yoktur. br /> - Alerjen değildir, anne sütüyle beslenen bebeklerde alerjik hastalıkların rastlanma sıklığı azdır. br /> - Ucuzdur. br /> - Bebeği hastalıklardan koruyan bir çok madde içerir. br /> - Öncelikle beyin yapısı olmak üzere bebeğin bütün organ ve sistemlerinin büyümesinden sorumlu olan büyüme faktörleri içermektedir. br /> - Anne sütü alan bebeklerde ileride ki yaşlarında obezite, koroner kalp hastalıkları daha az görülmekte, çene ve ağız gelişimine ait bozukluklar, diş çürümeleri seyrek olmaktadır. br /> - Annede meme kanseri görülme riskini azaltır. br />br /> Bugün ki teknolojik imkanlarla bile anne sütü ile aynı değerde bir mama yapılamıyor.
Yapışkan Otunun Faydaları
Böbrekleri, karaciğeri ve dalağı zehirli ve zararlı maddelerden arındırır. Lenf kanseri dahil olmak üzere, bütün lenf sistemi hastalıklarında kullanılmalıdır. Lenf sistemindeki tıkanıklıkları açar ve zararlı maddelerden arındırır. Dölyatağı hastalıklarında da kullanılabilir. Bitki çayı, çay içimi, dıştan kompres ve yıkama biçiminde, deri hastalıklarına, yaralara karşı kullanılabilir. Bitki, epilepsi (sarah) hisleri, Parkinson hastalığı, sinirsel hastalıklar, idrar tutukluğu, kum ve taş rahatsızlıklarında da önerilir. Her tür böbrek hastalığı ve böbrek iltihabı sorununa karşı, yapışkanotu – altınbaşak eşit karışımı, çay ile kürsel uygulanmalıdır.
Yapışkan Otu Nasıl Kullanılır?
Yapışkan otu çayı: Yarım ya da bir tatlı kaşığı ince kıyılmış bitki, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak su ile haşlanır ve 5-6 dakika demlendikten sonra süzülür. Günlük 2 ila 5 bardak arası taze demlenmiş çay, gargaralar eşliğinde soğutulmadan içilir. Yapışkan otu merhemi: İyice yıkanarak ince kıyılan rutubetli bitkinin özsuyu, mutfak robotu kullanılarak elde edilir. Oda sıcaklığındaki tereyağı ile bitki özsuyu iyice karıştırılır ve elde edilen merhem buzdolabında saklanır, uzun süre dayanmaz, küflenir.
11 Eylül 2014 Perşembe
Huş Ağacı Nelere İyi Gelir?
Huş Ağacı Nelere İyi Gelir? Kanı temizleyici ve idrar söktürücüdür. Böbreklerin düzenli bir şekilde çalışmasına destek olur. Böbrek yetmezliğinde faydalıdır. Vücu tta biriken fazla suyu ve tuzu boşaltarak vücudun su tutmasına bağlı şişmanlamayı önler. Romatizma şikayetlerini azaltır. Saçları güçlendirerek saç dökülmesi ve kepeği önler. Sedef ve egzama gibi cilt hastalıklarında da faydalı olur. Ayak kokusunu geçirir. Ayrıca, ağrı giderici tesiri de vardır. Öksürüğü keser. Mesane iltihabı, ishal ve bahar yorgunluğuna karşı faydalıdır. Böbrek taşlarını düşürmeye destek olur.
Huş Ağacı nasıl kullanılır? Huş ağacının yaprakları kurutularak üzerine sıcak su dökülerek çayı yapılabilir. Ayrıca kabuklarından ve dallarından elde edilen Huş Ağacı katranı da özellikle alerjik deri hastalıklarında kullanılır. Körpe yaprakları sıkılarak suyu çıkartılabilir. Yapraklarından elde edilen bu suya biraz su katılarak bununla gargara yapılırsa boğaz iltihaplarını gidermek için destek olur.
Kanser Nasıl Tedavi Edilir?
Kanserin türüne göre uygun tedavi farklılık göstermektedir. Kanserin türüne, başladığı organa, geliştiği hücre tipine ve kanser hücrelerinin görünümüne bağlı bir şekilde tayin edilir. Kanserin sınıflandırması vücutta bulunan uzak yayılımlarına göre yapılıp, tedavi yaklaşımını belirlenmesini sağlamaktadır.
Tedavi tek başına ya da birleşik olarak uygulanabilir. Tedavideki yöntemlere bakacak olursak;
Etkilenen organın ya da tümörün çıkartılması amacı ile cerrahi,
Vücudun bilinen bir bölgesine kontrollü bir şekilde uygulanıp kanser hücrelerinin ölmesini ya da kanser kitlesinin küçülmesini sağlayan radyoterapi,
Vücuttaki kanser hücrelerinin öldürülmesini amaçlayan güçlü ilaçlardan oluşan kemoterapi,
Ğrostat ve göğüs kanseri gibi duyarlı tiplerin tedavisinde kullanılan hormon tedavisi,
Kanser hücrelerinin tespiti ve öldürülmesi için vücudun defans sistemini uyarmak amacıyla bağışıklık sisteminin doğal yollardan ürettiği maddeler kullanılan immünoterapi,
akupunktur,
aromaterapi,
meditasyon,
ve homeopati gibi destekleyici tedaviler kullanılmaktadır.
10 Eylül 2014 Çarşamba
Laminaryanın Faydaları
Laminaryanın Faydaları: En mühim özelliği kuru bitkinin su çekip 5 misline kadar şişebilmesidir. Bu özelliği ile vücuttaki birtakım kanalları genişletmek amacı ile kullanılmaktadır. Ayrıca, düşük yapmak veya doğumu harekete geçirme k amacı ile de kullanılmaktadır.
Laminarya Nasıl Kullanılır? Laminaryanın sapları kurutulup kullanılır.
Testiküler sperm ekstraksiyonu (TESE) nedir?
Sperm kanallarında sperm olmadığı ya da sperm kanallarının bulunmadığı durumlarda sperm testisten alınan bir parça (biyopsi) ile elde edilir. Lokal anestezi altında uygulanan bu işlem ile testisin farklı bölgelerinden küçük doku parçaları alınır. Bu parçalardan özel yöntemler ile ayrıştırılarak elde edilen sperm hücreleri ile mikroenjeksiyon işlemi gerçekleştirilir. B bu uygulamanın erkek cinsel sağlığına menfi bir tesiri bulunmaz. TESE işlemi menisinde hiç spermi bulunmayan klinik vakalar haricinde menisinde hiç normal yapıda ya da canlı spermi bulunmayan klinik vakaların tedavisinde de uygulanabilir.
Kanser Nasıl Oluşur?
Kanser belirli bir doku ya da organdaki hasar görmüş hücrelerin kontrol dışı bir biçimde üreyerek bir kitle ya da tümör oluşturmasıdır. Kanser bedenimizde bir hücrenin bir gün geldiğinde hiç bir kontrol dinlemeden büyüyerek çoğalması neticesinde meydana gelen bir hastalıktır. Vücudumuz türlü organlardan meydana gelmektedir ve her organ milyonlarca hücreden meydana geliyor. Zaman içinde bu hücreler büyüyerek bölünüp o organı yeniliyorlar. Bir hücrenin ne zaman büyüyerek bölünmesi gerektiğini hücre çekirdeğin de mevcut olan genler tayin etmektedirler. Bir grup gen, hücreye "büyü ve bölün" diyor; başka bir grup da "artık dur yeter" diyor. Günün birinde bölünmeyi yerine getiren genler fazla çalışmaya ya da bölünmeyi durduran genler çalışmamaya başlarsa, hücre durmadan bölünmeyi sürdürüyor ve ortaya bir kitle çıkmaktadır. Tümör olarak da isimlendirilen bu kitle kanser olayının ta kendisidir. Bu kanserli hücreler o organa ait görevlerini yerine getirmedikleri gibi, çevre hücrelerin üzerine baskı uygulayarak onların yiyeceğini çalmaya başlıyorlar, ve bir gün geldiğinde lenf dolaşımına katılıp bezelere sıçrıyor ya da kan dolaşımına katılıp başka organlara gidiyorlar (karaciğer, akciğer ve kemik gibi) Kanserin insanın ölmesine neden olması işte bu hücrelerin organların görevini sürdürmesine engel olması ile gerçekleşiyor.
İlgili aramalar: kanser nasıl olur? kanser nasıl oluşur? kanser nasıl meydana gelir?
9 Eylül 2014 Salı
Kimyasal Peeling Nedir?
Kimyasal peeling ile alakalı bütün bilinmeyenleri araştırdık ve bir bilgilendirme metni ortaya koyduk. Şimdi daha ince detaylar ile bu önemli cilt bakım tedavisi çeşidini inceleyelim.
Kimyasal Peeling Nedir? Nasıl Uygulanır?
Bu yöntem cildin öz rengini kazanması, sivilce ve aknelerin yok olması, cilt üzerinde ki çatlakların giderilmesi maksadıyla uygulanan ve cerrahi dışı bir tedavi yöntemi olarak bilinmektedir. Uygulanma süreci de çok basittir ve kısa zamanla birlikte verimli sonuçlar verir.
Öncelikle cildinizin yaşadığı sorunlar ile alakalı bir dermatoloğa başvuruyorsunuz. Cildinizin hali hazırdaki durumu ve sıkıntıların nelerden kaynaklandığı bazı tetkikler eşliğinde belirlenmektedir. Sonrasında kimyasal peeling uygulamasına yönelik bir karar verildiğinde tedavi süreciniz başlıyor. Cildinize sürülen beyaz renkte, sıvı şekilde ve içeriğinde cilt için faydalı kimyasal maddeleri içeren bir sıvı sürülür. Bu sıvı, yumuşak bir yapıdadır ve kısa süre içinde derinin altına nüfuz eder.
Derinin altına inen bu sıvı, soyulmaya neden olur. Aslında kimyasal peeling, genel manada derinin soyulması işlemidir. Zaman içerisinde yaşanan renk kaybı ve oluşan lekeler için epey mühim bir yöntemdir. Cildin durumuna göre birkaç seansta sorunların tamamen yok edildiği görülmüştür.
8 Eylül 2014 Pazartesi
Salatalığın Cilde Faydaları
Salatalık en iyi K vitamini kaynağıdır. Her 100 gram salatalıkta 16.4 mikrogram K vitamini bulunur. Bu da bizim günlük ihtiyacımızın %16'sını karşılar. Tabii ki salatalığın tek içeriği bundan ibaret değildir. Salatalık birçok vitamin ve mineral içerir. B vitaminleri içerir. Tiamin (B1), Riboflavin (B2), Niasin (B3), Pantotenik asit (B5), B6 vitamini ve Folat (B9) ihtiva eder.
Bildiğimiz gibi güzellik ürünlerinin çoğunun hammaddesi salatalıktır. Salatalığın faydaları içerisinde cilt güzelliği için faydalarının yeri daha farklıdır. Sivilceler için çok etkilidir. Eğer cilt lekeleri ve sivilce sorununun varsa yüzünüze salatalık dilimleri yapıştırabilirsiniz. Salatalık dilimlerini yüzünüzde 5-10 dakika beklettikten kaldırarak sivilcelerinizden kurtulabilirsiniz. Salatalık sivilcelerden hızlı ve doğal bir şekilde kurtulmak için kullanılan etkisi kanıtlanmış bir bitkidir. Salatalıktan aynı zamanda doğal bir yüz maskesi yapılabilir.
Lekeler ve Sivilceleri İçin Salatalık Maskesi Tarifi
- 2 adet salatalık
- 1 yemek kaşığı yoğurt
Salatalığın kabuklarını soyun ve rendeden geçirdikten sonra salatalık rendesine yoğurt ilave edin. Cildinize hazırlamış olduğunuz karışımı sürdükten sonra bir 15 dakika cilt üzerinde bekletin. Sonrasında bol suyla cildinizi yıkayın ve nemlendiricinizi sürün.
Salatalık dilimlerini de yüzünüze koyarak salatalığın bu etkisinden faydalanabilirsiniz. Doğal maske kullanmak kimyasallardan daha güvenlidir ve ucuza mal olur. Salatalık cildi temizler, cildi sıkılaştırır ve yüzdeki aşırı yağı azaltır. Üstelik salatalık tüm cilt tipleri için rahatlıkla kullanılabilir. En iyi verimi elde etmek için, salatalık maskesini haftada en az bir kez düzenli olarak uygulamak gerekir.
İlgili aramalar: salatalığın cilde faydaları, salatalığın sivilcelere faydaları, salatalık maskesi nasıl yapılır?
7 Eylül 2014 Pazar
Rahim İçi Yapışıklığı (Asherman Sendromu)
Kürtaj, ameliyat ya da enfeksiyon gibi nedenlerle oluşacak travma sonucu rahim içinde yapışıklıklar oluşmasına intrauterin sineşi ya da asherman sendromu denir. Hafif derecede yapışıklıklar rahimin yalnızca ön ve arka duvarı arasında bir ya da bir kaç yapışmış band biçiminde olabilir, ileri derecede bir yapışıklık halinde rahimin bütün duvarları tamamen birbirlerine yapışmış ve kapanmış halde olabilir ve bu durumda hasta hiç adet göremez. Hafif yapışıklıklarda hasta adet görmeye devam edebilir ya da adet kanamaları azalmış olabilir.
Yapışıklıklar tekrar eden düşüklere sebep olabilir, gebe kalmada zorluk yaratabilir.
Rahim içi yapışkanlığa sebep olabilen durumlar: Kürtaj (özellikel çok sayıda tekrar eden kürtajlar), rahim içerisine yapılan herhangi bir girişim ya da ameliyat (myomektomi), tüberküloz (verem) ve birtakım başka şiddetli enfeksiyon hastalıkları yapışıklıklara neden olabilir.
Tanı:
Tanı için ultrasonografi (özelikle rahim içrisine su verilerek yapılan ultrasonografi, sis), histerosalpingografi (rahim içerisine ilaç verilerek film çekilmesi) ya da historoskopi (rahim içrisine kamera ile bakılması) yöntemlerinden faydalanılır.
Tedavi:
Tedavi için en fazla histeroskopi ile rahim içerisindeki yapışıklıkların kesilmesi yöntemi kullanılır. Ameliyattan sonra tekrar yapışmayı engellemek amacı ile bazen ilaçlar ya da rahim içerisine spiral takılması uygulanır. Ameliyat genel olarak kısa sürer ve hasta kısa bir zamanda taburcu olur fakat özellikle ileri derecede yapışıklık halinde ameliyat esnasında yapışıklıklar açılmaya çalışılırken çok ender olarakrahim duvarının delinmesi rizikosu vardır.