Sosyal, eğitimsel ve cinsel değişimin gerçekleştiği zamanımızda erkekle kadın arasındaki çok belirgin farklar epeyce azalmıştır. Kadında kaslar erkeğinkinden daha az gelişmiş olduğu halde fiziksel ve beyinsel dayanıklılıkta kadın ona eşittir; ayrıca kadın geçmişte erkeğe özgü sayılan işleri yapmakta giderek daha da erkil olmaktadır. Bu değişimin ne dereceye kadar oluştuğunu, ülkeler arasında farklılıklar gösterir, fakat giderek iki cins aynı işleri yapmakta ve biri için ayrılmış olan sorumlulukları diğeri paylaşmaktadır. Politik güç, endüstri gücü ve askeri güç (günümüzde batı toplumunu ayakta tutan üç destek) hala erkek koruyucunun üstünlüğünü sürdürmektedir. Fakat burada bile artan kadın sayısı önemli bir kısmı kapsamakta ve gücü paylaşmaktadır. Biyolojik olarak kadın, insan soyunu devam ettirdiği için benzersizdir. Bir erkek bir sürü çocuğa babalık edebilir, fakat her çocuk ananın döl yatağında gelişmeli, belli bir zamanda doğmalı ve anası tarafından beslenmelidir.
İlkel toplumlarda çocuk bakımı, yiyecek temini, ev yapmak ve çevresinde gelişmiş tüm kültürde dişinin üstünlüğü vardı. Kadınlar tarlaları bildikleri şekilde sürdüler ve yenebilir sebzeleri yetiştirdiler. Erkeğin sorumluluk duygusu çok daha azdı. Ava giderdi; yağmur yağdırmak, tanrıların öfkesini üzerlerinden uzaklaştırmak için gerekli ayinlere katılırdı ve arada sırada bazı kısıtlı işlere yardım ederdi. Göçebe kabileler yerleşip belli toprakları işlemeye, hayvanları evcilleştirmeye başlayınca erkek topluma egemen olarak üstünlük sağladı. Toplumdaki saygınlığı sürüsünün veya keçilerinin sayısıyla orantılıydı ve böylece kadınlar da erkeğin malı olmaya başladılar; yalnızca ineklerden biraz fazla değerliydiler. Ortaçağda, batıdaki köylü sınıfının kadını, bütün geleneksel, önem taşıyan görevlerini yitirmişti. Ve kadını köle olarak tanımlayan erkeğin bekçiliği ve egemenliği altında evde, tarlalarda çalışmaya başladı. Kadın daha yüksek sınıflardan birinde doğmuşsa evi süslemek, hizmetçileri yönetmek ve kocası için bir oyuncak olmaktan öte bir şey yapamazdı. Çoğu bireye bağımlı toplumlarda büyük bir kuruluşun denetlenmesi deney ve bilgi isterdi. 17 ve 18. yüzyılın eğitilmiş kadınları, evlerini yönetebilmekten olduğu kadar müzik aletlerini çalmayı öğrenmek, karmaşık işlemeler yapmak ve amatör düzeyinin çok üstünde resimler çizmekten gurur duyarlardı.
Hindistanda, Hint toplumunun iki bin yılda güçlükle değiştirilen çok katı kanunları vardı: Kadın evlenince kocasının ailesine girer ve artık evliliğin tek önemli amacı, soyu devam ettirebilecek bir oğlan çocuk doğurmak olurdu. Böylece erkekten aşağı olduğuna, ihtiraslara boyun eğmesi gerektiğine inanan kadın, erkeğe tümüyle bağlıydı. Bundan dolayı, anasına duyduğu saygının yansıması olarak karısını korumak erkeğin göreviydi, fakat aynı zamanda kadınının davranışlarını da erkek kendi isteklerine göre yönetirdi.
Batının Hıristiyan kültürü de kadını aşağıladı ve St. Augustine'in izleyicileri cinsel birleşimin kötü olduğuna ve sadece çocuk meydana getirmek amacıyla yapılırsa buna izin verilebileceğine inandılar. Daha eski Hint dinlerindekine benzer bir inançtı bu. İlk Hıristiyan din bilimcilerinin din bildirileri, dindeki reform kargaşalığı sırasında erkeğin egemenliği, kadının uyrukluğu saptayarak bunu kanunlaştırdı. Bu her şeyi "çift düzeyli" bir cinsel davranışa doğru götürdü. Bu durumda erkeğe kadınlarda cinsel doygunluğu arama izni, hatta bu amaçla cesaret verilirken dişinin evlenene kadar erden kalması, evlilikten sonra da erkeğin egemenliğine boyun eğmesi beklenirdi.
Erkek üstünlüğü ile kadın uyrukluğunun bu katı düzeni Sigmund Freud'un araştırmalarıyle bir düzeye kadar değişmiştir. 19. yüzyılın sonlarına doğru Freud cinselliğin hem kadının hem erkeğin zevk alacağı temel bir içgüdü olduğu fikrinde direndi. Diğer psikoloji araştırıcıları cinselliğin sırf üretme amaçlarıyla değil her iki tarafın duygusal yönlerini de içine alması gerektiğini savunarak Freud'un fikirlerini doğruladılar. Başka bir deyimle, eşler kişiliklerini geliştirmek için cinselliği bilmeli, onunla ilgilenmeliydiler. Son yıllarda batı toplumunda cinsel sorunların daha açık hale gelişi, bütünüyle olmasa da, bu eski buluşlara bağlıdır. Kadınların ev bağından serbest kalıp kurtulmaları da bu açıklığa katkıda bulunmuştur.
Bu özgürlük kadının dişiliğinden kaybettiğini belirlemez. Bütün memeli yaratıklar arasında, insan dahil, cinsel amaçlarla bir cinsin diğerine kur yaptığı davranış düzenleri vardır. İnsanın dişisinde bu pek belirgindir; büyüme devresindeki genç kız ve olgun genç kız her kültürde —Doğuda, Batıda— bu dişisel niteliklere sahiptir. Fakat her kültürde ona bazı davranışlarda kısıtlamalar öğretilmiştir, bu sayede genç kız dişiliğini göstermenin kabul edilir, yollarını öğrenir. Örneğin Batıda Kraliçe Victoria devrinde kadın ciddi, uslu ve utangaçtı ama, dirseğini kışkırtıcılıkla gösterirdi. 1930'ların sonunda kadın açık ve içtendi, göğüslerini kurumlanarak gösterirdi. Bugün her türlü iş alanında kadın erkeğin yanındadır, duygusal ve fiziksel yaşamlarını bütünüyle olmasa da paylaşmaktadırlar. Kadın genellikle erkeğin dikkatini çekecek bir tarzda giyiniyorsa da 'uniseks' modasının ortaya çıkışıyla artık tıpatıp erkekle aynı olan elbiseleri giyebilmektedir.
Fakat kadının erkek egemenliğinden çıkması onun kadınca görevlerindeki niteliğini azaltmak demek değildir. Kadından evine bakması, çocuklarını yetiştirmesi yine beklenmektedir. Fakat her geçen gün yüksek öğrenim gören kadın sayısının arttığı bir devirde, erkeğin kadına baskı yaparak ondan ev işlerini yerine getirmesini istemesi iki cins arasındaki sürtüşmenin nedeni olabilir, însan çalışmasının her bölümünde erkeğe eşit olduğunu eylem olarak kanıtlayan kadın sayısı çoğalırken erkeklerin büyük kısmının kadınlardan evleri için mesleklerini terk etmelerini istemeleri kadınları epeyi sinirlendirmektedir. Pek çok kadın işi ve evini birlikte sürdürmeyi başarıyorsa da bir kısmının denemeleri başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Şimdiye dek batı toplumu kadının bu sorununu çözmek için çok az çaba göstermiştir. En alışılagelmiş yaklaşım, bir ev yönetmenin ve çocuk yetiştirmenin kadının tüm yaşamını dolduracak bir iş olduğunu kabul ettirmeye çalışmak olmuştur. Ancak çocuklar bağımsız olunca ilgilerini evlerinden öte sürdürmek, dış olaylarla ilgilenmek, daha dolu, daha doyurucu bir yaşam için kadın cesaretlendirmektedir. Çok az erkek buna hâlâ karşı koyar, belki de erkekliklerini tehlikede gördükleri için. Fakat bu tür erkeklerin sayısının gittikçe azaldığı görülüyor. Tabii, gerekli olan, kadın erkek ilişkisine yepyeni bir bakıştır. Çocuklar, hafif ev işlerinin paylaşılması, mutfak ve çocuk bakımının ana babanın ortak sorumluluğu olduğu kabul edebilecek bir yapıda yetiştirilmelidirler.
Belki de çok daha önemli diğer bir şey de, çok sayıda erkeğin evlenmek, aile kurmak isteği olmadığı ve kadınların yaşamlarının 'tümünün' ve 'sonunun' evlilik olduğu inancının çürümesidir.
Kadın biyolojik olarak tektir; fakat bu, kadın yalnız biyolojik görevini yerine getirirse yaşamı dolabilir demek değildir. Evlenip ana olmadıkça yenik, başarısız olacağı inancıyla kız yetiştirmek, yüzyılımızın sakıncalı cahilliklerinden biridir. Pek çok kadın evlenme olanağı bulamaz, çoğunda da evlenme isteği yoktur. Yine de yalnız kendi buyrukları altında tek kadın olarak dolu, etkin, olumlu yaşam sürdürebilirler ve bu konuda güçlendirilmeleri gereklidir. Bu olay kabul edildikten sonra bir sürü uyumsuz görenek ortadan kalkacaktır.
Bugün hâlâ geleneksel olarak her kadında analık isteği bulunması ve cinsel yönden çekici olması gerektiği genel bir düşünce halinde belirmektedir. Bu çekicilik güzelliği kapsamına almayabilir; çünkü güzellik kavramı değişkendir. Örneğin savaş yıllarının «Kapak Kızı» tipi bugünün gençliğine çekici gelmiyor; aksine geçmiş ve çirkin görünüyor. Cinsel yönden çekicilik daha da derindir ve karakter, davranış niteliklerini de içine alır. Bu nedenle bu çekicilik genellikle klasik sadeliğe sahip kadınlarda bulunur. Gününün geçerli güzellik anlayışıyle ilgilenmek genç kıza ek bir üstünlük sağlarsa da bu çağdaş değer niteliklerini tamamlamaz.
Yüzyılımızın başlarına kadar kadının cinsel beraberlik isteğinin erkekten az olduğuna inanılırdı ve cinsel birleşimin olmasına izin vermek dışında etkin bir rolü yoktu. Bugün dişinin ezikliği ve cinsel beraberlikten zevk almayışıyla ilgili örümceklenmiş düşüncelerin yerini kadının da zevki paylaşması gerektiğini belirten daha çağdaş aydınlık görüşler almıştır. Bu erkeğe ek bir baskı verebilir. Diğer tarafta daha eski uygarlıklarda erkeğin bütün yapması gereken, cinsiyet organının sertleşmesini sağlamak ve kendi istediği süreçte boşalıma erişmekti; bugün ise erkeğin kadındaki cinsel gerilimi yok etmeye yardım etmesi beklenmektedir. Kadın aşağılanmaz, emredilir bir yaratık olarak düşünülmez de cinsel karakteristikleri ve davranışları erkeğin tamamlayıcısı (erkeğin kadının tamamlayıcısı olduğu gibi) olarak kabul edilirse cinsel yaşamlarının niteliği artabilir.
Ne yazık ki, geçmiş yüzyılların boş inançları kadınları hâlâ etkilemekte huzursuzluğa, mutsuzluğa sebep olmakta, ilgi görmektedir. Bu bölümde eski asılsız inançlardan bazıları tüm saçmalıklarıyla incelenmiş ve okuyucuya verilmiştir; bu arada sorunun çözülebileceği düşünülerek diğer cinsel sorunlar da tartışılmıştır.